Hikâye herkesin malumu ama kısaca özetlemekte fayda var.
Çölde yaşayan zengin ve muktedir bir kabile reisinin dillere destan bir atı varmış. Günün birinde kabile reisi özel önem verdiği atına atlayarak çölde gezintiye çıkmış. Hayli zaman at koşturduktan sonra ıssız bir bölgede yerde yatan bir Bedevi görmüş.
Hemen
yardım etmek için atlamış, bakmış Bedevi yaşıyor. Atındaki su kırbasını almak için kalkarken Bedevi kıvrak bir hareketle kabile reisini devirip ata atlar ve kaçırır.
Adam, uzaklaştıktan sonra dönüp alay edercesine bakmış atın sahibine. Fakat atın sahibi ne peşinden koşuyor ne de bağırıyor. Sadece durduğu yerde ağlıyormuş.
"Ne oldu" diye seslenmiş hırsız, "Zoruna gitti değil mi? Sen ki bu atı evlâdından bile kıskanırdın ama bak, aklım ve çevikliğim sayesinde şimdi benim oldu atın; ne kadar ağlasan yeridir!"
Atın sahibi gözyaşlarını silmiş; demiş ki, "
Hayır ey hırsız, atımı çok severdim, doğrudur; senin onu benden çalman elbette gücüme gitti, fakat onun için ağlamıyorum."
- Yaa, niçin ağlıyorsun öyleyse?
- Şunun için: Bu haber yarın etrafta duyulduğunda, senin nasıl bir
hile ile atımı elimden kapıp çaldığın dilden dile gezdiğinde bundan sonra çölde hiç kimse, ölmek üzere olan gerçek bir ihtiyaç sahibine bir damla su vermeye çekinecektir. Üzüntüm ondan!
Hikâyeyi hatırlatmamın nedeni
Deniz Feneri davası...
Türkiye Silvan saldırısı ve YAŞ krizi ile uğraşırken Deniz Feneri
soruşturmasında ilginç gelişmeler yaşandı. Aralarında
Kanal 7 Yayın Yönetmeni Mustafa Çelik ve
RTÜK üyesi
Zahid Akman'ın da bulunduğu çok sayıda kişi tutuklandı.
Karar tam anlamıyla
sürpriz oldu.
Çünkü Mustafa Çelik uzunca bir zaman önce
Almanya'daki
mahkemeden '
takipsizlik' kararı almıştı. Yani Alman mahkemeleri Çelik ile ilgili yargılamaya gerek görmemişti.
Zahid Akman da farklı değil.
Hakkında
linç kampanyası başlatılmasına rağmen her defasında savcıya başvurup kendisi ifade vermek istedi. Fakat 'Biz sizi çağıracağız' cevabını veren
savcılık ansızın
gözaltı kararı çıkarttı. Üstelik yakalanma, gözaltı ve mahkeme süreçlerinde bir dizi tuhaflık da yaşandı. Ki bu konular
sanık avukatlarının şikâyetleri üzerine
HSYK tarafından incelemeye de alındı.
Şimdi soruşturma genişleyerek sürüyor.
Geçtiğimiz hafta Akman ve Çelik'i ziyarete gittim Sincan'a.
Güvenlik tedbirlerinin üst düzey olduğu cezaevinin fiziki şartları daha ilk dakikadan zaten psikolojinizi
esir alıyor.
Üstelik bir de haksızlığa uğradığınızı düşünüyorsanız zihniniz karıncalanıyor. Sorular üst üste geliyor. Nitekim hem Akman hem de Çelik yaşananları anlamlandıramıyor. Çelik, dernekle hiçbir ilgisi olmadığı halde neden tutuklandığını çözebilmiş değil.
Akman ise hiçbir
delil olmadığını anlatıyor. Cevap aradıkları onlarca soru var. Öncelikle 'Bizi kim dövüyor?' sorusuna takılmışlar. Neyin diyeti olarak tutuklandıklarını anlayamıyorlar.
Davanın şekli, yargılamadaki hukuki gariplikler vs. ayrı bir konu ama haklı oldukları kesin olan bir şey var: Bu dava seyrinde gitmiyor.
Deniz Feneri e.V. ilk günden bu yana siyasi bir hesaplaşmanın aracı yapıldı. Almanya'nın hesapları, İşçi Partisi'nin sürece müdahil olup konuyu Başbakan'a bulaştırmak istemesi, bazı medya gruplarının dava üzerinden siyasi projeler üretmesi ve CHP'nin
seçim malzemesi yapması yüzünden davanın özü kayboldu.
Aslında kimse de davayı anlayabilmiş değil. Sanıklar bile.
Fakat kesin olan bir şey var.
Çöl hırsızı hikâyesinde olduğu gibi, bu tip olaylarda bırakın yolsuzluğu, dedikodusunun çıkması bile travmatik etki yapar.
O yüzden savcılığın varsa elindeki delilleri açıklaması şart.
Deniz Feneri e.V. davasının siyasi malzeme yapılmaktan çıkartılıp kendi mecrasına döndürülmesi gerekiyor. Eğer varsa bir
usulsüzlük sorumlularından hesabı sorulmalı. Ama yoksa da siyasi hesaplar yüzünden milletimizin yardımlaşma duyguları zarar görmemeli.
Özellikle de Afrika'da milyonlarca insanın susuzluktan kırıldığı bugünlerde...