Kamera şakası gibi ama değil.
Meğerse Türk yargısı, güvenlik güçleri beni tam üç aydır arıyormuş. Hakkımda
yakalama kararı varmış. Fakat 'bütün aramalarına rağmen' beni bulamamışlar! Bir gün önce
Başbakan Erdoğan ile
Irak seyahatinden dönmüş, yarım gün sonra da başka bir haber için Bolu'ya gitmiştim. Gece yarısı girdiğim otelde saat 04'e yaklaşıyorken kapıma
jandarmalar dikildi. Hakkımda yakalama kararı olduğunu tebliğ ettiler. Eşinizin, çocuğunuzun önünde 'adi bir suçlu' gibi alınıp götürülüyorsunuz.
Sinir bozucu bir hadise. Neyse ki, jandarmalar kibardı. En azından
kelepçe takmadılar. Karakolda da kibar davrandılar.
Hatta uzun yıllar sonra
demir bardakta çay içme imkanı da tanıdılar. Ama
adalet sistemi o kadar kibar değil.
Adli Tıp'a götürülüyorsunuz. Parmak izleriniz alınıyor, fotoğraflarınız çekiliyor. Kendinize zarar vermeyin diye kemeriniz,
ayakkabı bağcıklarınız alınıyor. En kötüsü de telefonunuz yok. Avukatların uzun uğraşısı sonucu ertesi gün öğle saatlerinde İstanbul'dan dosyam
Gerede Savcılığı'na ulaştı.
Dosyanın gönderilmesi faslı ayrı bir konu.
Eğer az buçuk çevrem olmasa
pazartesi sabahına kadar Gerede Jandarma Karakolu'nun nezaretinde kalabilirdim. Mahkemeye çıkıp ifade verdikten sonra tekrar özgür kaldım. İşin
teknik açıklaması ise şöyle.
Ergenekon sanıklarından E. Tug.
Levent Ersöz hakkında 26
Kasım 2008'de bir yazı kaleme almıştım. Levent Paşa'nın firarilik hikâyesi ve dönme hazırlıkları ile ilgili kulisleri aktarmıştım. Zaten hemen akabinde de kılık değiştirmiş vaziyette bir özel hastanede yakalanmıştı. Yani köşede yazdığım atlatma bir haberdi. Fakat yağmur gibi
dava açan
savcılık '
gizlilik kararının ihlali' diyerek hakkımda
soruşturma başlattı.
Ben de gidip
Ankara Adliyesi'nde ifade vermiştim. Fakat sonrasında hakkımda dava açılmış.
Ancak ne benim ne de avukatlarımın konudan haberi yok.
Evraklarda başka tuhaflıklar da var. Şişli
Cumhuriyet Savcısı Muhittin Ayata'nın hazırladığı iddianameye göre savcılık beni UYAP'a, sonrasında Adalet Bakanlığı'na, en sonunda da Şişli
Nüfus Müdürlüğü'ne sormuş. Ama bir türlü bulamamışlar!.. Oysa ben bu süre zarfında haftada 5 gün TV programı yapıyordum. Üç gün
köşe yazısı yazıyordum ve gazetede fotoğraflı çok sayıda haberim çıkıyordu. Cumhurbaşkanı ve Başbakan başta olmak üzer
e devlet ricaliyle seyahatlere çıkıyordum. 20 Temmuz'dan bu yana aranıyorsam pasaport polisinden geçememem gerekirdi. Yani herkesin gözünün önündeydim. Sadece Google'a sorsalar bile birkaç dakika içinde yerimi bulabilirlerdi. Davanın kendisi başka bir
tartışma konusu.
Levent Paşa'nın firarilik durumuyla ilgili bir kulisi aktarıyorsunuz, üstelik birkaç gün sonra kulisin doğruluğu ortaya çıkıyor. 'Gizliliği ihlalden' hakkınızda dava açılıyor. Fakat davadan haberimiz yok. Yerimiz yurdumuz belli. Çağırsalar gideriz. Başkaları gibi 'çağırsalar geliriz deyip yurtdışına kaçanlardan' da olacak halimiz yok. Bu tablo karşısında
Münevver Karabulut cinayetinin
katil zanlısı Cem. G'nin bulunmasını büyük başarı olarak görmek lazım.
Adeta sır olan Cem. G'yi 197 günde bulan devlet, göz önünde olan bir gazeteciyi yaklaşık 90 günde buldu!