Önceki gün
Türkiye için tarihi bir an yaşandı.
12
Eylül darbesinin komutanı Kenan
Evren 'darbe yaptığı gerekçesiyle' savcıya ifade verdi. Gerçi ifadesinde 'Pişman değilim, yine olsa yine yaparım' demiş ama olsun, ilk kez bir
darbeci adalete
hesap vermeye başladı.
O ifadenin sembolik anlamı çok büyük.
Tarihinde bu kadar çok darbe,
muhtıra, postmodern darbe, e-muhtıra görmüş, siyasete müdahalelerin ardı arkası kesilmemiş bir ülkede ilk kez darbeciler yargı önüne çıkartılıyor.
Bu arada keşke savcı, Evren'in ayağına gitmek yerine Evren'i
adliyeye çağırsaydı. Adliye koridorunda bir darbe komutanını görmek isterdik doğrusu.
İşte bu tarihi olayın yaşandığı günlerde bir başka tarihi olaya şahit olduk. Demokratik sisteme açık bir müdahale olan 367 dayatması ve 27
Nisan e-muhtırası ile ilgili çok çarpıcı iki açıklama geldi.
Hatırlanacağı gibi
Zaman Gazetesi güzel bir habercilik yapıp
367 krizi ile ilgili çarpıcı bir
belge yayınladı.
Ergenekon sanığı
emekli Albay Levent Göktaş'tan elde edilen meşhur 51 Nolu DVD'den çıkan ve
İstanbul 13. Ağır
Ceza Mahkemesi'ne gönderilen belgeye göre hem
cumhurbaşkanlığı seçimi hem de AK Parti'ye yönelik
kapatma davasına askerin bizzat müdahalesi olmuş.
Mahkemeye yollanan dönemin
Genelkurmay İstihbarat Şube Müdürü Albay Turgut Ak'ın hazırladığı 'gizli' ibareli bilgi notuna göre dönemin
Kara Kuvvetleri Komutanı
Org. İlker Başbuğ'un Anavatan lideri
Erkan Mumcu'ya "
Anayasa Mahkemesi ile konuştuk, AKP'yi kapatacaklar. Erdoğan, Gül ya da Arınç seçilirse TSK müdahale edecek. Size yeni oluşum sözü veriyoruz" mesajını gönderdiği belirtiliyor. Notta başka çarpıcı ifadeler de var. Mesela bu planların akredite olmayan basının eline geçmesi durumunda sıkıntı olacağı uyarısı yapılıyor. Demek ki Karargah akredite basının bu tip belgeleri ele geçirse de yayınlamayacağını iyi
analiz etmiş.
Genelkurmay ertesi gün 'yaptığımız çalışmada böyle bir belgeye rastlanmamıştır' cevabını verdi. Gerçi '
İrtica ile Mücadele Eylem Planı'na da, sağda solda çıkan bombalara da rastlamamışlardı. Fakat sonradan mahkemeye başvurup 'bizim değil' dedikleri bombaları da geri istediler.
Zaman, ertesi gün çarpıcı bir belgeyi yayınladı. 'Bulamadık, böyle bir belge yok' diyen Genelkurmay 2 yıl önce İstanbul Başsavcılığı'na gönderdiği yazıda söz konusu belgeyi resmen kabul etmiş. Yani Genelkurmayımız en kibar ifadeyle yine doğru söylemedi.
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül ise Polonya'da o döneme ilişkin tarihi bir açıklama yaptı. "Yaşananları biliyorum ancak kimsenin yüzüne vurmadım" diyen Gül,
Köşk seçimiyle ilgili tüm ayrıntıları bildiğini ama devlet yönetmenin ciddiyetiyle hareket ettiğini söylüyor. Ama çok çarpıcı bir uyarı da yapıyor: Bugün böyle şeylere müsaade etmem.
Gül olayları doğruladı ama aynı gün Milliyet'e konuşan
İlker Başbuğ iddiaları yalanladı. Nedense haberin zamanlamasına takılmış Başbuğ. Her şey bir yana
cumhurbaşkanı tarafından tekzip edilen ilk
Genelkurmay Başkanı oldu.
Olayın üzerinden 4 yıl geçti ve bugüne kadar çeşitli ipuçlarını yakaladık ama 367 garabeti ve
27 Nisan muhtırası ile ilgili hâlâ muğlâk kalmış çok şey var.
Siyasetin duayen isimlerinden, olayların da birinci elden şahidi
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'e Cumhurbaşkanı Gül'ün açıklamalarını ve 27 Nisan'ı sordum.
Her zamanki gibi az konuşmayı
tercih etti: 'Yaşananlar sıradan şeyler değildi' dedikten sonra çok önemli bir ipucu verdi: "Bugün yazılan çizilenler o günlerde, burada kastım sadece 27 Nisan değil yakın tarihi kastediyorum, yaşadıklarımızın ancak 10'da 1'i kadardır."
Çiçek de Cumhurbaşkanı Gül gibi 'geçmişi kurcalayıp birilerinden hesap sorma' derdinde olmadığını söylüyor.
Hükümet olarak 'Bugünden sonra böyle şeylerin olmaması için çalışıyoruz' diyor. Ancak sohbetimizin akışından edindiğim izlenim; o günlere ait bilinmeyen daha çok şey var.
Son birkaç gün içinde yaşadıklarımız gösteriyor ki yakın tarihimizle ilgili savcılığın detaylı bir
soruşturma başlatması şart. Üstelik bu kez işleri kolay. Çünkü failler ve şahitler yaşıyor ve hepsi Ankara'da.