Ankara dün BDP'nin olağan kongresine ev sahipliği yaptı. Gerek tırmanan
terör gerekse de
Karayılan ve
Öcalan ile ilgili spekülasyonlar nedeniyle herkesin gözü bu kongredeydi.
Fakat çok şey beklenen kongre, adındaki gibi olağan görüntülerle başlayıp bitti. BDP liderlerinden ne Meclis'e dönüşle ne de
Kürt sorununun çözümüyle ilgili yapıcı bir
yol haritası gördük. Doğrudur, bir yol haritası açıklandı ama o haritanın çözüme mi yoksa çözümsüzlüğe mi götürdüğü tartışılır. Üstelik de
PKK'nın silaha sarıldığı şu günlerde.
Öncelikle şunu ifade etmek şart.
BDP kongreleri bugüne kadar hep 'Kürt'ün bir kısım Kürtler'e propagandası' şeklinde olurdu. Yine öyle oldu. Saygı duruşları, sloganlar, söylemler ve tehditler hep kendi tabanına yönelikti.
Yani BDP yönetimi Türkler'i ve kendisine
destek vermeyen Kürtler'i ikna etmek yerine, zaten biat etmiş olan kitleyi coşturmayı
tercih ediyor. Hatta PKK'lılara kullandıkları 'barış ve devrim mücadelesinde şehit düşenler' ifadesi için ayağa kalkmayan gazeteciler
protesto edildi. Yani gazetecilerin ayağa kalkmamasına bile tahammül göstermiyorlar.
Gelelim içerikteki soruna.
BDP yönetimi Meclis'e dönme konusunda yapıcı mesajlar veriyordu. Kamuoyundaki yaygın kanı, dünkü kongre ile boykotun sonlandırılacağı yönündeydi. Fakat
Selahattin Demirtaş ve kurmayları yine muğlâk ifadelerle virajı aldılar. 'Şartların oluşmadığı'ndan bahsedip Meclis'e dönüş kararını yine
Kandil ve
İmralı'ya bıraktılar.
Dün yaşananlar bile BDP'nin iradesizliğinin bir delili denebilir.
Bir parti düşünün. Şöyle ya da böyle milyonlarca oy alabiliyor ama iradesi yok. Bir gözü İmralı'da öbürü Kandil'de. İmralı ve Kandil'den yaptığı
koltuk değnekleriyle var olmaya çalışıyor. Üstelik kendisine çizilen role de razı.
Tabiri caizse peşrev çekmekten öteye gitmeyen güreşçi gibi.
Tam güreşe başlayacak dediğiniz anda çimlerle uğraşmaya başlıyor. Bugün artık uluslararası bir sorun haline gelen
Kürt meselesinde çözüm iradesi göstereceğini beklediğiniz anda 'Benim iradem yok İmralı ve Kandil'e sorun' deyip çıkıyor.
Dün açıkladıkları yol haritası da aynen öyle.
Başta herkesin makul karşılayacağı maddeleri sıralayıp işi özerklik ve Öcalan'ın serbest bırakılmasına getiriyorlar. Yani her şey Öcalan'a endeksleniyor. Oysa BDP'nin Kürt meselesinden anladığı ile Kürtler'in Kürt meselesi farklı şeyler. BDP için Öcalan'ın serbest kalması yeter. Çözümden anladıkları da sadece kendi doğrularından ibaret. Başka bir doğru olabileceği ihtimalini bile değerlendirmeye almıyorlar.
Fakat BDP cephesinde adı konmayan, açıkça ifade edilmeyen bir başka korku da var ki
sürpriz sonuçlar doğurabilir. Hem hükümetle pazarlığa oturmak için 'Şartlar oluşmadı' kartını açıyorlar hem de yeni anayasa sürecinde rol almak istiyorlar.
Eğer hükümet
CHP ve MHP ile yeni anayasa yapımı usulünde anlaşırsa da oyun dışında kalmaktan endişeliler. Ankara'nın havasına bakarsak bu da ihtimal dışı değil. Yani hükümet cephesi bu süreci CHP ve MHP ile götürebileceğini düşünüyor.
Bu durumda BDP fiilen de
intihar etmiş olacak.
Oysa
Türkiye, tarihi bir fırsatı yakalamış durumda. Demokrasi üzerindeki
vesayet sistemi hiç olmadığı kadar zayıfladı. Şimdi yapılması gereken şey toplumun tüm kesimlerini memnun edecek bir anayasayı hazırlamak.
Ama BDP yönetimi her şeyi, nasıl olacağını kendilerinin bile tam olarak çözemediği '
demokratik özerklik' kararı ve İmralı'nın pozisyonuna kilitlediği için fırsatı heba ediyor.
PKK ile ilgili son bir not daha.
Ankara'nın İsrail'le restleşmesi
terörle mücadele sürecinde de farklı yansımalar doğurabilir. Daha önce örneklerini gördük. Olmadık saldırılar ya da
uçak kazaları bile yaşanabilir bu süreçte. O yüzden bir rest çekince tüm senaryolara hazırlıklı olmak lazım.