Ufukta
seçim sandığı olursa siyasetin tansiyonu yükselir.
Bu tarih boyunca böyle oldu, bundan sonra da aynen devam edecek.
Nitekim dün
siyasi partiler, yeni yılın ilk
TBMM grup toplantılarını yaptılar. Liderler birbirini eleştirdi, kendi çözüm yollarını sıraladılar. Zaman zaman da dillerinin ayarı kaçtı.
Bunda garip olan bir durum da yok.
Fakat MHP lideri Devlet Bahçeli'nin Cumhurbaşkanı Gül'e yönelik eleştirilerini 'rutin tartışmaların' dışında tutmakta fayda var.
İki dil tartışmalarına sert tepki gösteren Bahçeli, Cumhurbaşkanı Gül'ün
Diyarbakır seyahatini de eleştirdi. Hatta eleştirinin dozunu bir kademe daha artırıp "
Cumhurbaşkanlığı makamı yara almıştır" da dedi.
Bahçeli'nin '
iki dil tartışmaları' konusundaki hassasiyeti anlayışla karşılanabilir. Gerek MHP'nin geleneksel çizgisi gerekse de Bahçeli'nin siyasi tercihleri açısından DTK'nın önerilerine tepki göstermesi tutarlı bir
politika.
Fakat eleştirileri yaparken Cumhurbaşkanlığı makamını tartışmaya açması çok sağlıklı bir tutum olmasa gerek.
Çünkü Gül, Çankaya'ya çıktığından bu yana Türkiye'nin bu yakıcı sorununu çözmeye çalışıyor. En azından risk alıp inisiyatif alıyor. Güzel şeyler olacak diyerek başlattığı süreci bütün sabote girişimlerine rağmen sürdürüyor.
Aynı zamanda da görev süresinin sonuna kadar Türkiye'nin tüm illerine en az bir kere gitme kararlılığında. Diyarbakır'a gidişi de bu kapsamda. Fakat gerek
PKK'nın iki dil dayatmaları gerekse de DTK'nın özerklik çalıştayı seyahati fazlasıyla politik bir ortama çekti.
Oysa Gül'ün ziyareti umut verici tablolar doğurdu. Halkın teveccühü o kadar üst seviyedeydi ki PKK bile bu durumdan rahatsız oldu. Gül konuşmasında PKK'nın açtığı tuzağa düşmeyip 'Diyarbakır'a özel' birtakım açıklamalar yapmadı. Bilakis hem öncesinde hem de
gezi sırasında 'geziye olağanüstü önem atfeden' tavırlardan kaçındı.
Hatta konuşmasında sitem bile vardı. İtidal
tavsiye etti, yol gösterdi. Samimiyet vurgusu dikkat çekiciydi. Üstelik Gül'ün bu ziyareti tansiyonu da düşürdü. O yüzden Bahçeli'nin Gül'ü
hedef alması sağlıklı bir politika değil.
Kaldı ki Bahçeli'nin de en kısa sürede Diyarbakır başta olmak üzere Kürtler'in yoğunlukta olduğu şehirlere gitmesi, oralarda miting yapması gerekiyor. Çünkü oralara
AK Parti dışında giden yok.
Ayrıca unutmamak lazım ki PKK'nın 'kurtarılmış bölgeler kurmak' gibi projeleri var. O yüzden gideni eleştirmek değil aksine
teşvik etmek gerekir. Sonuçta gidemediğiniz yer sizin değildir.
Buna karşın Bahçeli'nin haklı olduğu taraflar da var.
İki dil ve özerklik tartışmaları bir
demokrasi standartlarının yükseltilmesi çabası değil. Doğrudan Öcalan'ın talimatı. Oturup üzerinde
analiz yapmanın da bir anlamı yok çünkü bu projenin hedefi Öcalan'ı kurtarmak.
Ancak yine dönüp dolaşıp aynı yere dönüyoruz. Eğer ülkenin demokratik standartlarını yükseltmez, temel
insan hakları konusunda herkesi memnun etmezseniz bu durumu istismar eden
terör örgütleri ya da başka odaklar çıkabilir.
Bugün yaşadığımız açmaz da bu.
BDP'nin derdi de sorun çözmek filan değil. Öncelikli gündemleri Öcalan'ı kurtarmak. Ardından da bölgede kendi hegemonyalarını tesis etmek. Yani BDP'den makul adım beklemenin bir anlamı yok.
Siz devlet olarak insanların ana dilini kullanması önünde engeller korsanız yarın
silah zoruyla önünüze gelirler. Oysa inisiyatifi ele alıp PKK talep etmeden
Kürtçe konusundaki yolu siz açsaydınız emin olun bugün bu tartışmaların hiçbirisi olmayacaktı.
Hatta kimse Kürtçe konusunda dayatmada bulunmayacaktı. Çünkü dil
ekonomik bir şeydir. Kimse kariyerinde ya da günlük hayatında işini kolaylaştırmayacak bir dili öğrenmek istemeyecektir.
Kaldı ki Kürtçe medyanın olması, yeterli öğrenci bulunursa seçmeli
ders olarak okutulması bu ülkeyi bölmez.
Bölse bölse
yasakçı zihniyet böler.