Ne oldu da
terör azdı sorusuna
cevap aramadan önce bir yıl geriye gidelim.
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül,
Kürt sorununun çözümü konusunda 'güzel şeyler olacak' demiş ve yeni bir dönem başlamıştı.
Türkiye bir anda '
açılım rüzgarı' ile çalkalanıyordu.
Hem iç konjonktür hem dış konjonktür, Kürt sorununun çözümü konusunda uygundu.
Hatta
iktidar partisi o kadar iddialıydı ki birkaç ay içerisinde
PKK'nın
silah bırakacağı beklentisi bile oluşmuştu.
Bugün ise bambaşka bir durum var. Açılımdan bahsetmek mümkün olmadığı gibi Türkiye'nin her yerinden her gün çatışma ve şehit haberleri geliyor.
Yine geçen yıla dönersek... O günlerde herkes '
açılımı anlamaya' çalışıyordu. İktidar partisine mensup yöneticiler arasında bile 'açılım ne ola ki' diyenler çıkmıştı.
Hükümetin iyi niyetli olduğu, sorunu çözmek için samimiyetle çalıştığı açık. Ama böyle köklü sorunlar sadece iyi niyetle çözülemiyor.
Bu arada herkesin 'iyi niyetli' olduğunu da söylemek mümkün değil.
O günlerde güvenlik bürokrasisinin zirvelerinde bir isim şu yorumu yapmıştı: " Erdoğan, adeta açılım
havuzuna itildi. Sorunu çözebilirlerse millet bir dertten kurtulmuş olur. Çözemez, havuzda boğulursa
AK Parti biter. Eğer her şeye rağmen karşı kıyıya çıkmayı başarırlarsa da mecali kalmayacağı için ilk seçimde koltuğu bırakırlar" demişti. Enteresan ama not edilmesi gereken bir
analizdi.
Açılım sebebiyle Batı'da kızgınlık, Doğu'da beklenti yükseldi.
Asıl
darbe ise Habur'dan geldi. Üniformalı,
terör örgütü bayraklı militanlar, '
zafer kazanmış
komutan' edasıyla sınıra gelirken, güvenlik bürokrasisinden bazı aklı evveller "Bırakın gelsinler, böylece dağdakiler daha kolay gelir' deyip yaşanan rezalete zemin hazırladı. Sonrası malum.
Üzerinden bu kadar zaman geçse de Habur'un neden olduğu travma sürüyor, yıllarca da sürecek denebilir.
Bu yılın bahar aylarına gelirsek... PKK'nın 'eylemsizlik kararını' sürdürdüğü günlerde ilginç bir analiz dinlemiştim. Muhatabım ; "
Kaos planı yürürlüğe kondu. Hem içeriden hem dışarıdan hükümeti devirmeye,
Anayasa değişikliğini yaptırmamaya kararlılar. PKK ve İslamcı görünüşlü
taşeron örgütleri sahaya sürecekler. Sıcak bir yaz yaşayacağız" demişti.
Sonrasında neler yaşandığı ortada. Anayasa oylamalarının ikinci tur görüşmeleri başlamadan terör start aldı. Hatta bu köşede yazdığımız her şey bir bir gerçekleşti. Giresun'da, Tunceli'de ve Hatay'da saldırılar oldu.
Ardından da
Öcalan 'ben artık yokum' dedi. 10 yılı aşkın süredir İmralı'da ve 'tek başına' olan Öcalan'ın örgütü cezaevinden yönetebilmesi bize özgü bir durum olsa gerek.
Aslında, Öcalan ve İmralı'ya kalın bir fasikül açmak, orayı didik didik etmek lazım. O küçücük ada adeta bir 'sırlar adası' ve cevabını aradığımız birçok sorunun cevabı da orada.
Bu arada,
KCK İddianamesi de gösterdi ki Öcalan ile birtakım 'temaslar' olmuş. O temaslarda ne konuşuldu, Öcalan'a 'ne vadedildi' bilmiyoruz ama bizzat kendi ifadeleri de perde arkasındaki trafiğin ip uçlarını taşıyordu.
'Oda hapsine' çıkmayı uman Öcalan, 31
Mayıs itibariyle 'ben yokum' diyerek 'ateş' emrini de vermiş oldu.
Bugünlerde ise her yerden çatışma,
mayınlı saldırı ve
bombalama haberleri geliyor. İnşallah yanılırız ama yaz boyunca da Türkiye'nin dört bir yanından benzer haberler gelecek.
Sonuçta,
Anayasa Mahkemesi engeli aşılabilirse bile Türkiye 12 Eylül'de sandığa giderken Anayasa'yı değil 'açılımın neden olduğu
kaos ve sorumlusu hükümeti' tartışacak.
Bu arada not etmekte fayda var, 'eksen
tartışması'nın yaşandığı şu günlerde 'İslamcı örgütlerin harekete geçmesi' de kimseyi şaşırtmasın. Hatta
El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide'yle irtibatlı Türkler'i bile görmek mümkün.
Gerçekte var mı yok mu ayrı bir tartışma konusu ama böyle bir konjonktürde El Kaide ile irtibatlı Türkler, Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak isteyenler için bulunmaz fırsat olur.
PKK'ya gelirsek... Saflık derecesinde iyi niyetli bazı
Kürtler, PKK'nın
özgürlük mücadelesi verdiğini düşünebilirler ama kimin eli kimin cebinde belli olmayan bu coğrafyada PKK'nın da çeşitli çevrelerin taşeronu olduğunu artık görmek lazım.
Bazen bu tamamen içerideki Ergenekonvari yapılanmaların, bazen de uluslararası örgütlerin taşeronluğu olabilir. Talihsizlik şu ki bugünlerde her ikisinin de taşeronluğunu yapıyor.