Şefkat kahramanları


Ankara İlahiyat'tan İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'ne gelmiş kelam dersi hocamız Nafiz Danişment Bey'e bir gün derste Bediüzzaman Hazretleri'nin kelâm ilmiyle ilgili sözlerinden bahsetmek istedim. Hemen "Bediüzzaman-ı Hemedânî mi?" dedi. "Hayır! Bediüzzaman Said Nursi!.." dedim. "Bakın çocuklar!" dedi, "Ben onu tâ Şam'da okuduğu Hutbe-i Şâmiyesi'nden tanırım. Ankara İlahiyat'ta iken bana mahkeme bilirkişi olarak Hanımlar Rehberi isimli risalesini göndermiş ve incelememi iştemişlerdi. Okudum, hayran oldum! Raporuma 'Bu kitabı bütün hanımlarımız okumalıdır. Tavsiye edilmelidir.' diye de bir ilave koydum." Kıymetli bir arkadaşımız vardı. Beraber sohbetlere giderdik. Sonra "Bana ağır geliyor, ben bunları anlamıyorum." diyerek Risaleleri okumayı bırakıp başka arayışlara girdi. Seneler sonra karşılaştığımızda dedi ki: "Bir gün evde canım sıkkın şekilde oturuyorum. Geçimsizlik var. Boşanmanın kertesindeyiz. Karşımda da kitaplık var. Oldukça zengin bir kitaplık sayılır. Külliyat da var. Gözüm onlara takıldı. Lemalar risalesini çektim ve rast geleaçtım. Karşıma Yirmi Dördüncü Lem'a çıktı... Hanımlar için yazılmış. Anlayarak sonuna kadar okudum. 'Allah, Allah! Ne kadar rahat anlıyorum. Hiçbir yerine takılmadım. Ne kadar güzel şeyler var. Bize de dersler veriliyor.' dedim. Sonra Yirmi Beş, Yirmi Altı derken kitabı bitirdim. 'Eyvah istifadeden çok yıllar geri kalmışım!' diye hayıflandım." Bu iman ve Kur'an hizmetinde büyük gayretleri bulunan ağabeyler gibi hanım ablalarımız da vardır. Çoğu rahmet-i Rahman'a kavuştular. Onlar birer şefkat kahramanı olarak eşlerinin ve oğullarının yanında ve arkasında en büyük destek güçlerdi. Öğretmenliğim zamanında bir öğretmen arkadaşımızın dedesi vefat etmişti. O merhumu öğrenciliğimden de tanırdım. Bir saat önce, hiç olmazsa yarım saat önce camiye gelir, ne içeride ne avluda asla hiç kimse ile dünya kelamı konuşmadan içeri girer, ibadet eder ve yine sessizce giderdi. İzmir Karabağlar'da mezarlığa defnedilecekti. Defin işlemlerinden sonra merhum Abdurrahman Cerrahoğlu ağabeyle karşılaştık. O da merhumun oğulları ile iyi görüşürdü. Daha mezarlıktan çıkmamıştık. Beni bir mezarın başına getirdi. Annesi imiş, birer Fâtiha okuduk. Dedi ki: "Burdur'dan İzmir'e geldim ve bir kitapçı dükkânı açtım. Bir gün birisinin elinde bir Risale gördüm. İstedim, vermedi. Para teklif ettim, kabul etmedi. Üzülerek dükkâna geldim. Sonra birisi dükkâna bir çuval kitapla geldi. 'Bunlar Risale... Haber aldım, evim basılacakmış. Sen kitapçısın, kimsenin dikkatini çekmez, burada kalsın.' dedi. Gökte ararken yerde bulmuştum. Sonra teksir makinesi ile Risaleleri çoğaltmaya başladım. Ama baskınlar başladı. Allah koruyordu. Ama çok sıkılıyordum. Annem bana 'Abdurrahman ah ben bir erkek olsaydım, doğru Üstad'ın yanına gider ve dizinin dibinden ayrılmazdım.' diyerek cesaret ve destek veriyordu." Üstad Hazretleri de zaten; "Kadınların şefkat cihetiyle bu kahramanlıklarını hiçbir ücret ve hiçbir mukabele istemeyerek, hiçbir şahsî fayda, hiçbir gösteriş manası olmayarak ruhunu feda edebilmelerine, o şefkatin küçücük bir numûnesini taşıyan bir tavuğun yavrusunu kurtarmak için arslana saldırması ve ruhunu feda etmesi isbat ediyor. Şimdi İslâmî terbiyeden ve âhiret amellerinden en kıymetli ve en lüzumlu esas, ihlâstır. Bu çeşit şefkatteki kahramanlıkta o hakikî ihlâs bulunuyor. Eğer bu iki nokta o mübarek tâifede (kadınlarda) inkişâfa başlasa, dâire-i İslâmiye'de pek büyük bir saadete vesile olur." demiyor mu?
<< Önceki Haber Şefkat kahramanları Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER