Önceki yazılarımda belirttiğim gibi, günümüzde haccı ferdîlikten nasıl umûmîliğe yükseltebiliriz mülahazası ile hacdan dönen Osman Hoca'mızla yaptığımız mülakattan bahsetmiştik. Sorulara devam ediyoruz:
-Terviye (Arefeden bir gün önce) günü neler yaptınız?
-Terviye günü
sünnet olduğu için beş
vakit namazı kılmak üzere Mina'ya gittik. "Hac" yazısını mütalaa ettik. Kıldığımız tesbih namazı gecemize ayrı bir güzellik kattı. Arafat'a çıkmamıza birkaç saat kala telefonla
Hocaefendi'yi arayıp orada "Arafat'ta nasıl dua edelim?" diye sorduk. "
Allah'ım, ne olur Ümmet-i Muhammed'in bükülen kaddini yeniden doğrult!" diye dua etmemizi söyledi.
-Arafat'ta neler yaptınız?
- Hocaefendi bizi "Peygamber
Efendimiz (sas) orada yorulmasına rağmen hiç ara vermeden dua etti; 'Ümmetim! Ümmetim!' diye yakardı. Allah aşkına, bir gün yemeseniz, içmeseniz, uyumasanız ölür müsünüz? Ne olur, Arafat'ı boşa harcamayın!" diyerek ikaz etmişti. Öğle ve ikindi namazlarını cem-i takdim ile kılar kılmaz, hep beraber ayağa kalktık, ellerimizi açtık ve Rabb'imize yalvarmaya başladık. Aman ya Rabbi, o ne sözlerdi! O ne güzel dualardı! O ne
tatlı ifadeler ve o ne içli hıçkırıklardı!
Cemal Hoca'mız, El Kulûbu'd-Dâria'nın bazı bölümlerinden ve kendi gönlüne doğan niyazlardan enfes sözlerle bir dua yaptı. Hele "Allahu Ekber!" deyip Cenab-ı Allah'ın büyüklüğünü ilan ederken bir haykırışı vardı ki, yürekleri dağladı! Sonra Abdürrahim Hoca'mızın her cümlesinde Ümmet-i Muhammed'i zikrettiği münacâtı ve Recep Hoca'mızın, kendini mahv u perişan olmuş hisseden ama Cenab-ı Hakk'ın rahmetiyle dirilebileceğinden de ümitli bir insan tavrıyla dile getirdiği içten yalvarışları!.. Daha sonra başka arkadaşlarımızın adanmış ruhlar hakkındaki niyazları, dünyanın dört bir tarafına, bu defa da
kurban vesilesiyle gönül köprüleri kurmaya koşan fedakârlara duaları, bütün müminlerin ve bilhassa
hizmet erlerinin ihtiyaçlarına dair istekleri, herkesin gözlerini yaşarttı, ağlattı. Bir ara çadırımızda sadece hıçkırık sesleri duyulur hale geldi. Samimi gönüllerin "Geldiğimiz gibi döneceksek döndürme, al burada canımızı Allah'ım!.. Yaşatacaksan, ne olur bizi adanmış ruhlara yaraşır bir hayat tarzına mazhar kıl!.." çığlıkları her yanı sarmıştı. Evet, dua ayakta başlamıştı, ama kesintisiz iki saat kadar devam eden vakfe boyunca kimi beyler ve bayanlar yorulup oturmak zorunda kalmış, biraz soluklanınca yeniden ayağa kalkıp semadan bir şeyler koparırcasına ellerini göğe uzatarak duaya devam etmişlerdi. Bu ilk fasıldan sonra beş-on dakika
abdest için ara verilse de, ihtiyaçlarını giderenler yine duaya dönmüş ve güneş gurup edip Müzdelife'ye gidiş hazırlıkları başlayana kadar bu böyle sürmüştü.
-Müzdelife'de neler yapıldı?
-Efendimiz'in (sas) Arafat'ta vakfesini yapıp Müzdelife'nin hakkını veren insanların kul haklarının bile bağışlanacağı müjdesini aldığı, bunun için tebessüm buyurduğu anlatılır. Biz de Müzdelife'de hemen taşlarımızı topladık. Akşam ile yatsıyı cem ettik. Gece teheccüt ve hacet namazları kıldık. Vakti girince sabah namazını eda edip vakfeye durduk. Yakarışa geçtik. Cemal Hoca'mızın "Artık bittim!" diyene kadar yaptığı dualara gözyaşlarıyla âmin deyip, bilhassa hizmet erlerini unutmamaya çalıştık...
Güneşin doğmasına çok az kala "Artık
şeytana ok yağdırma zamanı" deyip Mina'ya doğru yola çıktık.
-Mina'da neler yaptınız?
-Mina'da cemrelere (şeytan taşlanan yerler) yaklaştıkça hepimizi büyük bir heyecan sardı! Etrafımızdaki insanların bir kısmı 'Allah! Allah! Allah!' diyerek sanki düşmanını alt etmeye cenge gidiyormuş gibi koşar adım ilerliyorlardı. Cemrelerin biraz daha boş olan arka tarafına gidip yedi tane taşı, her seferinde "Bismillahi Allahu Ekber rağmen lişşeytâni ve hizbihî." diyerek attık.