Bazı sohbetlerden aldığım bölümleri parça parça da olsa sizlere aktarmak istiyorum:
"Boynuzsuz
koyun, kendisine zulmeden boynuzlu koyundan mahşerde hakkını alacak." meâlindeki hadis-i şerif üzerinde müzakere ederken, fıtratlarını bozan bazı canavar hayvanların dışındakilerin normal fıtrî beslenme zincirine uygun hareket ettikleri, daha çok kaçamayan hastalıklı hayvanları avlayıp yedikleri, böylece "
doğal" değil "irâdî" bir seleksiyonun uygulanarak güzel bir ahengin kurulduğu anlatıldı. Bir arkadaşımız, "Bir belgesel seyrediyordum. Kutup ayısı buzu delip fok balığını avlamak için başında beklemeye başladı. Başlangıçta ayıya kızıyordum. Ama saatler geçti, ayı aç vaziyette beklemeye devam etti. O kadar ki, artık bizar oldu. Bu sefer ben de şu ayının karnını doyuracak bir şeyler çıksa diye dua etmeye başladım." dedi.
Amerika'daki Bosnalılar 'gençlerimiz ne olacak' diye düşünüyorlar. İkinci Dünya Savaşı'nda ABD'ye kaçanların çoğu asimile olmuş. Son katliamda gelenler de asimile yoluna girmişler. Hiç olmazsa Bosna'ya dönsünler diye düşünürken, Avustralya'da eğitim gönüllülerimizi tanıyan Aras Bey, bu
Boşnak ileri gelenlerini Türkiye'ye getiriyor, gezdiriyor. Bizim aslına ve köküne bağlı yetişmiş gençlerle tanıştırıyor ve sonra Bosna'daki Türk okullarına götürüyor. Bunun üzerine "Ümitle dolduk" diyorlar... Şimdi bir istekleri var. "Bazı
İslam ülkelerinde dîni tahsil yapıp gelenlerin tavırları itici oluyor. Ama Türkiye'de yetişenlerin hâli başka!.." diyorlar...
Arkadaşımız Sait Bey dedi ki: "New York'ta 1907'de Polonya'dan gelen Tatarların yaptıkları bir cami var. Şimdi müze.. Kütüphanesi
Osmanlıca kitaplarla dolu... Nesiller kaybola kaybola bitmiş. Bir ara bunların cenazeleri bile kiliselerden kalkar olmuş. Ama şimdi senede iki defa açılıyor. O da
Ramazan ve Kurban bayramlarında. Şöyle de bir karar almışlar: 'Artık cenazelerimiz bundan sonra câmiden kalksın.' Bütün bunlar, şevk ve
destek bekliyorlar..."
Bir arkadaşımız da dedi ki: "Kamboçya'da Ebu Ubeyde
Camii'ne gittim; 50 tekbirle bir namaz kıldılar!.. Ama Endonezya'da Suwato amca ile tanıştım. Bana dedi ki: 'Ben kimsesiz fakir bir çocuktum. Hıristiyandım. Sonra kendim Müslümanlığı
tercih ettim. Çalıştım, gayret ettim, büyük bir iş sahibi oldum. İşyerimde 600
işçi çalışıyor. Artık işyerimin bir bölümünde din dersleri de veriliyor.' Suwato amcalar internetten Hocaefendi'nin eserlerine ulaşmışlar. Endonezcaya tercüme ettirip bastırmışlar.
Bizimkiler 'İzinsiz nasıl bastırırsınız?' deyince, 'Tamam, hatalıyız ama çok sevdik ve beğendik, onun için yaptık, bunun için her cezaya razıyız.' demişler. Bizimkiler de '
Ceza olarak diğer kalanları da tercüme ettirip bastıracaksınız!..' demişler. Sonra Türkiye'ye gelip okulları görünce kendileri bir okul yaptırıp eğitime adanmışlara teslim etmişler. Ama etraftan Suwato amcaya bazıları, 'Türkler İslamiyet'i kaldırıp dinden çıkmadı mı? Siz kâfirlere nasıl okul verirsiniz?' diye karşı çıkmışlar. O da 'Siz bir şey bilmiyorsunuz!' diyerek sömürgecilerin bu
iftira ve propagandalarına karşı durmuş. Bir müddet sonra gerçek anlaşılmış, o tenkit edenler de çocuklarını bu okullara kaydettirmişler."
Hayırlı işlerin çok muzır mânileri olduğu için sabırlı olmak hatta "zamanın çıldırtıcılığına karşı sabırla" güzel işlere devam etmek gerekir...