Bir kartal yumurtası,
tavuk yumurtaları arasına karışır. Yumurtadan çıkıp kendini tavuklar arasında bulan kartal yavrusu bir gün gökyüzünde kartalı görünce imrenir ve şöyle der: "Ne muhteşem bir kuş! Ne kadar yüksekten uçabiliyor. Keşke ben de onun gibi olabilsem."
Yanındaki civcivler ona gülerek, "Biz bir tavuğuz o ise bir kartal. Boşuna hayallere kapılma. Onun gibi yükseklerden uçamazsın." der. Zavallı yavrunun uçmayı denemesi için birinin ona aslında kartal yavrusu olduğunu söylemesi ve onu buna inandırması gerekiyor. Aksi halde ömür boyu tavuklar içinde tavuk gibi yaşaması işten bile değil.
Bu Kızılderili hikâyesindeki yavru kartalın dramı, birçok açıdan
Türkiye'nin durumuna uyuyor. Düne kadar kartalların arasında uçan, yani dünyadaki ilk 5-10 devlet içinde yer alan Türkiye yakın zamana kadar bir tavuk olduğuna fena halde inandırılmıştı. Tarihin akışına bin yıldan uzun süre yön vermiş bir millet için düşünülmüş çok zekice bir yöntemdi bu.
Sadece yönetenleri değil, aslında büyük ölçüde hepimizin bilinçaltını
hedef alan bu operasyonda kullanılan somut mekanizmanın sırrı ise bizim için kurgulanan düşman veya
rakiplerin niteliği ve çapında saklı. Çünkü kim olduğunuz biraz da kendinizi nasıl gördüğünüz ve kendinize kimleri emsal gördüğünüzle birebir alakalı. Yakın zamana kadar esiri olduğumuz iç ve dış düşmanlar tanımı tam da böyle bir formüldü. Koca imparatorluk tecrübemize ve 70 milyonluk nüfusumuza rağmen, dışarıda bize gösterilen en büyük rakip ve düşman 10 milyonluk
Yunanistan'dı. En büyük milli davamız da
Kıbrıs meselesiydi.
İçerisi ise düşman kaynıyordu. Dindarlar,
Kürtler, Aleviler, solcular,
azınlıklar.
Bu düşmanların çoğunun ne kadar kâğıttan ve kurgusal olduğunu anlamak için yavru kartal örneğinde olduğu gibi aslında kartal olduğunuzu anlamanızı sağlayacak bir tecrübeye ihtiyaç vardı.
Son dönemde Türkiye içte ve dışta bu anlamda çok büyük bir tecrübe yaşıyor. 1
Mart tezkeresi, one minute olayı,
büyükelçi krizinde İsrail'in özür dilemesi, Ortadoğu'da Türkiye'ye artan teveccüh, BM
Güvenlik Konseyi seçiminde Türkiye'ye verilen büyük
destek,
Afrika açılımındaki hız ve bir zamanlar hepsi düşman olduğu söylenen komşularla yaşanan kucaklaşma bu tecrübenin dışa dönük yönünü temsil ediyor. Fırsat verilirse bu tecrübenin içe dönük boyutu da yaşanacak.
Dışarıdan bu milleti dizginlemek isteyenlerin böyle kurgular üretmiş olmaları ve bunu başarıyla hayata geçirmiş olmaları bir yere kadar anlaşılabilir. Ve bu, onlar adına büyük bir başarıdır. Ancak tuhaf olan, bu senaryonun içeride sahiplenilmiş olması ve milletin kendi evlatlarıyla aşkla devam ettirilmek istenmesi.
Camilerin bombalanarak iç düşmanın oluşturulmasını, Ege üzerinde savaş uçağı düşürülerek dış düşmanın üretilmesini hedefleyen
Balyoz Darbe Planı'nın satır aralarını okurken, bunu düşündüm. Çünkü bu planda ortaya çıkan tablo, Türkiye'nin şimdiye kadar gerçekten ne kadar kurgusal, yapmacık ve suni bir kıskaç içinde tutulduğunu çok net olarak ortaya koyuyordu.
Baştan beri Türkiye'yi dünya siyasetinde ağırlığını unutarak
küçük çakıl taşlarıyla meşgul etmenin aracı olan Yunanistan'ın, gerilime ihtiyaç duyulduğunda akla gelen ilk adres olması çok manidar. Türkiye'de hükümeti aciz duruma düşürmek için hazırlanan ve dönemin
Harp Akademileri Komutanı İbrahim Fırtına'nın imzasını taşıyan
Oraj Hava Harekât Planı'nda aynen şu satırlar yer alıyor: Ege uçuşları sırasında Yunan Hava Kuvvetleri'ne ait uçaklar
taciz edilerek bir çatışma ortamı oluşturulacak. Mümkünse bir uçağımızın Yunan kuvvetleri tarafından düşürülmesi sağlanacak, bu gerçekleşmediği takdirde özel filo personelinden bir pilotun uygun zaman ve yerde kolundaki uçağa atış yapmak sureti ile kendi uçağımızın düşürülmesi sağlanacaktır. Uçağın Yunan tarafınca düşürüldüğüne dair medyada haberler yaptırılarak AKP hükümetinin bu konudaki acizliği ortaya konulacaktır."
Şayet gerçekse insanın kanını donduran bu satırlar, içte ve dışta kurgusal düşman üretme mantığının kanıtı değil mi? Umalım, içerideki ve dışarıdaki bu karanlık planların deşifre olması, milletçe tavuk olmadığımızı anlamamıza yardımcı olsun.