Türkiye'de merkez medyanın yıllardır merkezinde yer alan Mehmet Ali
Birand'ın, 'Evet, genlerimizde
darbecilik vardı' (19
Mayıs); 'Darbeciliğe kimse
itiraz etmedi' (2
1 Mayıs); 'Neden darbelere
destek verdik?' (24 Mayıs) başlıklı yazılarını kaçıranlar mutlaka arşivden bulup okusun.
Ergenekon adı altında yürüyen ilk darbe davasında,
emekli ve
muvazzaf askerlerin yanı sıra neden akademisyen ve gazeteci gibi
sivillerin de cezaevinde bulunduğunu anlamakta güçlük çeken
yerli ve
yabancılar için
zihin açıcı nitelikte tarihi itiraflar bunlar...
Cuntalar karşısında
demokrasiden yana olması beklenen medyamızın, neden bu davayı uzun süre görmezden geldiğini; konunun özünden çok davayı yürütenleri itibarsızlaştırmayı ve süreçteki aksaklıkları abartarak davayı sabote etmeyi
tercih ettiğini anlamak için Birand'ın sesine azıcık insafla
kulak vermek yeterli.
'Neden darbelere destek verdik?' başlıklı yazıda şöyle diyor Birand: "Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren, bu iki düşmana (irtica ve
Kürt sorunu) karşı sürekli aynı sert yaklaşımı gösterdik. Kendi sistemimizin mühendisliğini yaptık. Bu sistemi oluştururken de bu
ülkenin sadece bize ait olmadığını,
dindar kesim ve Kürtlerle de paylaşmamız gerektiğini hiçbir zaman kabullenemedik. Düşünmedik dahi... Düşünenlerimizi de hapishanelere yolladık. Ne Cumhuriyet'in siyasi sistemini ne de laik kesimin
egemen olduğu
ekonomik pastayı paylaştık. "Hep bana-hep bana..." dedik. Böyle bir
baskı altında kaldıkça, bu iki düşman da radikalleşti. Başka bir cephe oluşturdular ve siyasi-ekonomik pastayı paylaşmak ister oldular. İşte o zaman da, hemen askere başvurduk. Demokrasi adına, darbelerle ince ayar yaptırdık..."
Birkaç satır da 'Evet, genlerimizde darbecilik vardı' yazısından: "Bizim için, (yani laik merkez medya mensuplarının büyük bölümü için) öncelik demokrasi veya
Parlamento değildi.
Genelkurmay daha önemliydi. Bundan daha normal bir şey olmazdı ki... Bizler böyle yetiştirildik. Genlerimize, belki de farkına varmadan darbecilik işlendi.
Komutanların üstünlüğünü sorgusuz kabul ederdik. Üniformaların pırıltısını yarı hayranlık, yarı korkuyla izlerdik. Bütün darbeleri anlayışla karşıladık. Yardımcı olduk..."
Aslında Mehmet Ali Birand'ın yeni dile getirdiği medyamıza ait bu
çürük tabloyu, yıllardır yazıp çizen birçok isim var.
Nokta Dergisi'nde yayınladığı '
Darbe Günlükleri' ile Ergenekon davasının başlamasında önemli payı olan; titiz ve dürüst eleştirileriyle medyayı kritiğe tabi tutan Alper Görmüş, bu isimlerden. Zaten Birand'ın bu itiraflarını tetikleyen de onun piyasaya yeni çıkan kitabı, 'Büyük
Medyada Ergenekon Haberciliği'.
İstanbul'da bir araya geldiğimiz El Pais,
Reuters, BBC gibi yabancı medya muhabirlerine yeni kitabını ve Darbe Günlükleri'nin yayınlanmasından sonra başına gelenleri anlatan Alper Görmüş'e göre, Birand'ın itirafları, merkez medyaya dair şimdiye kadar söylediklerini tam doğrular nitelikte.
Sorunun, normal bir demokraside olması gerekenin aksine Türkiye'de büyük/merkez/geleneksel medyanın, kendini toplumun değil devletin parçası olarak görmesinde yattığını ve bunun genlere işlediğini düşünen Görmüş'ün, dine mesafeli olsa da bir ermişi andıran duruşu ve doğrucu eleştirilerinden nasibini almayan kalmadı:
Asker, yargı, sol, Batı medyası, hükümet, muhafazakâr kesim...
Bunların hepsi tek tek ele alınmayı hak ediyor. Ama
Nilüfer Göle'nin dünkü Today's Zaman'a söylediği gibi, Türkiye'nin ilk kez bu kadar çoğulcu hale gelip, her sorunu açıkça tartışmaya başlamasında önemli rol oynayan
AK Parti ve bu sürece sivil destek veren
Gülen Hareketi aleyhtarı yayınların sayısındaki artış nedeniyle Görmüş'ün Batı medyasının Türkiye'yi
okuma biçimine dair tespitleri çok önemli. Misyoner cinayetleri,
Hrant Dink suikastı, darbe girişimleri gibi Batı'nın
doğal olarak ilgilenmesi beklenen konuları içeren Ergenekon dosyasına mesafeli yaklaşması, Görmüş'e göre Batı medyasının Türkiye ezberinden kaynaklanıyor:
"Batı medyasının 2000'lerde
misyoner cinayetlerini, Dink suikastını ve azınlıklarla ilgili problemleri nasıl ele aldığını çok iyi hatırlıyorum. Batılı ezber şöyle der: Türkiye'de
İslami hükümet var ve şeriattan korkan laik kesimler var. Ayrıntıya inip nüansları görmezsen, 'Türkiye'nin şeriatçıları Hıristiyan azınlığa saldırıyor' sanırsın. Halbuki gerçek tam tersidir. Cinayetlerin kaynağı İslam değil, seküler ulusalcılık. Batı medyasının Türkiye'deki temaslarının daha çok laik çevrelerle olması da bu yanlış algıyı pekiştiriyor. Halbuki Türkiye, ezberlerle anlaşılmayacak özgün bir ülke."
İçeride ve dışarıda medyanın bakışı bu kadar şaşı iken özlediğimiz gerçek demokrasinin bir türlü Türkiye'ye gelmemesi şaşırtıcı mı?