Küresel dünyanın nabzının attığı Manhattan'da, ülkemiz için
gönüllü lobi üssü gibi çalışan Türk
Kültür Merkezi'nin davetlisi olarak birkaç gündür
Amerika'dayım.
BM'de ülkelerini temsil eden diplomatların, bu ülkede yaşayan Türk ve Amerikalı akademisyen ve gazetecilerin bulunduğu gruplara, ülkemizde yaşananları ve özellikle Türk dış politikasının dinamiklerini anlatmaya çalışıyoruz.
Önce, New York'taki kültür merkezinde bir toplantıya katıldık. Kuliste
Avrupalı bir diplomatın,
İran girişimine dair dile getirdiği istifhamlar, Batı'nın
Türkiye tarafından ortaya konulan bu kadar iyi niyetli bir çabaya bile nasıl olumsuz yaklaşabildiğini gösterdiği kadar, aradaki
iletişim uçurumuna da işaret ediyordu. Çünkü Erdoğan ve Davutoğlu'nun, sürecin baştan sona Avrupa ve ABD ile temas halinde götürüldüğü sözlerine rağmen, sorular ve Batı basınında yazılanlar, Türkiye'nin adeta kendi başına gelin güvey olduğunu ima ediyordu.
Ardından Boston'a geçip, Harvard ve MIT gibi dünyanın en önemli üniversitelerinde doktora, post-doktora yapan çok zeki öğrencilerle birkaç saat geçirdik. Gençlerin, her konuyu derinden ırgalayan sorularını cevaplarken zaman zaman zorlansak da akıntıya
kürek çekmeyen, ahlaki rölativizm tehlikesine karşı tetikte olan duyarlılıkları, vatan sevgileri ve tevazularıyla umutlandık.
Princeton Üniversitesi'nde de benzer bir toplantı düzenlenmişti. Princeton'a geçerken, Milli Takım'ımızın
Çek Cumhuriyeti ile yaptığı
hazırlık maçını
izleme fırsatı bulduk. Ay-yıldızlı bayrakları, kırmızı-beyaz tişörtleri, ellerinden tuttukları çocukları ve kıyafetlerine yansıyan farklı siyasi çizgileriyle Newark'taki Redbull Arena'ya akan 20 bin soydaşımızla Atlantik'in ötesinde, sanki
Şükrü Saracoğlu ya da İnönü'deymişiz gibi milli heyecan yaşadık.
İngilizce ve
Amerikan aksanlı
Türkçe konuşan Türklere
kulak misafiri olmak hoştu. Trafik sıkışınca şeridini beklemeyip kaynak yapmaya çalışanlar, ters yöne girenler, kornalarına basanlar,
Adana kebapçıları, etli ekmekçileri ve
İstanbul Marketi ile iyice Türkleşmiş Paterson'da
zafer kutlaması yapan insanlarımız, içimizde sanki
Atlas Okyanusu aradan çekilmiş, Hudson Nehri'nin yerini de
Haliç almış gibi bir his uyandırdılar.
Programdan fırsat bulunca, artık siyasi literatürümüze sağlam bir şekilde girmiş bulunan Pensilvanya'ya uğrayıp
Fethullah Gülen Hocaefendi'yi ziyaret ettik.
Uzun zamandır talebeliğini yapan Osman Şimşek'in, gurbet günlerini kaleme aldığı "İbretlik Hatıralar"ı okurken, vatan hasretiyle yüreği dağlanan, ıstırabına ortak olamadığımız Hocaefendi'nin Amerika'da ferahfeza bir hayat yaşadığı ithamlarının ne kadar yanlış ve rencide edici olduğunu daha iyi anladım.
Çünkü Hocaefendi, birçoklarının hayalindeki Mehlika Sultan olan Amerika'nın tamamını, en
küçük vatan toprağına değişmeyeceğini söylerken gözyaşlarını tutamıyor. Onun gözünde, bu kaderi ve zoraki ikametin, Yusuf (as)'un atıldığı kuyudan farkı yok.
Dahası, o, öğrencileri ve sevenleriyle paylaştığı evde kullandığı odanın kirasını her ay muntazaman ödeyen bir hassasiyete sahip: "Bina
vakıf malı olduğu için ücretini vermediğim ve kullanma hakkını satın almadığım bir mekâna secde etmekten korkuyorum. Kendi odam ile namaz kıldığımız salonun kirasını veriyorum. Yine de içim rahat değil. Aslında buraları sadece kendim için kullanmıyorum. Her zaman diğer arkadaşların da istifadesine açık tutuyorum. Ama buraya gelen insanlar, ekseriyetle benden dolayı geliyor. Hepsi benim misafirim. Öyleyse bütün binanın kirasını ben mi vermeliyim?
Allah bana bunu sorar mı, diye tereddüt ediyorum."
6 günlük Amerika seyahatinin ilginç kesitlerinden biri de Harvard'da kıldığımız cuma namazıydı. Üniversitenin tahsis ettiği bir konferans salonundaki namazda hutbeyi, bir doktora öğrencisi okudu. Amerika'da olsam da zihnimin yarısı CHP'deki tartışmalara kilitlenen Türkiye gündemiyle meşgul olduğu için, son çıkan bir albümün sözleri, Goethe'nin şiirleri ve İkbal'in mesnevisinden izler taşıyan İngilizce/
Arapça hutbeyi dinlerken, kendime sormadan edemedim: Acaba değişim sembolü
Kemal Kılıçdaroğlu ve partisi,
Boğaziçi,
ODTÜ veya
Bilkent kampüsünde, bir doktora öğrencisinden Nazım Hikmet, Said
Nursi, Bergson,
Fethullah Gülen ve T.S.Eliot'tan izler taşıyan bir hutbe dinleme fikrine ne derdi?