Lizbon- Washington'da Türk-
Amerikan ilişkilerinin nasıl göründüğünü konuşurken, ilişkilere sıcak bakıp geliştirilmesi için kafa yoran herkesin ortak bir temennisi vardı.
Şöyle diyorlardı: Ne yapın edin,
füze kalkanı yüzünden yeni bir krize fırsat vermeyin. 27 NATO üyesinin uzlaştığı noktada tek kalırsanız, ilişkileri sabote etmek isteyenlere gün doğar. BM'deki
İran oylamasından sonra yeni bir krize tahammül yok.
İşte şimdi, Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül,
Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu,
Savunma Bakanı Vecdi
Gönül'le birlikte bu kritik konunun karara bağlanacağı Lizbon'daki NATO toplantısındayız. Kuşkusuz zirvenin tek gündemi, füze
savunma veya
füze kalkanı konusu değil. 2 yıldır üzerinde çalışılan ve örgüte 10-15 yılda yol gösterecek yeni güvenlik konsepti burada netleşecek. Özünde bir Soğuk
Savaş artığı olan NATO'nun yeni şartlara nasıl ayak uyduracağı konuşulacak. Lizbon'a devlet başkanı düzeyinde gelen Rusya'nın NATO ile ilişkileri ele alınacak. Kıbrıslı
Rumların AB üyesi olduğu 2004'ten beri tıkanan NATO-AB ilişkilerinin rayına oturtulması da gündemlerden biri. Rumlar,
Türkiye'yi AB güvenlik mekanizmalarından dışlıyor;
Ankara da AB'nin NATO imkânlarını kullanmasını engelliyor.
Fiyaskoyla sonuçlunırsa örgütün bütün prestijini
batıracak
Afganistan operasyonu masaya yatırılacak. Bu yüzden Hamid Karzai'nin ve NATO üyesi ülkelerin liderlerinin yanı sıra Afganistan'daki çokuluslu güce asker gönderen tüm ülkelerin temsilcileri burada.
ANA uçağında Cumhurbaşkanı Gül'le biraz iç siyasetin yanında daha çok bu konuları konuştuk. Yer yer sohbete Davutoğlu ve Gönül de katıldı. Ortamda, dışarıya yansıyan, sanki başta ABD tüm NATO üyeleri bir yanda Türkiye diğer yanda, kozların paylaşılacağı bir toplantıya gidildiği havası yoktu. Aksine ev ödevlerini yapmış olmanın rahatlığı içindeydiler. Zira bu kritik toplantı öncesi, Cumhurbaşkanı'ndan Başbakan'a,
Genelkurmay Başkanı'ndan
Dışişleri Bakanı'na devletin zirvesi Çankaya'da bir araya gelmiş; temel ilkeler ve yapılacaklar belirlenip bunlar yapılmıştı.
Bu çalışmalar sayesinde, "Kurulacak
sistem ABD değil, NATO projesi olsun; Türkiye'nin ve NATO ülkelerinin tümünü kapsasın; masraflar paylaşılsın; İran,
Suriye gibi düşman isimleri belirtilmesin" gibi Türkiye'nin
itirazlarına ABD dahil neredeyse bütün muhataplar sıcak bakar hale gelmişti. O kadar ki, NATO Genel Sekreteri
Rasmussen, konuyla ilgili ilk makalesinde İran ve Suriye'den ismen bahsederken, ikaz üzerine son yazılarında bunu yapmamıştı.
Ancak yine de içeride ve dışarıda yazılıp çizilenler, füze tartışmasında Türkiye'yi spota koymuş durumda. Söz gelimi BBC adına zirveyi izleyen muhabir,
Portekiz savunma bakanıyla yaptığı röportajda Türkiye'nin bu konudaki tutumunu soruyordu.
Halbuki diplomatlar, zirvede asıl baş ağrıtan itirazların
Fransa ve Almanya'dan geldiğini söylüyor. Özellikle Fransa, kurulacak sistemin nükleer güç olmasından kaynaklanan ağırlığına zarar vereceği endişesiyle rahatsız.
Tabii, hiç kimsenin 1952'den beri ortağı olduğu NATO'nun geliştirdiği bir projeyle ilgili düşüncesini ortaya koyduğu için Türkiye'yi
kınama hakkı yok. Ayrıca dengeyi kaçırmamak ve abartmamak kaydıyla, bir ayağı Batı'da olan Türkiye'nin Ortadoğu'yu tehdit tahtasından çıkarma gayreti bölgenin takdir etmesi gereken, aslında Batı'nın da ihtiyaç duyduğu insani ve ahlaki bir duruş.
Cumhurbaşkanı Gül, adı Danimarka'daki
karikatür kriziyle özdeşleşen Rasmussen'in NATO genel sekreterliğine adaylığına tek başına nasıl itiraz edildiğini ve bu sayede ilk kez Türklerin örgütte önemli konumlara geldiğini, Roj TV davasının bu sayede açıldığını hatırlatarak dile getirdiği, "Gerekirse tek başımıza da kalsak doğru bildiğimizi savunuruz." sözleri önemli. Gül'ün eksen tartışmaları çerçevesinde ifade ettiği, "Jeopolitik gücünü, tarihi bağlarını kullanmadığı için asıl şimdiye kadar Türkiye'nin ekseni yanlıştı. Şimdi yerine oturuyor." sözleri de bu çerçevede okunmalı.
Elbette, uzun zamandır Ankara'dan, genelde söyleneni kabul eden bir yaklaşım gören Batı için bu, yeni bir durum. Ama Türkiye'nin AB'ye gece yarısı saati durdurtan bu sıkı pazarlıkçı şöhreti, önemli başkentlerde çoktan not edilmiş durumda. Kim bilir, belki Türkiye'nin artık çantada
keklik olmadığını da kabul ederler.