Başbakan Erdoğan ve beraberindeki
heyet Mısır'da temaslarda bulunurken, gazeteci olarak bizim nasibimize, bu tarihî ziyareti izlemek yerine okyanusun ötesinde
Türkiye-Orta
doğu ilişkileri üzerine konuşmak düştü.
Austin'deki
Texas Üniversitesi'nde,
Ortadoğu Araştırmaları bölümü ile Raindrop Türk
Kültür Merkezi'nin ortaklaşa düzenlediği konferansın başlığı, "Yeni Ortadoğu'nun şekillenmesinde Türkiye'nin rolü" idi.
Merak edilen sorular belliydi: Ne oldu ki, Kahire'de bir Türk başbakanı binlerce kişi tarafından karşılanıyordu? Türkiye ve Ortadoğu sokağı, bu hızlı ve sıcak yakınlaşmaya nasıl bakıyordu? Bu, yeni dış
politikada, Türkiye'nin Batı'dan koptuğu anlamına mı geliyordu? Değişimin dinamikleri neydi?
Amerika'da insanları bir yere toplamanın pek kolay olmadığını; bazen çok önemli isimlerin 5-6 kişilik izleyici gruplarına konuşmak zorunda kaldığını bildiğimden beklentim düşüktü. Ama herhalde çok iyi bir zamanlamayla organize edildiği için tahmin ettiğimden büyük bir ilgi vardı toplantıya. Salonda boş yer kalmamıştı. Dinleyicilerin çoğu bölümün
öğretim hocaları ve öğrencileriydi.
Önce, Türkiye ve Ortadoğu halkları arasındaki hızlı yakınlaşma sürecini takip edenler için Kahire'de Erdoğan'a gösterilen büyük teveccühün
sürpriz olmadığını anlatmak gerekiyordu. Zira son dönemde yapılan bütün kamuoyu araştırmaları, Ortadoğu'nun Türkiye'ye ne kadar sıcak baktığını gösteriyordu. TESEV'in Mısır,
Suriye,
Irak, Suudi
Arabistan gibi ülkelerde 2010 sonunda yaptığı araştırmaya göre,
bölgedeki insanların yüzde 80'i Türkiye'ye sempatiyle bakıyordu. Yine Fatih Üniversitesi'nin ağırlıklı olarak komşu ülkelerde yaptığı araştırmada da Türkiye'nin bölge için
model olduğunu düşünenlerin oranı oldukça yüksek çıkmıştı (yüzde 62).
Belki bu göstergeler kadar, hatta onlardan önemlisi Türkiye'de de halkın bu ilgiye bigane kalmaması; Ortadoğu'ya dönük aktif
siyaseti desteklemesiydi. Çünkü Ortadoğu'ya halkın sıcak bakması; bu politikanın dar bir elitin ideolojik tutumu olmadığını gösterdiği gibi, sürdürülebilir olma ihtimalini de güçlendiriyordu.
Bu çerçevede yine TESEV'in Türkiye'deki
dış politika algısı üzerine 2010 sonunda yaptırdığı araştırmadan çıkan sonuçları hatırlamakta yarar var. Buna göre halkın yüzde 65'i genel olarak dış politikayı başarılı buluyordu. Araştırmanın diğer detayları, dış politika yapıcılarına ve
AK Parti iktidarı için de çok önemli ipuçları taşıyan mesajlar içeriyordu. Bir kere, halkın yüzde 78'i Türkiye'nin Ortadoğu ülkeleri için model olabileceğini düşünüyordu. Ama aynı zamanda, Türkiye'nin
Filistin-
İsrail sorununda arabuluculuk yapmasına sıcak baktığını ( yüzde 75); AB üyeliğini desteklediğini (yüzde 69) ve İran'ın nükleer
silah elde etmesine karşı olduğunu (yüzde 65) söylüyordu.
Karşılıklı bu sıcak yaklaşımların arka planında sadece
Osmanlı dönemi bile ele alınacak olsa 400 yıllık tarihi birliktelik, dini, kültürel ortak bağlar gibi pek çok faktör vardı. Ancak bunlardan en önemlisi, bir zamanlar "
Kâbe Arap'ın olsun/ Bize
Çankaya yeter" diyecek kadar bölge gerçeklerinden, tarihten ve İslam'dan uzak düşmüş ideolojik tavrın etkisi altındaki Türkiye'nin, normalleşerek kendi kimliği, tarihi ve komşularıyla barışmaya başlaması;
demokrasi ile dini değerleri arasında bir denge kurması;
sivilleşme ve
ekonomik kalkınma alanında rahmetli Özal'ın ilk reformlarından bu yana son 30 yılda çok ciddi bir dönüşüm yaşaması. Dolayısıyla Türkiye ile Ortadoğu arasındaki ilişkilerden söz ederken, çok hızlı bir dönüşüm yaşayan bir bölge ile her alanda ciddi dönüşüm geçiren ve geçirmekte olan bir ülkeden bahsediyoruz.
Bu noktada hem Türkiye'nin hem de gerçekleştirdiği devrimlerle kendine güven kazanmış Ortadoğu halklarının önünde bir
tehlike bekliyor. Türkiye'yi bekleyen risk; yukarıdaki dış politika anketinde de ortaya çıktığı gibi Türk halkının Doğu ile Batı arasındaki dengeli tutumunu ve çok boyutlu dış siyaset arzusunu göz ardı ederek Ortadoğu endeksli bir siyasetin içine hapsolmak.
Ortadoğu sokağını bekleyen en büyük risk ise Türkiye'nin 30 yıldır her alanda içinden geçtiği toplumsal, ekonomik ve siyasal dönüşüm sürecini ve siyasi iktidarından çok renkli/güçlü sivil hayatına bugünkü tabloyu hazırlayan temel dinamikleri göz ardı etmek. Başbakan Erdoğan'ın şahsına ve politikalarına duyulan ilgi her Türk vatandaşını gururlandırmalı; ancak Ortadoğu halkları bir liderle veya bir partiyle aynı neticeyi alabilecekleri düşüncesine savrulurlarsa büyük hata ederler. Meşakkatli de olsa tabandan bir değişim ve dönüşüm olmazsa, tepede kurulacak 'kurtarıcı' yapıların geleceği, acıdan başka bir şey sunmayan
Baas ideolojisi ve Nasır'ın liderliğinden farksız olmaz!