Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan ve
AK Parti'nin önde gelen diğer isimleri,
Sarkozy ve Merkel gibi isimlerin haksız tutumlarına ve AB'nin çifte standartlarına kızdıklarında şöyle diyorlardı: "
Kopenhag Kriterleri onların olsun. Biz aynı standartlara
Ankara Kriterleri der, yolumuza devam ederiz."
Gönül çok isterdi,
Türkiye'nin dışarıdan bir etki olmadan, Ankara Kriterleri ile kendi evini düzeltmesini. Demokrasi, hukuk ve ekonomi standartlarını dünyada parmakla gösterilecek bir noktaya taşımasını. Dünyanın
doğusunda ve batısında insanların, her alanda kendi seviyelerini yükseltmek için Ankara Kriterleri'ni örnek almalarını.
Gönül bunu ne çok isterdi; ama gerçekler böyle değil. Yakın dönemde elde edilen özgürlüklerin çoğu, maalesef dış etki sayesinde oldu. 1946'da çok partili hayata geçişimiz, uluslar arası konjonktürün zorlamasıyla olduğu gibi, 1982
darbe anayasasındaki özgürlükçü tadilatlar da AB sürecinde yapıldı. Belki milli gururumuza ters; ama gerçek bu.
2007'deki
Köşk krizinde, 2008'deki parti
kapatma sürecinde, Ergenekon'la mücadelede ve şimdi yeniden gündeme gelen
parti kapatma söylentileri karşısında Ankara Kriterleri'nin ne olduğunu AK Parti çok yakından gördü. Bunu her gördüğünde de Kopenhag Kriterleri'nin hâlâ zaruri bir adres olduğunu fark etti. Keşke sağ, sol, liberal, Türk,
Kürt,
dindar elitler kafa kafaya verip, Türkiye'ye özgü kendi değişim/
gelişim modelini üretebilse. Ama bu formül üretilene kadar AB sürecinde ortaya çıkan yol haritasını izlemek şart.
Gecikmeli de olsa bunu gören AK Parti, son anayasa değişikliği paketini de AB sürecinin parçası olarak açıklıyor. Paketin,
Avrupa'daki değişik kurumlardan şimdiye kadar gelen
teklif ve eleştiriler ışığında hazırlandığını söylemeleri bu yüzden. Her fırsatta Avrupa uygulamalarını anlatan
Adalet Bakanı Sadullah Ergin,
Yargı Reformu Stratejisi'nin, "Yargı ve İnsan Hakları" konularını ele alan 23'üncü faslın açılış kriteri olduğu hatırlatması da bundan.
Türk hukuk sistemini bilen Avrupalı isimler de bu yaklaşımı doğruluyor. Hazırlanan paketin, tüm sorunları çözmese de Türkiye'yi Avrupa standartlarına yaklaştıracağını söylüyorlar. Bu yöndeki en önemli açıklama, Avrupa'nın hukuk alanındaki en yetkin otoritesi sayılan
Venedik Komisyonu Genel Sekreteri'nden geldi. Today's Zaman Ankara Temsilcisi Abdullah Bozkurt'a konuşan Komisyon Genel Sekreteri
Thomas Markert, pakete tam
destek verdi. Çağdaşlığından kimsenin şüphe edemeyeceği bu ismin sözlerini birlikte okuyalım: "
HSYK ve
Anayasa Mahkemesi'ne Meclis'in üye seçmesi çok önemli. Yüksek yargıda geniş temsil sağlanması
adalet sistemine meşruiyet, şeffaflık ve
hesap verirlik sağlar. Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı, toplumda adalet sistemine olan güveni artıracaktır. HSYK ve Yüksek
Askerî Şûra kararlarına temyiz yolunun açılması memnuniyet verici. Parti kapatmada, Meclis'in de yetkilendirilmesi olumlu. Çünkü bu, sadece bir savcıya bırakılamayacak kadar önemli bir konudur."
Genel Sekreter, ayrıca diyor ki, Türkiye bizden bu paketle ilgili
yardım isterse, seve seve bunu yaparız. Çağdaşlık adına pakete karşı çıkanlara verilecek en iyi
cevap, AK Parti'nin bu çağrıyı değerlendirmesi olur. Bunu yapıp yapmayacağını kendileri bilir, ama tuhaf olan bir nokta, Doğu Avrupa ve Balkanlar'daki ülkelerin demokratikleşmesine yardımcı olan
Venedik Komisyonu'ndan gelen bu açıklamaların ilerici çevrelerin düşüncelerine hiç etki yapmaması. Yüksek yargı ve
CHP, sanki bu açıklamalar
İran Devrim Konseyi'nden geliyor gibi davranıyor.
Türkiye'deki mevcut sisteme hiçbir Avrupa ülkesinden örnek gösteremeyen bu çevrelerin tek sığınağı var: Türkiye'nin özel koşulları. Bunun anlamı şu: Türk milleti, Avrupalılar kadar
demokrasiye layık değildir. Ancak darbe anayasasıyla yönetilebilir. Türkiye, çağdaş uygarlıkların bırakın üstüne çıkmayı, hep gerisinde kalmalıdır.
Ne hazin değil mi? Bu tezler, 80 yıl önce bu milleti Anadolu'dan kovmak isteyenlerin dilindeydi ve
Atatürk ile arkadaşları bu fikirlere karşı savaşıyordu. Şimdi ise Atatürkçülük adına değişime karşı çıkanlar, bu tezlere sarılıyor...?