Son yılların en önemli gazetecilik olaylarından biri, hiç kuşkusuz
Nokta dergisinin, eski
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek'in 'Darbe Günlükleri'ni yayınlamasıydı.
Ancak derginin yayın yönetmeni Alper Görmüş gayet açık sözlü ve mütevazı bir tavırla, " Ele geçirdik, demiyoruz. Günlükler bize geldi " demişti.
Başka ülkelerdeki durumu bilmem ama Türkiye'de " araştırmacı gazeteci " olunamaz. Çünkü devletin tekelindeki bilgiye ulaşamazsınız.
Bırakın gazetecileri, o bilgilere milletvekilleri de ulaşamaz.
Peki, ne olur?
O bilgi uygun zamanda verilir. Yani moda tabiriyle
servis edilir . "Al bunu yayınla" denilir.
Mesela
Emin Çölaşan, mahrem konuları kaleme alan kadın gazetecileri fırçaladığı bir yazısında, " Bunların masasına
dosya gelmez " deyivermişti.
Çünkü dosyalar, devletin çeşitli birimlerinden yola çıkan Minik Kuş tarafından Çölaşan'ın masasına kadar getiriliyordu.
Bunları yazmamın sebebi " haysiyetli " gazeteciler:
Hani Anayasa Mahkemesi
Başkanvekili Osman
Paksüt'ün,
Kara Kuvvetleri Komutanı
Org. İlker Başbuğ ile buluşmasını yazdı diye,
Taraf gazetesine kızanlar...
Gerçekten "haysiyetli" tipler, çünkü yukarıda anlattığım ' bilginin servis edilmesi' olayını, (çoğu yöneticilik de yaptığı için) gayet iyi bilirler.
Hatta o kadar iyi bilirler ki icabında, " Niye haberi rakibime verdin de bizim gazeteye vermedin " diye apaçık yazarlar.
Tabii şunun da farkındalar: Günümüzde
kavga sadece " merkez ve çevre " arasında değil, devletin içinde de sürüyor.
Kapışan odaklar, birbirlerinin aleyhine olacağını düşündükleri bilgileri, "yayınlayacağına emin oldukları medya kuruluşuna" veriyorlar.
Mesela Paksüt ile Başbuğ'un buluştuğu bilgisi Hürriyet'e de ulaşmış.
Ankara Temsilcisi Enis Berberoğlu'nun yazdığına göre, Paksüt'e iki kez soruluyor. Paksüt, "
Hayır, buluşmadım" diyor.
Haber Taraf gazetesinde yayınlanınca
itiraf ediyor: " Evet, buluştum ." Berberoğlu da, " Yargıçların kararlarıyla konuşmaları esastır. Ama daha önemlisi, tam doğruyu söylemeleridir" diyerek yalan söyleyen Paksüt'e sitem ediyor.
Ancak haysiyetli yorumcularımız bütün bunlar olmamış gibi, PaksütBaşbuğ buluşmasını sorgulamak yerine, Taraf'a yükleniyor, komplodan söz ediyor, " Demek ki Paksüt izleniyormuş " diyor.
Haysiyet dağının zirvesine tırmananlar ise Paksüt-Başbuğ buluşması için sanki " normal, olağan, sıradan " bir olaymış gibi, " Canım ne var bunda " diyenler. Diyebilenler.
Paksüt ve Başbuğ'un devlet içindeki konumlarının önemini bir yana bırakıyorum. (O düzeydeki insanların yaptıkları ve söyledikleri hemen her şey haberdir. Hele bugünlerde!)
Buluşmanın şekli bile haysiyetli arkadaşlarımızı harekete geçiremiyor: Bir saat 15 dakika süren görüşmede Genelkurmay'daki güvenlik kameralarının kapatılması ve komuta katının boşaltılması da gayet "normal, olağan, sıradan" bir durummuş. " Canım ne var bunda? "
Fenerbahçe'nin yeni
teknik direktörünü herkesten önce öğrenmek için pantolonlarının ağını yırtanların ya da Erdoğan ile Büyükanıt'ın
Dolmabahçe görüşmesinin içeriğini öğrenebilmek için
küçük parmaklarını feda etmeye hazır olanların, Paksüt ile Başbuğ'un ne yaptığını merak etmemesi size tuhaf mı geliyor?
Hayır, hayır; tuhaf bulmayın.
Açığı, kapalısı, yarımı, çeyreği, postmoderni ya da yargısalı fark etmez.
Onlar daima
darbeden yana olmuştur; elbette sadece ve sadece haysiyet gereği.