Bir insan hem haddini bilmez, hem cüretkár, hem de asgari nezaket kurallarından yoksun olunca, ortaya böyle bir ‘sonuç’ çıkıyor.
Bu ‘sonuç’un ismi
Ertuğrul Özkök.
Dönüp kendisine bakması, ‘Ben ne biçim bir adamım? Neden bir tek sevenim bile yok ve esasında neye
hizmet ediyorum? Bugüne kadar yaptıklarım en sert biçimde yüzüme vurulduğu, ne kıratta bir adam olduğum defalarca ortaya saçıldığı halde, hálá hangi yüzle insan içine çıkıp konuşabiliyorum?’ demesi gereken
Ertuğrul Özkök, sosyolog yanını konuşturarak ortaya attığı saçmalığı aynı cüretkar üslubuyla devam ettiriyor.
Efendim,
Türkiye’de gerginlik varmış.
Bu gerginliği
Başbakan Erdoğan sona erdirebilirmiş?
Ne yapmalıymış?
Gidip
içkili bir yerde vatandaşlara kadeh kaldırmalıymış.
Hayır, ille de içki içmesi gerekmezmiş. Elma suyundan da uzak durmalıymış; şarap sanabilirlermiş. Ayranı da, renginden dolayı rakıyla karıştırabilirlermiş.
Şöyle ‘taze sıkılmış bir
portakal suyu’ da olabilirmiş.
Neden böyle bir şey yapmalıymış?
Çünkü şort giyiyormuş.
Şort giyen bir Başbakan, pekála içkili bir yere gidip kadeh de kaldırabilirmiş.
Bu tabloyu gören vatandaş, ister istemez, ‘Hmm, demek ki bunlar da bizim gibi yemek yiyormuş. Demek ki, zannettiğimiz gibi
tehlike arzetmiyorlarmış’ diyecekmiş.
Dolayısıyla, memlekette gerginlik bitecek, sulh iklimi
egemen olacakmış.
İşte bunları yazıyor, ‘Ben kimim ki? Ne hakla kendimi takdir makamında görüyorum?’ demesi gereken Ertuğrul Özkök...
Sonra da ‘mevzun cüretini’ sürdürüyor:
Beklemiş ama, Başbakan böyle bir harekette bulunmamış.
Birçok kişi merak ediyormuş.
Hatta yolda çevirip kendisine soruyorlarmış.
Başbakan ne zaman gidip kadeh kaldıracakmış?
Oysa, ‘kadeh kaldırmanın sadece sembolik anlamı’ varmış.
Bu sembolik
jest Başbakana ağır geliyorsa, sadece o mekánlarda bulunması bile yeterliymiş...
Görüyorsunuz değil mi cüretin boyutlarını?
Bunu da, üstelik, ‘yüzde 53 adına’ talep ettiğini söylüyor.
Bence de Başbakan gitsin, kadeh kaldırsın, vatandaşlarla oturup yarenlik etsin, birilerinin omzuna dokunsun, içki içen insanlarla şakalaşsın.
Bunu da, ‘şort giyebildiği’ için değil, yapabildiği için yapsın...
İyi de, kendisini ‘olmayan’ gerginliğin tarafıymış gibi gösteren, yüzde 53 adına konuştuğunu söyleyerek cüretine bir de ‘haddini bilmezlik’ boyutunu ekleyen arkadaşa da ne oluyor?
Kim seni ‘temsil’ ve ‘takdir makamı’na oturttu?
Başkaları adına (bu ‘başkaları’ yüzde 53’e tekabül ediyor) konuşma hakkını nereden alıyorsun?
Bu ‘yüzde 47’ ve ‘yüzde 53’ oranları ‘
yaşam tercihi farklılığı’na mı işaret ediyor?
Senin sosyolog yanın Türkiye’yi ve siyaseti böyle mi okuyor?
Peki, sosyolog yanın, neden sürekli maraza çıkaran, sürekli ‘huzursuzluğa’ oynayan, sürekli halkın seçtikleriyle ve değer tercihleriyle
kavga eden ‘tahsisli’ kesimi göremiyor?
Kaldı ki, ne sıfatla Koskoca Başbakanı ‘samimiyet sınavı’na tabi tutabiliyorsun?
Bu ne aymazlık!
Hatta bu ne terbiyesizlik!
Madem gerginliğin bitmesini istiyorsun, K. Çelik kardeşimin de dediği gibi, neden Ramazan ayında bir akşam, bir iftar çadırına uğrayıp gariban halkımızla iftar etmeyi ve yan masadakilere dönüp ‘Afiyet olsun, Allah kabul etsin, Allah nice Ramazanlara eriştirsin’ demeyi düşünmüyorsun?
Bunu yap, bakalım ülkede gerginlik kalıyor mu?
AHMET KEKEÇ/STAR