Dikkatli olma zamanı

Samanyoluhaber.com yazarlarından Numan Yılmaz Yiğit bugünkü köşesinde 'Dikkatli olma zamanı' yazısını kaleme aldı.

SHABER3.COM

Hocaefendi ve Hizmet Hareketi ile ilgili gün geçmiyor ki sosyal medyada bir gündem olmasın. Bu gündemlerden  bazıları hizmet  insanını  sevindirdiği gibi bazıları da üzmektedir.
 
      Sevinçli ve güzel haberler Hizmet insanını hamd etmeye, şükre sevk ederken üzücü olanları da bittabi onları üzmektedir. Bilhassa olumsuz haberler karşısında Hizmet insanı, Hizmet’e gönül vermiş olanlar, dostlar, ister istemez etkilenmektedir. Bu üzücü yayınların bir kısmı, kendilerini Hizmet Hareketi’ne karşı ‘düşman’ olarak konumlandıran kesimden açıkça yapıldığı gibi, bazen de Hizmet içinden bir kısım şahıslarca  suret-i haktan görünerek yapılmaktadır.
 
      Hizmet insanı ki, bunlarla, gönüllü, bazen yarı burslu, bazen vazifesi gereği tam burslu, samimi olarak gece gündüz sahada koşturan kesimi kastediyorum, onlar her ne kadar bu haberlerden dolayı üzülseler de, sarsılmadan hizmetlerine devam etmektedirler. Çünkü onlar hizmet etmenin, yararlı işler yapmanın tabiatının biraz da böyle olduğunun bilincindedirler. Bir de bu tür haberlerin maksatlı olduğunun farkındadırlar. Zira, Hocaefendi sonrası, Hizmet Hareketi mensupları arasında taht, post kavgaları olacağını bekleyenlerin, bu beklentilerinin boşa çıkmasından dolayı hayal kırıklığı yaşadığı herkesce bilinen bir gerçek. Onun için onların  yeni yeni yollar denemekten  vazgeçmeyeceklerinin şuurundalar. Belli bir kesim, Hocaefendi hayatta iken de bu türden yayınlar yaptılar. Bu yayınları ile Hizmet insanının dikkatini dağıtmak, onlar arasına önce fikri, sonra da fiziki ayrılıklar oluşturmak için, bu tür şaibeli haberleri yaymaya çalıştılar. Hala da devam etmekteler.
 
Hizmet Hareketi’ne emek vermiş her Hizmet insanı bilir ki, Hizmet Hareketi fertleri arasında, partilerde, bir takım sivil  toplum yapılarında, kültlerde olduğu gibi herhangi bir kast sistemi söz konusu değildir. Bu camiada önde görünen abi, hoca gibi kimselerin ekserisi, Hizmet’te en çok koşturan kişiler olduğu halde, bulundukları yerdeki ortalama yaşam standartlarına göre değerlendirildiğinde orta veya daha düşük seviyede yaşamış/yaşayan insanlardır. Hizmet insanı, yedikleri içtikleri ile yakinen tanıdıkları bu abi ve hocaları daha iyi tanıma konusunda, bir kısım algıcıların verecekleri bilgilere muhtaç değillerdir. Çünkü, binlerce Hizmet insanı, yıllardan beri bizzat tanıdıkları bu kişilerle beraber yaşamış, ortak zamanları olmuş, acı tatlı pek çok ortamı beraber paylaşmışlardır. Onlar içinden şahsi kin ve garezi olan sadece bir iki kişiyi diline dolayarak bütün abi ve hocalar hakkında  birilerinin yalan, yanlış bir algı oluşturma gayretine düşmelerinin büyük bir vebal olduğunun bilincindedirler. Binlerce Hizmet insanının o abi ve hocalar hakkındaki  uzun yıllara dayalı yakini bilgileri, müşahedeleri, onların güvenilir ve samimi insanlar olduğuna dair mütevatir bir şehadettir. Bunun dışında söylenenler indi ve kasıtlı değerlendirmelerdir ki, nazar-ı itibara alınmaya değmez.
 
    Tabii ki Hocaefendi ve Hizmet gayreti olan, ona vefa ve sadakat hisleri besleyen Hizmet insanlarının bu algı haberlerinden dolayı rahatsızlık duymamaları mümkün değildir. Onlar bu şaibeli haberler karşısında Hocaefendi ve Hizmet Hareketine olan sevgileri gereği, kendilerini tutamayıp, şahsi  inisiyatifleriyle verdikleri cevaplarla bu algıcıların ekmeğine yağ sürdükleri olabiliyor. Hizmet insanının şunu da unutmaması gerekiyor ki, zaten bu algıcıların arzu ettikleri şey de bu,yani Hizmet insanı ve Hizmet gönüllülerinin dikkatini dağıtmak, manipüle ederek yanlışa sevk etmek, onları agresif, radikal tavırlara da itmektir. Üstad Bediüzzaman’a yaşatılan onca sıkıntı, atılan onca itirafın hedeflerinden biri de ona ‘Artık yeter!’ dedirterek, zulümlerine bahane üretmek olduğu herkesçe malumdur. (On Üçüncü Şuâ) Hocaefendi de bu tür sıkıntı ve ithamlarla karşılaşmış, fakat gerek bunlara cevap verirken, gerekse de o kesime karşı tavrını belirlerken hissi olmaktan daha çok, Kuran ve Sünnet kriterlerini esas almıştır.
 
Her ne kadar üzülse de, konuşma ve tavsiyelerine bakıldığı zaman her zaman akl-ı selim, kalb-i selim, vicdan-ı selim, hiss-i selimle, akıl, mantık ve his dengesi içinde konuştuğu, hareket ettiği müşahede edilmektedir. Hizmet mesleğinin en önemli esaslarından biri  ‘Şefkat’tir. Bu esas da mahlukata karşı, şefkat ve merhamet endeksli hareket edilmesi gerektiğini âmirdir. Hatta  Hocaefendi bir sözünde, ‘Bir insanın imandan nasibi, mahlukata duyduğu şefkati ölçüsündedir.’ buyurmuştur. Bu açıdan algıcılar ne kadar insafsız ne kadar tahripkar olsalar da, Hizmet insanının söz ve davranışları kin ve nefretten, sertlik ve huşunetten, reaksiyoner olmaktan, ötekileştirmekten uzak, ilmi, mantıki ve delile dayalı olması gerekmektedir. Hocaefendi hayatı boyunca şahit olduğu bu tür  muameleler karşısında nasıl düşündüğünü bizzat kendisi şöyle ifade eder:
 
‘… Ben, çoklarının diş gösterdiği, bazılarının “tamam, işini bitirdik” deyip sevindiği en şiddetli dönemde bile Mevlana gibi, Yunus Emre gibi, Ahmet Yesevî gibi yazdım ve konuştum. O günkü hissiyatım bugün mecmualarda mevcuttur, alıp baksınlar. Ve hissiyatımı, kendi su-i zanlarıyla değil, benim ifadelerimle değerlendirsinler. Öfkelenmedim, kızmadım, beddua etmedim, kahriye okumadım, “anneleri–babaları ağlasın” demedim. Belki başkaları diyordur; Anadolu’da binlerce insan, bu makul Hizmetlere karşı böyle düşmanca bir tavır alındığından dolayı belki “dine kasdî düşmanlık edenlerin evlerine ateş düşsün, evlatları yetim kalsın, anaları ağlasın...” falan diyorlardır. Fakat benim üslubumu bilenler, zannediyorum, onlara da hidayet temennisinde bulunacak, Allah’ın affetmesini dileyecek ve hatta şimdiden, ahirette müminlerin karşısına çıkıp baygın baygın baktıkları o acıklı durumu tasavvur edecek ve o bahtsızların haline acıyacaklardır. Acıyacak ve “Allah’ ım sen onları da affeyle, onlara da hidayet et” diyeceklerdir.’
    
       Bu tabi ki, bu tür tahripkar algılara karşı herhangi bir cevap verilmesin anlamı taşımaz. Tabi ki bir cevap verilmelidir. Fakat en sağlıklı olanı, ne zaman ve nasıl cevap verileceği konusunu bir bilirkişiye veya ilgili, bilgili insanlara bırakmaktır. Hiç kimse ferdi bir inisiyatif alıp, bu Hizmet Hareketi’nin geleceğini sıkıntıya sokma yetkisini kendinde görmemelidir. Hele hukuki manada problem teşkil edebilecek söz ve davranışlar sergilemek yıllardır Hizmet Hareketi’nin en temel değerlerinden/prensiplerinden biri  olan ‘Müspet hareket’ disiplinine de bir darbe anlamı taşıyacaktır.
 
    Diğer taraftan bu tür algıcıların asıl maksatları hakikati ortaya çıkarmak dan daha ziyade, ‘Cedel’ olduğu açıktır. Yani siz ne cevap verirseniz verin, onlar bir soru daha soracaktır. Ona da cevap verseniz soracakları diğer soru da hazırdır. Çünkü ‘cedel’e dönüşmüş bir mevzuda , asıl mesele, hakikat arayışından daha çok, ‘Nefis’, enaniyet, rekabet, sen mi, ben mi haklı?’ gibi neticesiz, faydasız bir çekişme haline gelmiştir.
Yani, akıl mantık oyunlarıyla başkalarını aldatma; aldatıp tongaya düşürme manasında ,mücadelenin güzel olmayan şekline dönüşmüştür. Halbuki cedel, hakikatleri görmeye engel teşkil eden ve mânevî hayat için öldürücü bir virüs konumunda  insan karakteri açısından da bir zaaf olarak değerlendirilir. Bunun içindir ki, cedel mümince bir davranış olarak kabul edilmediği gibi, dilin de afetlerinden sayılmıştır. Bunun diğer bir ismi de ‘Mirâ’dır. Mirâ da hakikatin ortaya çıkıp tebellür etmesi için değil de, yanlış da olsa kendi anlayışını, fikir suretindeki heva ve hevesini ne yapıp edip karşı tarafa kabul ettirme cehd ve gayreti şeklinde anlayabiliriz. Efendimiz ‘Ben, haklıyken bile çekişmeye girmekten kaçınan kimse için cennetin kenarından bir köşk (verilmesin)e kefilim.’ (Ebu Davud, Edep 7) buyurmuştur.Demek nefsin hoşuna giden ‘Mira’ ne denli tahripkar bir davranış ki onu terkedebilene büyük bir mükafat vadediyor.
 
     Maruf Kerhi Hazretlerine isnat edilen bir sözde, ‘“Cenâb-ı Hak bir kul hakkında hayır murad ettiğinde, onun için amel kapısını açar ve cedel kapısını kapatır; şer murad ettiğinde ise, amel kapısını kapatır ve cedel kapısını açar.” [Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ 8/361] Yani bir insan salih amel ile dolu ve meşbu ise, cedele  vakti olmaz. Cedelle meşgul olan biri de salih amele muvaffak olamaz. Önemli bir hakikati ifade eden bu söze göre, şayet bir kişi, bir grup bir cemaat cedel’e girmiş, cedele sebebiyet veriyor, cedel teşkil eden mevzularla meşgul oluyorsa, bu durumun, Allah’ın onlar hakkında, bir ‘Şer Muradı’ olduğu şeklinde yorumlanmasında bir mahzur yoktur. Böyle yorumlamakla o kişi/ler içine düştüğü hatadan kurtulmuş olur.
 
   Cedel ve Mira‘ya kapı aralayacak konuları gündeme getirmekle hayır ve hizmet yolunda koşturan insanların dikkatini dağıtmak niyetler ne olursa olsun,  bir rivayete göre dinin yarısı olarak ifade edilen ‘İnsaf‘la bağdaşan  bir davranış değildir.
 
    Dini ve imani kaygılar taşıyan biri için, kendi zannına göre, suçlu kategorisinde değerlendirdiği birkaç kişi yüzünden masumların, hem de pek çok masumun içinde bulunduğu, bir şahs-ı manevi gemisini batırmaya çalışmak, zarar vermek -iyi niyetli bile olsa- katiyen doğru olmadığı gibi büyük bir vebaldir.  Hakikat arayışı veya haklılık hiçbir zaman, hiçbir kimseyi anarşiye,herhangi bir düzeni bozmaya, fitne ve fesada sevk etmemelidir. Aynen bunun gibi, bir gemide bulunan bir masumu kurtarmak için bile, dinimiz on tane caninin katline cevaz vermezken, birkaç kişiyi bahane ederek, binlerce insanın dünyevi ,uhrevi saadetine vesile olan bir şahs-ı maneviyi kamuoyu nezdinde lekelemeye çalışmak katiyen adil  insaflı bir hareket olamaz.
 
    Bir grup veya topluluğun hukukunu ilgilendiren meselelerin, velev ki iyi niyetli dahi olsa kamuoyunun önünde tartışılması doğru bir üslup değildir. Tabi ki bu konuda farklı düşünenler de olabilir. Fakat genellikle bu tür değerlendirmelerde, doğruların yanında önemli birkaç yanlışın da araya sıkıştırılmasıyla büyük tahribatlara neden olunduğu malesef çok görülmüştür.
 
Herhangi birinin birileriyle mücadeleye, onların haddini bildirmeye, kendini haklı çıkarmaya, diğerlerini yerin dibine geçirmeye, hakkı bilse de sırf gurur ve enaniyetinden dolayı geri adım atmamaya dayalı bir mücadelede hak ve hakikat arayışı peşinde olduğu iddiası samimi olmayacağı gibi kamuoyu vicdanında da kabul görmeyecektir.Yine bu tür tartışmalarla bir neticeye ulaşma imkanı olmadığı gibi, bazı kişiler üzerinden hareketle atılan bu türden adımların, Hizmet gönüllülerinin, dost ve taraftarların Hizmet Hareketi’ne olan güvenini sarsmaktan başka işe yaramayacağı da açıktır. Eğer algı oluşturanların maksadı bu ise tabi ki diyecek bir şey yoktur. Yani hedef tahrip ise yollardan biri budur. Eğer maksat, ıslah, tamir, sulh, adalet ise, yol katiyen bu değildir. Çünkü şimdiye kadar bu yolla çözülebilen bir mesele göstermek mümkün değildir.
 
      Bilhassa mahkemelerde hükme bağlanmış, beraat verilmiş bir konu hakkında, sanki hasım cephe hesabına delil toplamaya çalışan biri gibi  davranmak anlaşılır gibi değildir. Kendilerince, cemaati suçlu addettikleri birkaç kişiden kurtarmaya çabalarken, yüzbinlerce masum, mazluma yardıma koşan samimi Hizmet insanının işlerini zora sokmak akıl karı değilidr.
 
Bu tür yayınların bazılarında, arka planda, asıl hedefin Hocaefendi ve onun saygınlığına halel getirmek olduğuna şahit olmak, Hizmet insanının her bir ferdini üzer ve üzmektedir. Saygı görünümlü söz ve tavırlar ardında ona atılan iftiralar, yapılan isnatlar ‘Ben de Hizmet insanıyım‘ diyen hiç  bir insanına yakışmaz. Hizmetle ilgili meselelerde ,herhangi bir adım atacak olan bir Hizmet insanına yakışan davranış, o adımı atmadan önce ‘Hocaefendi hayatta olsa idi, bu adımı atmayı hoş görür , tasvip eder miydi?’ sorusunu kendisine sormasıdır. İsterseniz bu soruyu ‘Allah hoşnut olur mu? Müminler hoşnut olur mu?’ şeklinde de sorabilir. Hocaefendi vefat etmiştir. O şu anda kendini müdafaadan acizdir. Güzel, hayırlı, bereketli, bir iffet abidesi olarak ,tertemiz bir hayat yaşamış, geri de de büyük bir Hizmet mirası bırakmıştır. O’nun şahs-ı manevisine leke sürme anlamına gelecek bir davranış içerisinde bulunmak, Hizmet Hareketi’nin selametini düşündüğünü iddia eden bir kişinin yapabileceği bir iş değildir. Hocaefendi bugün ,onu sevdiğini iddia eden herkesin de dahil , sebepler planın da milyonlarca insanın Allah’ı, peygamberi tanımasına, imanının kurtulmasına vesile olmuş tarihi büyük bir şahsiyettir. Yani o hepimizin Hocası, Hocaefendi’sidir.Kendini Hizmet insanı olarak değerlendiren herkese düşen vazife , Kendi Hocamıza, onun şahsiyet ve mirasına, “müspet hareket, şefkat, muhabbet, kardeşlik, birlik, beraberlik, konuşma, danışma, istişare ve Allah rızası hedefli” sahip çıkarak hizmetlerini devam ettirmektir.
 
    Maksadım birilerini ikna etmek veya ilzam etmek veya cevap vermek değil. Çünkü her lafa edilecek başka bir laf bulunabilir. Hiç kimsenin benim aklıma ihtiyacı yok. Kimseyle de polemiğe girmek için bunları yazmadım. Samimi olarak inandığım şeyleri ifade etmeye  çalıştım. Herkesin hayatını gözden geçirerek çıktığı noktaya göre nerede durduğunu görebilmesi dua ve temennisiyle…
<< Önceki Haber Dikkatli olma zamanı Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER