FARUK MERCAN
Pazar günü çok kıymetli bir grup gazeteci arkadaşımız ile birlikte Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ziyaret ettik.
Ziyaret öncesinde mescitte küçük bir kitapçık gözüme ilişti. Bediüzzaman Hazretleri’nin iki müstesna talebesi Hulusi Yahyagil ve Ahmet Feyzi Kul’un 1969 senesinde yaptıkları bir sohbetin metni… Sohbet, Bediüzzaman Hazretlerinin bir diğer güzide talebesi Mustafa Birlik’in İzmir’deki evinde yapılıyor ve Mustafa Birlik bu sohbeti banda kaydediyor. Sohbetin konusu Bediüzzaman Hazretleri’nin şahsiyeti ve misyonu…
Mustafa Birlik, Fethullah Gülen Hocaefendi 1966’da İzmir’e gittiği ilk günlerde evinde kaldığı, sonraki yıllarda vefatına kadar her zaman Hocaefendi ile beraber olmuş bir Hizmet abidesi… 2008’de yayınlanan “Fethullah Gülen’in Hayatı” kitabı için İzmir’de evinde görüştüğüm, daha sonra Pensilvanya’da Hocaefendi’yi ziyaretine şahit olduğum Hizmet’in ilk halkasının nadide insanı…
Hulusi Yahyagil ve Ahmet Feyzi Kul’un bu sohbetini daha önce Ahmet Feyzi Kul’un hayatını anlatan kitapta görmüştüm. İhsan Atasoy’un, “Nur Kahramanları” serisinden bir eser…
Ahmet Feyzi Kul, Ege Bölgesi’nde “Kireçci Hafız” namı ile bilinen, ateşin bir fıtrata sahip, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlere esir düşmüş, Bediüzzaman’a talebe olunca Hizmet yolunun delisi haline gelmiş bir kamet…
Hulusi Yahyagil hayatı askerlikte geçmiş, Çanakkale muharebesinde yaralanmış, Bediüzzaman 1927’de Barla’ya geldiğinde Eğridir’de yüzbaşı olarak görevli iken 1929’da ziyaretine gidip Nurlara intisap etmiş kalp gözü her daim açık bir maneviyat insanı…
Bediüzzaman Hazretleri Hulusi Yahyagil’e “Risale-i Nur’un Birinci Talebesi” unvanını vermiş. İlk ziyarette bir şeyhe intisaba gittiğini düşünüyor ama o daha bir şey söylemeden Bediüzzaman Hazretleri kendisine, “Kardeşim ben tarikat şeyhi değilim, bir imamım” diyor. Hulusi Yahyagil ilk dersini alıyor.
Peki Bediüzzaman Hazretleri nasıl bir imam? Hulusi Yahyagil, “İmam Gazali ve İmam Rabbani gibi bir imam…” diyor. Onlar kendi zamanlarında dinin ihyası için nasıl bir misyon icra etmişlerse, Bediüzzaman da aynı misyonu icra etmiş.
Hem Hulusi Yahyagil’in hem de Ahmet Feyzi Kul’un hayatlarına bakıldığında iki şey dikkat çekiyor: Bediüzzaman Hazretleri’nin misyonuna çok iyi inanmışlar ve Risale-i Nurlar’a çok kıymet vermişler, sürekli okumuşlar ve okutmuşlar.
Fethullah Gülen Hocaefendi’de aynı şeye şahit olduk. Bediüzzaman Hazretleri’ne bakışı ve Risale-i Nurlarla irtibatı işte bu seviyede… Son zamanlarda Risale-i Nur külliyatından Barla Lahikası’nı misafirleri ile birlikte iken bir talebesine okutuyor ve mütalaa ediyordu. Bu derslere ben de denk geldim. Hocaefendi’nin Bediüzzaman Hazretleri ve talebelerini nasıl tazim ettiğine yeniden şahit olduk. Tarifi imkânsız enginlikte bir sevgi ve saygı…Hem Ahmet Feyzi Kul hem de Hulusi Yahyagil, hayatta iken Hocaefendi’nin bu duruşuna bizzat şahit oldular.
Müslümanlar yüzyıllar boyunca İmam Gazali ve İmam Rabbani’ye hangi gözle bakmışlarsa, onlara nasıl sevgi beslemişlerse, nasıl saygı duymuşlarsa, Risale-i Nur talebeleri ve Hocaefendi; Bediüzzaman Hazretlerine aynı sevgi ve saygıyı göstermişler.
Ehl-i Sünnet çizgisi Kur’an’da tarif edilmiş: Ehl-i Sünnet yolu denge yoludur ve sırat-ı müstakimdir. Yani ifrat ve tefrite kapalıdır. Ne yüzyıllar boyunca Müslümanların İmam Gazali ve İmam Rabbani’ye olan muhabbetlerinde sapmalar, inhiraflar oldu; ne de günümüzde bizim Bediüzzaman ve Hocaefendi’ye bakışımızda böyle bir durum var. Müslümanların büyük alimlere saygısı, onları aziz tutmaları hep böyle dengeli ama çok engin olagelmiştir.
Son zamanlarda bazı arkadaşlarda bir eğilim görüyorum. Bazı coğrafyalarda değişik sebeplerle ortaya çıkan “kült” hareketleri örnek göstererek, “Batılıların gözünde biz de kültleşmeyelim” gibi bir reaksiyon veriyorlar. Bence bu düşünce tarzı farkında olmadan bizi yanlış bir zemine kaydırabilir.
Bediüzzaman ve Hocaefendi çizgisinde öyle bir makuliyet var ki, Tayyip Erdoğan’ın bunca tezvirat ve gayretlerine rağmen Batı dünyasının Hizmet hareketi ile alakalı bugünkü duruşu; bu makuliyetin tescili mahiyetinde… Hizmet insanlarını 50 senedir Avrupa’da ve 30 senedir Amerika’da bizzat kendi içlerinde görüyorlar ve gözlemliyorlar. Dolayısıyla böyle bir makuliyetten bir kült çıkma ihtimali olmadığını en iyi onlar görüyor.
İslam tarihindeki yeri itibariyle İmam Gazali, İmam Rabbani, Bediüzzaman gibi büyük alimlere olan saygı ve hürmet hiçbir zaman böyle sapmalar yaşamamış. İmam Gazali, İmam Rabbani ve Bediüzzaman sevgisi insanları yoldan çıkarmamış. Herkesin büyük alimlere intisabındaki rabıta enginliği farklı olabilir. Hatta meczubiyet derecesinde rabıta sergileyen insanlar da olabilir, ama bu durum o şahısla alakalı sübjektif bir durum olarak kalır.
Hizmet fikriyatı 100 senelik bir mesele… 1926’da Bediüzzaman Hazretleri’nin Van’dan alınıp Barla’ya götürülmesi ile başlamış. Bu bir tarikat yolu değil, ama derin bir tasavvufu (ruhi hayat) da içinde barındıran bir fikriyat… O sebeple bu yola “Hizmet-i İmaniye ve Kura’niye” denilmiş. Yani Iman ve Kur’an hizmeti… Yüzbinlerce insanın buluştuğu bu makuliyet yolundan bir kült çıkmaz. 100 senedir böyle bir şey olmamış zaten…
Dolayısıyla kültleşme tehlikesi var diyerek “Bediüzzaman da bir insan, Hocaefendi de bir insan, gerekirse onları da sorgulayalım” söylemi insanların zihinlerine gereksiz şüphe tohumları ekebilir. Hocaefendi; Bediüzzaman Hazretleri için “Eğer eserleri olmasaydı, sadece duruşu bize yeterdi” diyor. Böyle bir hayatın nesini sorgulayacağız? Bediüzzaman Hazretleri’nin etrafında halka olmuş, hiçbir meşakkat karşısında yılmamış insanların nesini sorgulayacağız?
Imkânsızlığı bu kadar açık bir meseleyi (kültleşmeyi) yakın tehlikeymiş gibi gösterip bunun üzerinden bir münakaşa açmanın bize nasıl bir faydası olabilir, bilmiyorum.
İntisap ettiğimiz büyük alimler, mürşitler peygamberlerin varisleridirler. Ehl-i Sünnet yolunda ne peygamber sevgisi ne de alimlere olan sevgi mecrasından çıkmış. Müslümanlar alimlere niye çok derin saygı duyarlar? Bunun temelinde peygamber varisi olmaları, üstün insani meziyetleri, verdikleri eserler var. Adeta birer sahabe gibi yaşamışlar, hayatları irşat ve tebliğle, insan yetiştirmekle, doğru yolları göstermekle geçmiş. Nasıl ki sahabelere yönelen Müslümanlar hep feyz almış hep doğru yollara ulaşmış, büyük alimler de ayni misyonu ifa etmişler.
Batılılar, İslam’ın bu dinamiklerini en iyi gören insanlar. O yüzden mesela Mevlâna yoluna, tasavvufa “sufilik” demişler. Tarikatları da çok iyi çalışmış Batılı uzmanlar, İslam tasavvufundaki rabıta/intisap geleneğinden dolayı, tarikatlara da kült dememişler.
Elbette, Hizmet fikriyatının dünyada yanlış anlaşılmasına sebebiyet verecek hareketlerden kaçınmaya dair endişeler güzeldir. Ama, makul olmayan endişeler, bizi makul olmayan tepkilere sevk edebilir. Hele hele sosyal medyada bu konuların münakaşasını yapmak, gereksiz kafa karışıklıklarına sebebiyet verebilir, saf zihinleri bulandırabilir.
Hizmet dairesinde fikir hürriyeti esas olmalıdır. Hocaefendi ders halkasına aldığı talebelerine de hep bunu söylemiş. Ama unutmayalım ki modern hukukta da hürriyetlerin bir sınırı var. Onun için “Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde senin özgürlüğün biter” denilmiş. Hizmet’e ait meselelerde de yüzbinlerce insanın hakkı ve hukuku var. Dolayısıyla kendimize ait sübjektif bazı düşünceleri; objektifmiş, varit hadiselermiş gibi ortaya koyarsak bu kadar insana haksızlık yapmış oluruz.
Hizmet hareketi bu günlere nasıl geldi? Bu işe gönül verenler nasıl bir hayat yaşadılar? Onlara neden “adanmış ruhlar” diyoruz? Nasıl her şeylerini feda ettiler? Onların sorgulama kabiliyetleri yok muydu? Onlar nelere öncelik verdiler? Her türlü şüphenin ortaya atıldığı, her türlü tezviratın yapıldığı zamanlarda zihin dünyalarını nasıl duru tuttular?
Bugünlerde Profesör Suat Yıldırım hocamızın yeni yayınlanan “Çağa Bir Şahitlik” hatırat eserini okuyorum. 1964’te, 21 yaşında iken Edirne’ye müftü olarak gidiyor ve Hocaefendi ile tanışması öyle başlıyor. Hocaefendi’yi Pensilvanya’da ziyaretlerine defalarca şahit oldum, tavırlarındaki saygı ve nezakete her defasında hayran kaldım. Hocaefendi de kendisinden beş yaş büyük olmasına rağmen, ona saygıda hiç kusur etmemiş.
Risale-i Nurları çok iyi özümsemiş ve Hizmet fikriyatının temel inceliklerini çok iyi temsil eden bir alim Profesör Suat Yıldırım… Nitekim “Çağa Bir Şahitlik” eseri aynı zamanda Hocaefendi’nin yaşadığı hayata bir şahitlik… Kitabın sayfalarını çevirirken duygulanmamak elde değil, Suat Yıldırım hocamızın ortaya koyduğu bu duruşa imrenmemek elde değil. Hocaefendi’yi anlatırken şunları ifade ediyor:
“Sadece Allah’ın kaderinin fetva verip yolunu açması ve teyidi ile onu istihdam etmesi söz konusudur…”
“Bu neticeler kendi gücü ile olacak işler olmadığı için Hocaefendi bunlardan asla kendisine pay çıkarmıyor. Burada şu manadaki kutsi hadisin manası tecelli ediyor. Allah Teala şöyle buyurur: Ey dünya! Sana hizmet edeni, sen de kendine hizmetçi et. Bana hizmet edene de sen hizmet et…”
“Bu kadar geniş bir yapı ilahi rızaya muvafık olmasaydı: 1. Kendi kendine çürüyebilirdi, itibarini kaybedebilirdi. 2. Yurt içinde ve dışında on binlerce, yüzbinlerce öğretmen, öğrenci, esnaf, gönüllüden yüzde biri gayri meşru iş yapabilirdi. Başka durumlarda normal sayılacak bu küçük nispetten dolayı Hizmet yara alabilirdi. Bu işe gönül verenlerin bir kısmi, gidişattan memnun olmayan önemli bir kesim, birçok sosyal yapıda olduğu gibi bölünmelere yol açabilirdi. Allah’ın inayetiyle bunlar olmadı ve tarih huzurunda bu Hizmet aklandı…”
Yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum. 370 sayfalık bu çok kıymetli eseri alıp okumanızı hususiyle tavsiye ederim. Bir alimin musibet zamanlarındaki duruşuna ve bereketli hayatına şahit oluyorsunuz.
Profesör Suat Yıldırım hocamız 82 yıllık ömrü ile Hizmet hareketine ve Hocaefendi’ye şahitliğini ortaya koyuyor.
Biz de şahidiz diyorum. Çünkü iyi biliyorum ki sizler de buna şahitsiniz.