Gazeteci Adem Yavuz Arslan'a göre bu ölümden şüphe etmek için yeterli sebep var.
Arslan'ın Tr724'de yayınlanan yazısından ilgili bölüm şöyle:
(...)
ZEKİ GÜVEN’İN ÖLÜMÜ NEDEN ŞÜPHELİ?
Ben bu yazıyı yazdığım saatlerde Ankara Savcılığı Güven’in ölümünün kalp krizinden kaynaklı olduğunu açıkladı.
Beklenen bir gelişmeydi.
Çünkü yukarıda listesini verdiğim şüpheli ölümlerin hepsinde benzeri açıklamalar yapıldı.
Hiç birisine bağımsız kurumlarca detaylı otopsi yapılmadı.
Ayrıca gözaltında tutulan sivillere bile işkence yapıp, bunu Anadolu Ajansı ile dünyaya ilan eden bir anlayış var iktidarda. Böyle bir atmosferde hangi doktor ‘işkence ile ölmüştür’ raporu düzenleyebilir ?
Zeki Güven’in bilinen bir sağlık sorunu yoktu.
Mesai arkadaşlarının anlatımlarına göre sigara içmeyen, sağlığına dikkat eden birisiydi. Gözaltı ve tutuklanma sürecinde ekranlara yansıyan görüntüsü de bu durumu teyit eder türden.
Yani, cezaevine sapasağlam giren birisinin, tam da duruşma öncesi ‘kalp krizi’ ile ölümü başlı başına şüpheli bir durumdur.
‘İYİ SORGULANIRSA’ NE DEMEK?
Zeki Güven kamuoyunun yabancı olduğu bir isim değildi.
Havuz medyasınca ‘Cemaatin altın çocuğu’ ve ‘karakutu’ olarak tanımlandı. Eski emniyet müdürlerinden Hanefi Avcı ise hem kitaplarında hem gazete demeçlerinde Zeki Güven’in kritik bir isim olduğunu söyleyerek ‘iyi sorgulanır ve konuşursa’ diyerek adeta hedef göstermişti.
Adı daha önce işkence iddiaları ile gündeme gelen Hanefi Avcı’nın ‘umarım iyi sorgulanır’ sözü önemli.
Çünkü bugün güvenlik bürokrasisine hakim olan zihniyet, 1990’ların işkence ve infazları ile meşhur kadrosu. Bu insanların, Gökhan Açıkkollu gibi bir öğretmeni bile işkence ile öldürdüklerini düşünürseniz, Zeki Güven gibi ‘çok şey bilen bir ismi’ işkenceyle öldürmeleri ihtimal dışı değil.
Kaldı ki Zeki Güven’in 40 gündür tek kişilik hücrede tutulduğu, itirafçı olması için yoğun baskı yapıldığı, ‘hazır’ ifade tutanaklarını imzalamaya zorlandığı biliniyordu.
KONUŞSA NE ANLATABİLİRDİ?
Havuz medyası ve kendini ‘bağımsız – tarafsız medya’ olarak tanımlayan fakat gerçekte Havuz medyasından pek bir farkı olmayan gazetelere göre ‘Güven başta Baykal ve MHP’lilere yönelik kaset kumpasları ve çok sayıda ‘kirli operasyonun’ göbeğindeki isim’di.
Maalesef Erdoğan rejimi memlekette gazeteci bırakmadığı, gazeteciliği de zihnen öldürdüğü için kimse gerçekte durum öyle mi değil mi araştırma ihtiyacı bile hissetmedi.
Zeki Güven’in Baykal’a yönelik kaset kumpası davasında yargılandığı doğru. Fakat Ankara 14.Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki iddianameye bakarsanız Güven’e yapılan suçlamaların farklı olduğunu görürsünüz.
Güven’e yönelik suçlamalar ağırlıklı olarak Ergenekon ile ilgili. Öte yandan Baykal’ın şikayetçi olduğu isimler arasında Güven yok.
(Deniz Baykal’a yönelik kaset komplosuna dair bugüne kadar onlarca yazı yazdım. Her platformda ‘Bu komplo aydınlatılmazsa, Türk siyaseti bir daha normalleşemez’ diye söylemiş birisi olarak şimdi o konuya tekrar girmeyeceğim.
Eğer Erdoğan rejiminin kayyımları Bugün Gazetesi’ni gasp edip arşivini imha etmeseydi şimdi o yazı ve tv programlarına referans verebilirdim.)
Baykal’a yönelik kaset komplosu davası bir bakıma torba dava.
Değişen siyasi konjonktür gereği iktidarın hedefi olan çok sayıda polis şefi bu dosyaya eklendi.
Güven de onlardan birisi.
Mesai arkadaşlarının anlatımına göre Baykal olayındaki bilgisi Ankara’da görev yapmasından ibaret. Yine mesai arkadaşlarının anlatımlarına göre sadece Baykal olayı değil, özellikle iktidar partisini rahatsız edecek çok sayıda yolsuzluk ve gayri ahlaki ilişkilere dair bilgi sahibiydi.
Gözaltına alındığında doğrudan Erdoğan’ı suçlayan ifadeler vermesi de iktidar çevresindeki rahatsızlığı arttırmıştı.
Özetle mahkemede konuşması, Ankara’da dönen ‘Bizans oyunları’na dair detaylar paylaşması ihtimali sadece Erdoğan’ın değil Ankara’da bir çok kişinin uykusunu kaçırmaya yetiyordu.
GÜVEN’İ KİMLER ÖLDÜRMEK İSTER?
Zeki Güven’in özgeçmişine bakıldığında aslında ondan rahatsız olanların siyasi irade ile sınırlı olmadığı görülebiliyor.
1992’de polis akademisinden birincilikle mezun olduktan sonra Ankara’da terör ve istihbarat birimlerinde çalışmaya başlayan Güven çok sayıda kritik operasyonda yer almış.
Özellikle 2001’deki Hizbullah operasyonlarını yöneten isimlerden birisi.
Ayrıca 2002 yılında ki meşhur telekulak skandalını ihbar eden polis şefiydi. (Başka bir yazı konusu ama yeri gelmişken kısa bir hatırlatma yapayım; O skandalın aktörleri Erdoğan rejiminin gözde bürokratları oldu. Osman Ak Bursa Emniyet Müdürü, Mahmut Çorumlu Kırıkkale Emniyet Müdürü ve Mehmet Aslan da Erzurum Emniyet müdürü şimdilerde. Bu isimler telekulak davasında yargılanmış ve “Rahşan Affı” ile kurtulmuşlardı.)
Ankara’yı saran yolsuzluk ve rüşvet ağlarını en iyi bilen isimlerden biriydi. Özellikle El Kaide ve Ergenekon Operasyonları’nda aktif rol almıştı.
Bir başka ifadeyle ‘Güven’in tutuklanmasından, hücreye atılıp işkence ile öldürülmesinden memnun olacaklar koalisyonu’ 28 Şubatçılardan Ergenekon’a Saray’dan AKP çevrelerine geniş bir kesimden oluşuyor.
Şimdi en başa dönüp temel soruyu bir daha soralım; bütün bu detaylardan sonra Zeki Güven’in hücrede ölü bulunması, benzerlerinde olduğu gibi ‘kalp krizi’ denilerek konunun kapatılmak istenmesi şüpheli değil midir?
KRİTİK İSİMLER RİSK ALTINDA
Zeki Güven’in şüpheli bir şekilde ölümü, benzer pozisyonlardaki emniyet ve yargı mensuplarının da risk altında olduğunun delilidir. Çünkü Güven ile birlikte Sincan ve Silivri hapishanesinde tutulan yüzlerce emniyet ve yargı mensubu var.
Yurt Atayün ve Lokman Kırcılı gibi Ergenekon operasyonlarında kritik görevler almış, bu yüzden hedef haline gelmiş emniyet müdürlerine yoğun işkence yapıldığına dair bilgiler geliyor.
Sosyal medyaya yansıyanlara göre özellikle Lokman Kırcılı’ya yoğun işkence yapılıyor. Recep Güven gibi Lokman Kırcılı da Ankara istihbaratta çalışmış, başkentin mahrem bilgilerine sahip bir polis müdürü.
Erdoğan’ın bu polis şefleri ile yakın çalıştığı, hatta dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ı pas geçip bu polislere doğrudan talimatlar verdiği Ankara’da herkesin bildiği bir durumdu.
Bakan Atalay’ın bu durumdan şikayetçi olduğu siyaset kulislerinde yaygın olarak dile getiriliyordu.
Ayrıca Erdoğan bu isimlere o kadar güveniyordu ki kızı Sümeyye’ye gelen taliplilerin güvenlik araştırmasını bile onlara yaptırıyordu.
DELİL YOK İTİRAFÇI YAPALIM!
Cemaat’e yönelik operasyonların karakteristik özelliklerinden birisi işkence ise diğeri ‘delilsizlik’.
Neredeyse 5 yıldır 7/24 operasyon yapılıyor, göz altına alınmayan, tutuklanmayan kimse kalmadı ama elde terör örgütü iddiasını destekleyecek somut bir delil yok.
Var olanlar da ancak ‘görevi ihmal’ kapsamına girebilecek iddialar.
Hal böyle olunca Erdoğan rejimi ve bürokrasideki Ergenekon uzantıları yoğun işkence yaparak önceden hazırlanmış ifadeleri imzalatmaya, sanıkları itirafçı olmaya zorluyorlar.
Nitekim mahkemeler bu yönde ifadelerle dolu.
Sanıklar sorgu aşamasında işkence gördüğünü, zorla ifade imzalatıldığını, itirafçı olmaya zorlandığını anlatıp ilk ifadelerini reddediyorlar.
Zeki Güven’e de özellikle ‘Ergenekon operasyonlarının kurgu olduğuna dair’ ifade vermesi için yoğun işkence yapıldığı iddiaları var.
Şu ana kadar edinilen tecrübeler bu iddiaları ciddiye almayı gerektiriyor.
NEREYE KADAR 3 MAYMUN?
Maalesef Zeki Güven’in şüpheli ölümü bile kamuoyu hassasiyeti oluşturmadı.
Bu kadar kritik bilgilere sahip, konuşması halinde bir çok olaya dair sis perdesini aralayabilecek bir isim tam da duruşma öncesi kalp krizi geçiriyor ama insan hakları örgütleri, barolar, ve medya ilgi göstermiyor.
‘Öcalan’ın zorla saçı kesildi’ iddiası için bile Türkiye’ye heyet gönderen Helsinki Komisyonu ya da Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi gibi kurumlardan ses yok.
Kısacası öğretmeninden savcısına polisinden ev hanımına binlerce kişi işkence altında, onlarcası bu işkenceler sonucu hayatını kaybetti ama herkes ‘görmedim duymadım bilmiyorum’ modunda.
Siyaset kurumu ise her zaman olduğu gibi Erdoğan’ın çiğneyip çiğneyip tükürdüğü FETÖ sakızını çiğnemekle meşgul.
Gelinen noktada cezaevlerindeki onlarca polisin, hakimin, savcının, akademisyenin ve askerin hayatı ‘kalp krizi’ raporu vermeye hazır doktorlara bağlı.
Güven 28 Şubat 2015’te Twitterdan yaptığı son paylaşımında ‘dün mesleğimiz, bugün özgürlüğümüz elimizden alındı, geriye bir tek canımız kaldı’ demişti.
Bugün onu da aldılar.
Eğer bu ülkenin gazetecileri, sivil toplum kuruluşları, akademisyenleri, doktorları, baroları kısacası sorumluluk sahibi insanları işkencelere, infazlara sessiz kalmaya devam ederse biz Erdoğan rejiminde daha çok ‘cezaevinde kalp krizi geçirdi’ haberi yaparız.