Adı
dünya şampiyonası, Aslı
Avrupa hegemonyası
Kimi oynanan oyunların yavanlığını eleştirebilir... Kimi
savunma futbolunun iyice ağırlık kazanmasının bu yavanlığa neden olduğu görüşünü öne sürebilir... Kimi
Almanya'nın farklı başlangıcını beğenebilir...
Kimi
İngiltere kalecisi Grenn'in yediği
komik gole gülebilir... Kimi
vuvuzela işkencesinin kupanın tadını kaçırdığını söyleyebilir... Kimi ardı arkası kesilmeyen soygunların,
Güney Afrika tercihini yapan FIFA'ya bir daha politik tercihte bulunmaması için
ders olması gerektiğinin altını çizebilir.
Ben, daha farklı bir yanıyla bakmak istiyorum bu şampiyonaya.
Ve futbolun sermayeye iyiden iyiye teslim olduğunu örnekleriyle birlikte anlatmak istiyorum.
Para neredeyse, oyunun merkezi de orası artık! Bu dünya şampiyonasının ortaya koyduğu en düşündürücü, en çarpıcı, en kaygı verici gerçek ne yazık ki bu.
Biliyorsunuz, şampiyonaya katılan 32
ülke, ev sahibi
Güney Afrika hariç, önceden belirlenen kıta kontenjanlarına göre
eleme maçlarını oynadılar ve finallere katılma hakkını kazandılar.
Bu 32 ülkenin finallerdeki toplam
oyuncu sayısı 736. Bunların 78'i yani yüzde 10,59'u
Amerika, 61'i yani yüzde 8,28'i
Asya, 25'i yani yüzde 3,39'u Afrika, 21'i yani 2,85'i de
Yeni Zelanda ile
Avustralya liglerinde oynuyor.
Tam 551'i, yani yüzde 74,86'sı ise Avrupa liglerinde.
Bu yanıyla baktığınızda, buna bir dünya şampiyonası dememiz ne denli mümkün?
Sermayenin futbolu tamamen kuşattığı ve teslim aldığı günümüzde, Avrupa'daki birkaç ülke dışında lig organizasyonları öylesine büyük bir zavallılığa itilmiş durumda ki... Mesela dünya futbolunun her zaman en popüler ekibi olan
Brezilya'nın, kendi liginden kadrosuna dâhil ettiği oyuncu sayısı sadece 3. Şampiyonluk adaylarından Arjantin'in 6... Kupanın renkli takımlarından
Fildişi Sahilleri ile Kamerun'un 1'er,
Nijerya'nın ise sıfır!
Aslında Amerika ve Afrika'da da fazla dolaşmaya gerek yok. Avrupa'dan
Sırbistan,
Slovenya,
Slovakya örneklerini vereyim. Onların liglerinden kadrolarına taşıdıkları oyuncu sayıları da 2'şer!
Ama futbol ekonomisinin en güçlü olduğu ülkelerde durum tam tersi... İngiltere,
İtalya,
Almanya'nın tüm oyuncuları kendi liglerinden.
İspanya'nın 20 oyuncusu La Liga'dan, 3'ü
Premier Lig'den.
Fransa'nın 11 oyuncusu yerel ligden, 7'si İngiltere, 3'ü İspanya, 2'si Almanya liglerinden.
Garip bir paradoks doğrusu.
Ancak bu kadarla da kalmıyor bu paradoksun
açılımı. Gelişmiş 5 ligin, çok daha çarpıcı bir yanı var. Bu 736 oyuncunun tam 378'i, yani yüzde 51,35'i nerede oynuyorlar biliyor musunuz? İngiltere, Almanya, İspanya, İtalya ve Fransa liglerinde.
Premier Lig, başlı başına şampiyonanın altyapısını oluşturmuş durumda! Güney Afrika'da yarışan 32 ülkeden 28'ine mensup tam 116 oyuncu, bu ligden gitme. Oran yüzde 15,76. Hemen arkasından 24 ülkeden 86 oyuncu ve yüzde 11,68'lik payla Almanya gelmekte. İtalya 82 oyuncu, yüzde 11,14'lük payla onları izl
emekte. Sonra 17 ülkeden 59 oyuncu ve yüzde 8'lik payla İspanya... Ve Fransa 11 ülkeden 45 oyuncu ve yüzde 6,1'lik payla
zenginler kulübünün saadet halkasını tamamlamakta.
Düşünebiliyor musunuz, bir dünya şampiyonası oynanıyor ve orada bulunan oyuncuların yarısından fazlasına 5 lig sahip!
Kalan bölümün yarısına da Avrupa'nın diğer ligleri. Mesela şampiyonaya katılanlar içerisinde 15 ülkeden 33 futbolcuyla
Hollanda, 9 ülkeden 20 futbolcuyla
Portekiz, gelişmiş 5 ligin bir alt kategorisinde hemen dikkati çekiyor.
Güney Afrika'ya gidemeyenler içerisinde ise
Rusya 11 ülkeden 14 futbolcuyla ilk,
Turkcell Süper Lig ise 7 ülkeden 11 oyuncuyla ikinci sırada duruyor. Bizim ligin bir dikkat
çekici yanı, şampiyonaya en fazla oyuncu gönderen dünya ligleri arasında 15. sırada olması. Her ne kadar gelişmiş 5'lerin yanında devede
kulak gibi kalsa da farklı ülke takımlarına oyuncu veren ligler sıralamasında 7 ülkeyle 10. sırayı aldığı bir başka gerçek.
Yeniden konunun özüne döneyim. Avrupa, daha doğrusu gelişmiş 5 lig, endüstriyel futbol lokomotifini öne katarak, resmen dünya liglerini ve dolayısıyla da dünya futbolunu
legal yoldan sömürüyor!
Kimilerine cazip, keyifli ve heyecan verici gelen süreç, aslında futbolu bir tekelleşmeye de götürüyor.
Parası olanın düdüğü çaldığı, güçlü ekonomilerin kendi aralarında çarpıştığı,
rekabetin giderek azaldığı, oyunun ruhunu zedeleyen bu süreç, bir adım sonrasında ciddi bir tehlikeyi de beraberinde getirecek gibi duruyor... Dünya genelinde futbola duyulan ilginin, sevginin azalmasını.
Çünkü
ekonomik anlamda rekabet gücü azalan dünya ligleri, şimdilerde çok önemli bir kalite sorgulamasını yaşıyor. Ve bunun sonucunda da o liglerin seyircileri, farkındaysanız tribünleri terk edip, yavaş yavaş endüstriyel futbolun assolistlerini izlemek üzere
ekran karşısına taşınıyor.
Artık pasaportunuz performansınız
Önce zaman tünelinde kısa bir
yolculuk yapalım... Ve bundan yaklaşık 70 yıl öncesine, 2. Dünya
Savaşı günlerine gidelim. Milyonlarca insanın öldüğü, yüz binlerce ocağın söndüğü, soykırımın yaşandığı, Avrupa'nın, Afrika'nın, Asya'nın, Okyanusya'nın alev alev yandığı günlere.
Hatırlarsanız, o günlerde dünyayı birbirine katan ve neredeyse dört bir yanda savaş çıkartan
Hitler'in ırkçı bir fantezisi vardı; ayrıcalıklı gördüğü Germenlerden "Ari ırk" yaratmak.
Eli yüzü düzgün kadınlar ve atletik yapılı erkekler, "Ari ırk"ın çoğalması için adeta üreme çiftliklerine benzetilmiş merkezlerde toplanır, ilişkiye sokulur, doğan çocuklar ihtimamlı bir
bakım süreciyle geleceğin Almanya'sının altyapısını oluşturmak üzere yetiştirilirlerdi.
Savaş yıllarından sonra, Hitler felsefelerinin de terk edilmesiyle birlikte, Almanya geçmişin bilindik ezberlerinin dışına taştı. Sanayide, endüstride, ticarette, klasik Alman disipliniyle kısa zamanda büyük yol kat ederken, dünyanın sayılı güçlü ekonomilerinden birini oluşturdu.
1960'lı yıllarda, üretimin daha da artması için dışarıdan emek gücü ithalatını başlattı. Biz de dâhil olmak üzere, Avrupa'nın ve
Kuzey Afrika'nın birçok ülkesinden
işçi transferi yaptı.
Zaman, öylesine enteresan değişimleri beraberinde getiriyor ki... Yaşarken, "asla olmaz" diye hüküm verdiğiniz birçok şey, aradan yıllar geçtiğinde son derece olağan kabul ediliyor.
70 yıl önceki "Ari ırk" saçmalığının, bugünlerde ne denli ilkel, ne denli aptal, ne denli faşist bir yaklaşım olduğunun kabul görmesi gibi.
Bakın Alman Milli Takımı'na... Savaş yıllarının en güçlü ideallerinden birini tümüyle tekzip eden bir yapıda şampiyona oynuyor. Milli Takım'daki 23 oyuncunun 11'i, bırakın "Ari ırk"la bağlantılı olmayı, Alman orijinli bile değil.
Mesut ile
Serdar Türk; Aogo Nijerya; Trochowski,
Podolski,
Klose Polonya;
Boateng Gana;
Marko Marin Sırp; Cacau Brezilya asıllı. Khedira'nın babası Tunuslu, Gomez'inki ise
İspanyol. Sadece bu ikisi, anne tarafından yarım kan da olsa Alman.
Bir sonraki şampiyonada, yani finallere katıldığı takdirde 2014'te çok büyük olasılıkla Alman Milli Takımı'nın en az üçte ikisi devşirmelerden oluşacak.
Dünya farklı bir istikamete doğru yol alıyor.
Dikkat edin, o istikamette artık
ırkçılık yok. Önemli olan başarı. Eğer yeterli, yetenekli, kaliteli, kapasiteliyseniz... Kapılar sonuna dek açık. Hangi ülkenin vatandaşı olmak istiyorsanız,
seçim hakkı da sizin. Çünkü performansınızın artık pasaportunuz olacağı bir sürecin içindeyiz.