Zarrab Davasını başından beri duruşma salonundan takip edem Gazeteci Adem Yavuz Arslan TR724.com'da yeniden başlayan Zarrab davasını yazdı...
Araya uzun Noel Tatili girdiği için ara verilen “ABD, Hakan Atilla’ya karşı” davasında jüri, karar için tekrar toplandı.
Bu sabahtan itibaren toplantı odasına kapanan jüri üyeleri Hakan Atilla’nın suçlu olup olmadığına karar vermeye çalışacak.
Bilindiği gibi ABD ceza yargılamalarında jüri oy birliği ile karar alabiliyor. Atilla’ya yöneltilen 6 ayrı suçlama olduğu için karar toplantılarının da uzun sürmesi normal.
Kaldı ki, jürinin karar toplantılarına başladıktan sonra mahkemeden istediği bilgi, belge ve deliller, işlerini çok ciddiye aldıklarını gösteriyor.
Bir önceki yazımda uzun uzadıya Zarrab Davası’ndan ‘ne öğrendiğimizi’ analiz etmiştim. Jüri, Hakan Atilla’yı suçlu da, suçsuz da bulsa bence bu davadan ‘en önemli sonuç’ zaten çıktı.
ERDOĞAN ‘ERDOĞAN’A KARŞI
Hatırlanacağı gibi, 17 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonu sonrası Erdoğan’ın temel tezi şuydu: “Zarrab hayırsever bir işadamı. Rüşvet filan yok, ayakkabı kutularındaki dolarlar İmam Hatip parasıydı, Cemaat terör örgütüdür ve bu operasyon hükümete darbe girişimidir.”
Gerçi ‘polisler koydu’ dedikleri paraları daha sonra faiziyle geri aldılar, fakat yine de miting meydanlarında, televizyon ekranlarında aynı nakaratı tekrar edip durdular.
Ta ki Zarrab Davası’na kadar.
Zarrab tanık olmayı kabul edip ‘her şeyi’ savcılara anlattıktan sonra Hakan Atilla’nın avukatları ilginç bir strateji izlediler.
Hem Zarrab’ın tanıklığı hem de 17 Aralık operasyonunun polis şeflerinden Hüseyin Korkmaz’ın şahitliği nedeniyle Atilla’nın işi zorlaşmıştı.
Parası Türkiye hükümeti tarafından ödenen avukatlar (malum olduğu üzere Halkbank yüzde 51’i kamuya ait bir banka. Atilla da daha havalimanında FBI’ca göz altına alındığında ‘ben devlet görevlisiyim’ diye kendini savunmuştu) daha ilk günden ‘Zarrab hayırsever bir işadamı değil, aksine pervasızca yalan söyleyen, tüm işlerini rüşvetle halleden, cezaevinde kendine kadın ve içki temin etmek için bile rüşvet veren, uyuşturucu kullanan, koğuş arkadaşına cinsel tacizde bulunmakla suçlanan bir suç makinesi’ tezini işlediler.
Süleyman Aslan’ın ‘utanmazca rüşvet aldığını’ söyleyip ayakkabı kutularındaki Dolar’ları, Euro’ları teyit ettiler. Zarrab ile ‘siyasiler’ arasındaki kirli ilişkileri de kabul edip “Hakan Atilla bu çarkın dışındaydı” demeye getirdiler.
Gerek delillerin çok güçlü, gerekse de rezaletin saklanamayacak kadar büyük olması nedeniyle Atilla’nın avukatları böyle bir strateji izlediler. Atilla’yı kurtarmak için bu makul bir yol olabilirdi fakat Türkiye’nin avukatları, Erdoğan’ın tüm tezlerini yerle bir ettiler.
Erdoğan ve AKP’nin ağır sansürü nedeniyle Türkiye kamuoyunun büyük bir kısmı bu gerçeği duyamadı.
Fakat gerçek bu kadar yalın: 17 Aralık operasyonu bir yolsuzluk operasyonuydu. Zarrab ve siyasiler arasında rüşvet ilişkisi vardı. Ayakkabı kutularındaki paralar İmam Hatip parası filan değildi. 3 yılı aşkın süredir hücrede tutulan, eşleri çocukları dahi rehin alınan polisler işini yapmıştı.
Bu gerçeği tekrar hatırlatıyorum çünkü yaşadıklarımız aynı zamanda yaşayacaklarımızın bir mukaddimesi.
Erdoğan’ın Cemaate yönelik tüm suçlamalarında aynı süreci yaşayacağız.
Yerel ve uluslararası konjonktür 15 Temmuz’a dair gerçeklerin ortaya çıkmasına ‘şimdilik müsait olmayabilir’ fakat günün birinde ‘gerçek 15 Temmuz hikayesi’ ortaya çıkacak.
‘Hayırsever’ dediklerinin ‘gerçek yüzü’ nasıl ortaya çıkmışsa ‘dünün kahramanları’nın aslında ‘hain’ olduğu görülecek.
TÜRKİYE’DE ‘BYLOCK’ ABD’DE MEKTUP
Benzeri bir süreci Bylock’ta da yaşıyoruz, yaşayacağız.
Dün suçlamak istedikleri herkes için ‘Bylock’u var der geçeriz’ diyenler şimdi yeni senaryolar yazıyor.
Mesela Zarrab Davası’nda da aynısı oldu.
Erdoğan ve Havuz’un iddiasına göre davanın tanıklarından Hüseyin Korkmaz’ın da aralarında bulunduğu isimlere tahliye kararı veren hakim Mustafa Başer, “Cemaatçiydi ve tahliye talimatını Bylock’tan aldı”.
Hatta Hâkim Başer ve Metin Özçelik’in 10’ar yıl hapis cezası ‘aktif Bylock kullanıcısı’ oldukları iddiasıyla verildi. Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin onay kararında ‘Bylock kullanmak tek başına delil olarak yeterli’ görüldü.
Yargıtay’ın 147 sayfalık gerekçeli kararı başlı başına skandal fakat öyle büyük skandallara şahit oluyoruz ki hukuki tartışmalar çok naif kalıyor.
Fakat gelin görün ki ‘aktif Bylock kullanıcısı ve kripto’ dedikleri Hâkim Başer, Gülen ile mektuplaşıyormuş…
Hakan Atilla’nın, parası Türkiye tarafından ödenen avukat ordusu, duruşmalar boyunca konuyu bir şekilde Cemaat’e getirip davayı polemik konusu yapmak istedi fakat nirvanaya sahte mektupla çıktılar.
Avukat Todd Harrison’un, ‘çok önemli bir delil’ diyerek gündeme getirdiği mektuba göre Gülen, Hâkim Başer’e mektup yazarak ‘tahliye talimatı’ vermişti.
Mektubun sahteliğini anlamak için uzman olmaya gerek yoktu.
Kullanılan dilden ‘mektubun oluşturulma tarihine’ kadar bir sürü skandal vardı. Zaten Hâkim Berman’dan da tarihi bir fırça yedi Atilla’nın avukatları bu mektup yüzünden.
Bir başka ifadeyle, Türkiye’de ‘Bylock’u var’ deyip tutukladıkları hâkim için ABD’ye ‘mektupla haberleşiyorlar’ iddiasını taşıdılar.
‘Mektupla haberleşmek’ de suç değil fakat Bylock iddiasını ABD’ye taşımaya çekinmiş olmalılar. Çünkü dünyanın hiçbir ülkesinde, internet platformlarında bulunan bir aplikasyonu indirip kullandığı için kimseyi ‘terör örgütü üyesi’ yapamazsınız.
900 BİN KİŞİLİK ‘HATA’
Daha önce bu köşede Bylock konusundaki çalışmaları ile bilinen Avukat Murat Akkoç ile yaptığımız röportajda uzun uzun konuşmuştuk.
Bylock nedir, MİT Bylock kayıtlarını nasıl elde etmiştir, Bylock neden delil olmaz anlatmıştı.
Özetle MİT’in raporuna göre 500 bin ila 1 milyon kişi tarafından indirildiği söylenen Bylock’un daha sonra 215 bin kullanıcıya sonra da 102 bine indirildiğini anlatmış, bunun imkansızlığına dikkat çekmişti.
Geçtiğimiz günlerde yeni bir gelişme oldu ve MİT’in hazırladığı listelerden 11 bin 400 kişinin daha ‘hatalı’ olduğu ortaya çıktı.
Telefonunda Bylock olduğu iddiasıyla tutuklanan, işinden atılan, hatta bunalıma girip intihar eden insanlara ‘pardon’ dendi ve tahliyeler başladı.
Üstelik ‘pardon’ derken bile Cemaati suçlamayı ihmal etmediler. MİT ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının hatasını bile Cemaati suçlamak için malzeme yaptılar.
Avukat Akkoç uzun uzun anlattığı için tekrar etmeye gerek yok.
Bylock bir delil değildir. İnternette bulunan bir aplikasyonu indirdi diye kimse terörist olmaz. MİT’in mahkeme kararı olmadan elde ettiği Bylock sunucusundaki hiçbir bilginin delil değeri yok.
29 Temmuz 2016’da Amerikan The Wall Street Journal gazetesine konuşan ‘üst düzey MİT yetkilisi’ “Bylock’ta darbeye dair bir iz bulamadık” demişti.
Fakat muhtemelen aynı ‘üst düzey MİT yetkilisi’ Havuz medyasına akla ziyan ‘Bylock yalanları’ servis etti.
BYLOCK’U VAR DEYİP GEÇİYORLAR
Gelinen noktada siyaset birilerinin ‘terörist’ olduğuna karar veriyor. MİT elindeki fişleme listelerinden bir ‘kullanıcı listesi’ oluşturuyor.
BTK gerekli sahte evrakları düzenliyor. Savcılar göz altına alıyor, hakimler tutukluyor. Havuz medyası da gerekli propagandayı yapıp masum insanları peşin peşin terörist ilan ediyor.
Sonrasında ise Saray’a yakın birilerini bulan, gerekli ‘bağış’ları yapan veya itirafçı olmayı kabul eden birilerinin telefonundaki Bylock birden ‘kayboluyor’.
Özetle, ömrü AKP iktidarının ömrü kadar olan suçlar üretildi.
Bylock da bunlardan birisi ve ömrü de Erdoğan’ın iktidarının ömrü kadar olacak. Hukuka dönüldüğü ilk gün bütün bu suçlar düşecek.
Peki, başlıkta bahsettiğim Zarrab’ın Bylock’u ne?
Bylock başından bu yana bir şantaj aracı olarak kullanılıyor. İktidarın hoşuna gitmeyen, canını sıkan kim varsa bir anda kendini MİT’in Bylock listesinde buluyor.
Uğruna ülkeyi yaktıkları, nota üstüne nota verdikleri Zarrab savcılıkla anlaşıp tanık olmaya karar verdikten sonra birden bire ‘casus’ olmuştu.
Şimdi telefonunda Bylock da ‘çıkabilir’. Nasıl olsa her şey MİT’ten gelecek bir Excel dosyasına bakıyor.
Sonrası ‘Kabataş yalancıları’nın görevi. Onlar oturup Zarrab’ın ‘Bylock yazışmalarını’ senaryolaştırırlar.