Z.HİCRAN YILDIRIM
Rehberlik Köşesi-15
‘Kerîmoğlu, kerîmoğlu, kerîmoğlu kerîm…’
"Rabbim, Hapishane bunların teklifinden daha iyidir." (Yusuf Suresi, 12/33)
"Kerîmoğlu, kerîmoğlu, kerîmoğlu kerîm… İbrahim Halîlullahoğlu, İshakoğlu Yâkuboğlu Yusuf'tur." (Buhârî, enbiyâ 18-19; Tirmizî, tefsir (12) 1)
Kur’an-ı Kerim’in her suresinin devrin insanı ile alakalı yanları vardır. Çünkü Kur’an-ı Kerim ezelden gelmiş, ebede gidiyor. Onda kelimeler cümleler adına kullanılan malzeme Allah (cc)’a aittir.
İnsanlar bir meseleyi ifade için ne kadar çok renkli, ifade gücü çok yüksek kelimeler kullanırlarsa kullansınlar yine de kendi sınırlı düşünceleri içerisinde o işte bir darlıkları olacaktır. Allah’a ait beyan adeta diyebiliriz o da Kelam-ı Namütenahi’den geldiği için namütehani vecihleri, namütehani güzellikleri, namütenahi gözü, namütenahi ifade gücü vardır.
Binaenaleyh, her devrin insanı onu kendisine nazil olmuş gibi bulabilir. Onun için ahir zamanda O mühim Zat (Bediüzzaman) diyor ki: ‘Zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşiyor.’
Belki Kur’an-ı Kerim ile iştigal eden her devrin insanı aynı hissiyatla meşbu hareket etmiştir. Yani gitseniz İmam-ı Rabbani Hazretlerine sorsanız O da diyecektir ki:
‘Kur’an bizim asrımızda nazil olmuş gibi ve sanki bana sesleniyor.’
Asırlarca öteye gitseniz İmam-ı Gazali’yi bulsanız sinesine kulağınızı verseniz ne dediğini anlasanız aynı şeyleri fısıldadığını duyacaksınız. Ebu Hanife’yi dinleseniz Efendimiz (sav)’den bir asır sonra dünyaya gelmiş, Kur’an’ı kendi yaşadığı asırla çok içli dışlı bulduğuna şahit olacaksınız.
Ve günümüzde pek çok insan Kur’an-ı Kerim’de bu çok yönlülüğü, çok derinliği hissedecektir. Bir gün insanlar dört buudlu beş buudlu mekanlarda, ölümü rafa koyacakları bir dünyada yaşasalar o devrin yine dimağı çok inkişaf etmiş kişileri diyeceklerdir ki, Kur’an-ı Kerim sanki bize nazil olmuş.
Kur’an’a bakarken çok yerde diyorum ki, bu ayet beni kastediyor. Şurada bana bunu diyor, burada bana bunu diyor… Zaten bir kısım mükellef olduğumuz meselelerde doğruyu Efendimiz (sav) talim buyurmuş, biz o meselelere muhatabız. Efendimiz’in (sav) beyanlarına da öyle muhatabız. Ama bir de değişik buudda cereyan eden vakalar ve o vakaları dile getiren ifadeler vardır. Enbiya-ı İzam’ın halleri böyle, tarihi tekerrürler, baktığınız zaman zannedersiniz sizinle onlar arasında çok ince bir perde vardır, bir adım atsanız gitseniz hemen oraya geçeceksiniz. Anlatılan şeylerle orada devrinizde yaşadığınız şeyler arasında bir bütünlük, birlik müşahade edersiniz.
Onun için derler ki, Mevlana İkbal’e babası dermiş ki:
‘Oğlum Kur’an-ı Kerim oku!’ O da okurmuş. O okudukça babası: ‘Oku!’ dermiş.
Sonra:
‘Babacığım sen bana hep oku diyorsun ben de hep okuyorum diyorum.’
‘Doğru, okuyorsun da sen onu Hz. Muhammed’e inmiş bir Kur’an olarak değil Rabbim sana sesleniyormuş gibi öyle bir hitap şeklinde dinle.’
İnsan Kur’an-ı öyle dinlemelidir ve bize anlatılan şeyde de Şahid-i Ezeliden, Ezel ve Ebed Sultanı’ndan dinliyor gibi veya Efendimiz’den (sav) doğrudan doğruya Fem-i Güher-i Nebeviden dökülüyor gibi yani O bizi dinliyor biz de okuyoruz.
Bütün Kur’an için böyle olduğuna göre Seyyidina Hz. Yusuf ile alakalı Sure-i Celile ki O’nun adını almış, o mübarek aileden bahsediliyor. İçinde pek çok peygamberin zuhur ettiği, eski medeniyetlerden Mısır Medeniyetine hakimiyet kurmaları, sonra İsrailoğulları’nın orada çoğalmaları, Hak dine sahip oldukları sürece insanlığa aydınlık adına götürdükleri bir dönemi Hz Yusuf başlatıyor.
Aynı zamanda yabancı ve putperest bir ülkede tek başına bir idareci olarak gelip bir yere yükselme mevzuu ona ait bir hususiyettir.
Rüya tabirleriyle alakalı şeyler O’na ait hususiyettir. İsrailoğullarının Mısır’a yerleştirilmesi yine O’nun eliyle olmuş.
Ama sadece Yusuf Suresi’nde değil, Kur’an’ın neresini okursak okuyalım orada asrımızın insanıyla münasebeti var mı yok mu onu aramak daha uygun olur.
Öbür taraftan da kendi ülkesinde parya, garib, yalnız, değişik imtihanlara maruz kalmış, imtihandan imtihana atılmış ve sonra hapishaneler… Hapishanelerin birer Medrese-i Yusufiye olması, irşadın oralarda olması Seyyidina Hz. Yusuf’un (as) ilk defa tevhidi orada haykırması, bu bezmin başlangıcının da böyle olması, böyle başlaması ve bu işin bir türlü bitmek bilmemesi, devam etmesi, hala derdest edip götürüp oraya atmaları ve oraya giren kimselerin çevrelerine faydaları olması gibi Seyyidina Hz. Yusuf gibi ayrı bir hususiyetin onun medresesi olan hapishanede bugün de cereyan etmesi bakımından Hz. Yusuf ile Hizmet insanlarının çok sıkı bir alakası vardır.
Rabbim, arkadaşlara dayanamayacakları yükler tahmil etmesin. Bir realite bu. Bu kapı hiç kapanmamıştır. İnancı, dini düşüncesi adına hizmet veren gönüllüler için her zaman bu imtihanlar bahis mevzuu olmuştur ve olacaktır da.’ ***
Yusuf Aleyhisselam
Hz. Yusuf (as) Kur'ân-ı Kerim’de adı geçen peygamberlerden. Hz. Yakup (as)’ın oğludur.
Hz. Yusuf’un (as) hayatına bakıldığı zaman baştan sonra zorluklarla, imtihanlarla kuşatıldığı görülür. Daha çocuk denecek yaşta kuyuya atılmış, bir köle gibi pazarlarda satılmış, yurdundan yuvasından uzak kalmış, iftiraya uğramış, zindanlarda yıllarını geçirmiştir. Zira bir hadis-i şerifte de ifade edildiği üzere belanın en şiddetlisi başta peygamberlere, sonra da seviyesine göre diğer insanlara gelir. (Tirmizî, zühd 57; İbn Mâce, fiten 23)
Hz. Yusuf'un (as) on bir tane erkek kardeşi vardı. Yusuf fevkalâde güzel ve son derece zeki idi. Babaları Hz. Yakup (as) Yusuf'u çok seviyordu. Bu sevgiyi ağabeyleri kıskanıyorlardı.
Yusuf (as) bir gece rüyasında on bir yıldızın, güneş ve ayın kendisine secde ettiklerini gördü. Bu rüyayı babasına anlattı. Babası rüyanın, Hz. Yusuf'un (as) büyük biri olacağına işaret olduğunu anladı ve Yusuf'a rüyasını ağabeylerine anlatmamasını tembihledi.
Kur'ân-ı Kerîm bu rüyayı şöyle anlatır:
"Hani bir zaman Yusuf babasına: Babacığım, ben (rüyada) on bir yıldız, güneşi ve ayı gördüm. Bunların hepsinin bana secde ettiklerini gördüm, demişti.
(Babası Yakup da ona şöyle demişti): ‘Yavrum, rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insana apaçık bir düşmandır! Böylece Rabb'in seni seçecek ve sana rüyada görülen olayların yorumunu (veya Allah'ın kitabının ve peygamberlerin sünnetlerinin inceliklerini) öğretecek. Sana ve Yakûb soyuna nimetini tamlayacaktır. Nasıl ki ataların İbrahim'e ve İshâk'a da nimetini tamamlamıştı. Şüphesiz Rabb'in bilendir, hikmet sahibidir." (Yûsuf, 12/4-6).
Ancak, ağabeyleri bu rüyadan haberdar oldular ve Yusuf'u öldürüp bir yere atmayı planladılar.
Hz. Yakup (as) baba şefkatinin yanında peygamber duyarlılığı ve ötelerle münasebeti açısından Hz. Yusuf’u, Hazreti İbrahim ve İshak emanetini taşıyabilecek biri olarak görür ve ona ekstra bir alaka gösterir.
Fakat, diğer evlatlar onun bu iç sezilerine muttali bir hazımsızlık içindedirler ve sürekli onun hakkından gelme kurgularıyla kendilerini yiyip bitirmektedirler.
Nihayet bir gün, o ana kadar düşünüp durdukları şeyleri uygulamaya karar verir, Yusuf’u babalarından koparır ve yapacaklarını yaparlar.
Yusuf Aleyhisselâm'ı kıskandıklarından onu ortadan kaldırmak için harekete geçerler. Kur'ân-ı Kerîm bize bu hadiseyi teferruatıyla haber verir:
"Gerçekten, Yusuf ile kardeşlerinin kıssalarında, sorup ilgilenenlerin alacakları nice ibretler vardır.
Hani onlar, (aralarında şöyle konuşmuşlardı):
"Yusuf ile öz kardeşi, babamıza daha sevimli geliyor. Oysa biz daha güçlü bir grubuz. Pek belli ki babamız bu işte yanılıyor. Yusuf'u öldürün yahut onu uzak bir yere atın ki babanızın sevgi ve teveccühü yalnız size kalsın. Ondan sonra da tövbe ederek salih kimseler olursunuz, babanızla münasebetleriniz düzelir, işiniz yoluna girer."
İçlerinden biri:
"Yusuf'u öldürmeyin de bir kuyu dibine bırakın. Yolcu kafilelerinden biri onu yitik olarak alıp götürsün. Eğer yapacaksanız böyle yapın!" dedi.
(Onlar buna karar verdikten sonra bir gün babalarına varıp:) "Sevgili Babamız! dediler, sen neden güvenip de Yusuf'u bize emanet etmiyorsun. Oysa biz onu çok seviyoruz. Ona samimiyetle bağlıyız." "Yarın onu bizimle gönder, gezsin oynasın, biz ona çok iyi sahip çıkarız."
Babaları: "Onu götürmeniz beni meraklandırır. Korkarım ki siz farkında olmadan, onu kurt yer." dedi." (Yusuf Suresi, 7-13)
Yakup Aleyhisselâm’ın bunu demesinin sebebi yakınlarda gördüğü bir rüya idi. Rüyasında bir dağ başında on kurdun ona saldırdığını içlerinden birinin onu koruduğunu ve yer yarılarak Hz. Yusuf’un içine düştüğünü görmüştü. Bu sebeple “Kurt onu yemesin!” demişti.
Kur'ân-ı Kerîm’de bu hadise şu şekilde devam eder:
"Onlar! "Vallahi!" dediler, "Biz böylesine güçlü bir grup iken onu kurt kapar da yerse, yazıklar olsun bize! Biz ne güne duruyoruz." (Yusuf Suresi, 14)
Sonra Hz. Yusuf’u yanlarına alarak Medyen ve Mısır arasında Beytülmakdis bölgesine götürdüler. Burası kasabadan çok uzakta bir yerdi. Yol üzerinde susuz bir kuyu vardı. Bu kuyu Şeddad’ın İrem Bağlar’ını inşa ederken yaptırdığı suyu kuyusuydu. Gömleğini çıkardılar ve Hz. Yusuf’u bu kuyuya attılar.
Yusuf aleyhisselam suyun içine düştüğü sırada şu duayı okudu: “Ey gâib olmayan Şâhit! Ey uzak olmayan Karîb! Ey Mağlup olmayan Gâlib! Beni bu musîbetten kurtar. Bunun için bana bir çıkış yolu nasip et!”
"Derken kardeşleri onu alıp götürünce ve onu kuyunun dibine bırakma konusunda görüş birliğine varınca, Biz de Yusuf'a şöyle vahyettik: "Zamanı gelecek, onların hiç hatırlarına gelmediği ve seni hiç tanımadıkları bir sırada, kendilerine yaptıkları bu işi hatırlatacaksın."
Yatsı vakti, ağlayarak babalarının yanına dönüp dediler ki: "Sevgili babamız, biz yarışmak üzere bulunduğumuz yerden ayrılırken Yusuf'u da eşyalarımızın yanında bıraktık. Bir de döndük ki onu kurt yemiş! Şimdi biz doğru da söylesek sen bize inanmayacaksın!"
Onlar Yusuf'un gömleğine sahte kan bulaştırarak getirmişlerdi. Babaları Yakup: "Hayır!" dedi, nefisleriniz sizi aldatmış, bu işe sevk etmiş. "Artık bana düşen, ümitvar olarak güzelce sabretmektir. Ne diyeyim, sizin bu anlattıklarınız karşısında, Allah'tan başka yardım edebilecek hiç kimse olamaz!" (Yusuf Suresi, 15-18)
Yakub aleyhisselam onların yalan söylediklerini anlamıştı. Yusuf aleyhisselamın kana bulanmış gömleğini yüzüne gözüne sürdü. Gömleğin hiç yırtılmamış olduğunu görüp; “O kurdun Yusuf’uma karşı şefkati sizden fazlaymış. Vallâhi bugüne kadar bu kurt gibi yumuşak huylusunu görmedim. Oğlumu yemiş de sırtındaki gömleğini bile yırtmamış.” dedi
Yusuf aleyhisselâmın başına gelenler Yakup aleyhisselâmın gözlerinin kaybolmasına, saçlarının ağarmasına ve belinin bükülmesine sebep oldu.
"Ama babaları Yakup:
"…Ne yapayım? Bu hale karşı sükûnet ve ümit içinde sabretmekten başka yapacak şey yok! Ümidim var ki Allah bütün kaybettiklerimi bana lütfedecektir. Çünkü O alîmdir, hakîmdir (benim de onların da hallerini bilir ve beni elbette hikmetini ortaya koymak için, bu imtihana tâbi tutmuştur)."
Onlardan yüzünü çevirip öte tarafa dönerek ufuklara seslendi:
"Ya esafâ alâ Yusuf! Nerdesin Yusuf! Nerdesin Yusuf! Yusuf!" diye diye, üzüntüsünden gözlerine ak düştü. Yaptıklarından dolayı oğullarına duyduğu kızgınlığını da belirtmiyor, öfkesini yenmeye çalışıyordu.
Oğulları şöyle dediler:
"Ömrün geçti gitti, hâlâ Yusuf'u dilinden düşürmüyorsun. Vallahi "Yusuf!" diye diye kederden eriyeceksin veya büsbütün ölüp gideceksin" (Yusuf Sures 83-85)
Hz. Yakub (as) elbette onlara inanmadı, ama yapılacak bir şey de yoktu.
Yusuf aleyhisselam kuyuya atıldıktan bir müddet sonra Medyen’den gelip Mısır’a gitmekte olan bir kervan kuyunun yanında konakladı. Su almak için bir kişi kovasını kuyuya saldığı zaman Yusuf aleyhisselam kovaya sarıldı. Kova yukarı çekilince Yusuf aleyhisselam da kovayla beraber dışarıya çıktı. Adam onu yanına alıp, kâfiledekilere götürdü. Böylece Yusuf aleyhisselam kuyudan çıkıp kurtuldu.
Kervancılar Hazreti Yusuf’u Mısır’a götürüp pazara çıkardılar. Birçok kimse onu satın almak isteyince fiyatı yükseldi. O sırada Mısır Azîzi, yâni Mâliye Bakanı olan Kıtfîr Yusuf aleyhisselamı kervancılardan çok yüksek bir fiyata satın aldı. Eve varınca da hanımına, ona iyi muamele etmesini ileride kendilerine faydalı olabileceğini söyledi. Yusuf aleyhisselamı satın alan Mısır Azîzi’nin hanımı Zelihâ veya Züleyha idi. Yusuf aleyhisselam Azîz’in evinde gayet rahattı.
Yusuf Aleyhisselam, akıllara durgunluk verecek derecede güzeldi. Yüzünde parlayan nübüvvet (peygamberlik) nuru herkesi hayran bırakırdı. Bu hal Züleyhâ’nın ona âşık olmasına sebep oldu. Yusuf aleyhisselama karşı süslenip onu kendine çekmek için çalıştı. Fakat Yusuf Aleyhisselam, Allahü teâlânın yardımıyla ona hiç itibâr etmedi. Züleyha sonunda kapıları kapadı ve ondan murâd almak istedi. Yusuf aleyhisselam:
“Efendim (Kıtfîr) iyi bakman için beni sana bıraktı. Bunun karşılığında onun haremine hıyanet etmekten Allah’a sığınırım.” dedi.
Yusuf aleyhisselâm kaçıyor, Züleyha kovalıyordu. Eğer Yusuf aleyhisselâm’da, zerre kadar meyil olsaydı, böyle bir kovalama olmazdı ki! Demek ki, Hz. Yusuf'un azmi, niyeti ve hedefi tamamen başkaydı. Ve o, o yüce hedefe doğru koşmaktaydı. Zaten ikisi arasında cereyan eden mücadeleyi izlerken de bu kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Hz. Yusuf, Züleyha'dan öyle kaçmaktadır ki o, arkasından çekip odadan çıkmasına mâni olmak isteyince, Hz. Yusuf'un (aleyhisselâm) gömleği arkadan yırtılmıştır. Tam bu sırada Yusuf (aleyhisselâm) kapıyı açar ve dışarıya fırlar, kadın da arkasındadır. Ve bu kovalamaca ile vezirin karşısına çıkılır. Böyle bir durumda, ne diyeceğini, ne yapacağını şaşırmış olan kadın hemen kendini müdafaaya geçer ve Hz. Yusuf'a isnatta bulunur. Bulunur ama, dediklerine, ne kendisi ne de kocası inanmıştır. Zaten ortada bir de şahit vardır. Suskun hâliyle, en büyük hatipleri dahi susturacak bu şahit, şüphesiz Yusuf'un (aleyhisselâm) yırtılan gömleğidir. Ve kadının akrabasından birisi veya henüz konuşmasını bilmeyen bir çocuk da bu şehadete imza atar.
Mesele anlaşılmıştır ve Yusuf (aleyhisselâm), zerre kadar günaha bulaşma meyli göstermemiştir. Çünkü gömlek arkadan yırtılmıştır. Eğer niyet Yusuf'ta (aleyhisselâm) olsa ve kadın korunmak isteseydi, gömleğin yırtığı, ön taraftan olmalıydı. Yusuf (aleyhisselâm), burhanlardan birini orada hemen görmüştü. İşte Rabbi, bir yırtık gömlekle onu korumuş ve muhteşem geleceğe doğru bir adım daha attırmıştı.
Yusuf aleyhisselamın kendisine itibâr etmediğini gören Züleyha ona iftira etti. Züleyha’nın Yusuf aleyhisselama yaptıkları bir müddet sonra Mısır ahalisi tarafından duyuldu. Haber sarayda vazîfeli kimselerin hanımları tarafından da duyulunca, kadınlar:
“Züleyhâ, Ken’anlı kölesi Yusuf’un nefsinden murâd almak istiyormuş. O gencin sevgisi onun yüreğine işlemiş, onu deli etmiş. Azîzin hanımı olduğu halde, Züleyha’nın bir köleye gönül vermesini açık bir hata olarak görüyoruz.” dediler.
Züleyhâ Mısırlı kadınların kendisi hakkındaki sözlerini işitti. O kadınların da Yusuf aleyhisselamı görmesi için bir ziyâfet tertip etti. Kendisini ayıplayan kadınlarla beraber şehir eşrafından kırk kadar hanımı davet etti. Onlar için bıçakla kesilerek yenecek yiyecekler de hazırlattı. Misafirler gelip kendileri için hazırlanan yemekleri yemeye başladılar. Züleyha, başka bir odada bulunan Yusuf aleyhisselamın kadınlara görünmesini istedi.
Yusuf aleyhisselam Züleyha’dan çekindiği için, emrine karşı gelmeyip kadınlara göründü. Kadınlar Yusuf aleyhisselamı görünce cemâlinin heybetinden yüzünün güzelliğinden kendilerini unuttular. Meyve yerine hiç acı duymadan ellerini kestiler. Onun güzelliğini ve cemâlinin heybetini hiçbir insanda görmemişlerdi. Böylece, onun melek olmadığını bildikleri halde:
“Bu bir melektir.” demekten kendilerini alamadılar. Onların bu hâlini seyreden Züleyha:
“İşte gördünüz mü? Siz benden daha çok kınanmaya, ayıplanmaya lâyıksınız. Çünkü onu bir defa görmekle kendinizi kaybedip ellerinizi kestiğinizin bile farkında olmadınız. Ben ise, uzun zamandır onunla birlikteyim. Fakat hiçbir vakit sizin bu hâlinize düşüp, hayranlığımdan dolayı kendimden geçmedim. Şimdi gördüğünüzü önceden görseydiniz, beni kınamazdınız.” dedi.
Sonra da onlara:
“Duyduğunuz gibi ben ondan bu iş için talepte bulundum. O ise, bu husustaki teklifimi kabul etmedi. Eğer ona emrettiğim şeyi yapmazsa muhakkak zindanlarda sürünür.” dedi.
Misafir gelen kadınlar Yusuf aleyhisselamın etrafına toplanıp:
“Azîzin hanımının emrine karşı gelmen sana bir fayda getirmez.” diye Züleyha’nın arzusuna uymaya teşvik ettiler. Yusuf aleyhisselam kadınların hileleri ve sözleri karşısında Allahü teâlâya sığınıp dua etti. Başına gelen bu musîbetten korunmasını niyaz etti:
‘Ey Rabbim! Zindan bana bu (Mısırlı) kadınların beni davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer sen onların hilelerini benden çevirmezsen (beni ismet üzere sabit kılmak suretiyle korumazsan, ben ihtiyari olmayan tabiî bir meyl ile) onlara meyleder, böylece sefihler zümresine dâhil olurum.’
Bunun üzerine Rabbi onun duasını kabul etti. Kadınların hilelerini, şerlerini ondan çevirdi. Çünkü O (Allahü teâlâ, kendine tazarrû ve ilticâ edenlerin dualarını) işitici ve (hallerini) bilicidir.” (Yusuf Suresi, 33)
Züleyha’nın kocası Azîz, Yusuf aleyhisselamın yapılan soruşturma netîcesinde suçsuzluğunu anlamış olduğu için herhangi bir ceza vermeye lüzum görmemişti. Fakat yayılan dedikoduları kesmek için ve Züleyha’nın baskılarına boyun eğerek Yusuf aleyhisselamın hapsedilmesine karar verdi. Böylece hazret-i Yusuf zindana atıldı. Uzun zaman zindanda kaldı.
Yusuf aleyhisselamla birlikte Mısır Firavununun ekmekçisi ve şerbetçisi de hapishanedeydiler. Yusuf aleyhisselam zindandayken hastaları ziyâret eder, geceleri Rabbini zikrederdi. Kendisine Allahü Teâlâ rüya tabiri ilmini öğretti. Yusuf aleyhisselam Firavun’un ekmekçisi ve şerbetçisinin görmüş oldukları rüyayı tâbir etti. Biri rüyasında üzüm sıktığını, diğeri ise görmediği halde yalan söyleyerek başının üzerinde ekmek taşıdığını ve bu ekmekten kuşların yediğini görmüştü. Yusuf aleyhisselam rüyasında üzüm sıkanın serbest bırakılacağını, ekmek taşıyanın ise idam edileceğini söyledi. O kimselerin rüyaları, yorumladığı gibi çıktı. Şerbetçi serbest bırakılıp eski vazifesine döndü, ekmekçi de şirretliğinin neticesi asıldı ve başının etini kuşlar yedi.
Yusuf aleyhisselam zindandayken Mısır hükümdarı bir rüya görmüştü. Dehşetle uykusundan uyanıp:
“Ben rüyâmda yedi semiz ineğin yedi zayıf ineği yediğini ve yedi yeşil başak, yedi de kurumuş başak gördüm. Ey ileri gelenler, eğer rüya tabiri biliyorsanız, bu rüyamı yorumlayın.” dedi.
Devam edecek…