[Z. Hicran Yıldırım yazdı] Dünya Alemlerin Sultanı’nı Bekliyor

Okuma Süresi 3 dkYayınlanma Cuma, Ekim 23 2020
Rebîülevvel ayının 12. gecesi. 14 asır önce Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (sas) gözlerini açmasıyla birlikte, dünyanın doğusunu ve batısını aydınlatan nurun görüldüğü, Kâbe'deki putların yıkıldığı, ateşe tapanların bin yıldır aralıksız yanan ateşlerinin hiç sebepsiz söndüğü, insanların kendisine taptığı rivayet edilen Sâve Gölü'nün sularının bir anda çekildiği gün... Mevlit Kandili... Bu yıl 28 Ekim'i 29 Ekim'e bağlayan gece idrak edilecek. Eğitimci-yazar Z. Hicran Yıldırım'ın Rehberlik Köşesi'nde "Mevlit Kandili" üzerine bir yazı dizisi kaleme alıyor Yazının ikinci bölümünü yayınlıyoruz
Z. Hicran Yıldırım | Samanyoluhaber

Mevlid Kandili – 2

Dünya Alemlerin Sultanı’nı Bekliyor

O gün O Büyük Misafir’ini ağırlamak için yüce Allah Hicaz’ı hazır hale getiriyordu. Zira, çok geçmeden bu fani dünyayı, Alemlerin Sultanı şereflendirecekti. İnşallah O’nun sallallahu aleyhi ve sellem dünyayı şereflendirdiği bu günler hürmetine Yüce Rabbimiz yine bütün alemi kirlerinden, paslarından arındırır. ‘…Rabbinin ne ettiğini görmedin mi? Onların kötü plânlarını (hile ve düzenlerini) boşa çıkarmadı mı? Onların üzerine sert taşlar atan (Ebabil) sürü sürü kuşlar gönderdi. Derken onları kurt yeniği ekin yaprağına çeviriverdi." (Fil Sûresi, 1-5)
 
"Ben iki kurbanlığın oğluyum." 

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin dedesi Abdulmuttalib, Zemzem kuyusunu ortaya çıkardığı zaman kırk yaşındaydı. O sırada on oğlu olup da büyüyüp genç yaşa ulaştıklarını görürse onlardan birini Allah yolunda kurban edeceğini adamıştı. (Tabakât, 1/88)     

Otuz yıl sonra, Cenâb-ı Hakk'ın ihsanı ile erkek çocuklarının sayısı onu buldu. Ve hepsi de büyümüştü. Bu sırada seneler önce yaptığı va'dini hatırladı: Erkek çocuklarından birini Kâbe'de kurban etmek. Ama hangisini? Hepsi de birbirinden güzel ve sevimli idi. Fakat Abdullah çok daha başkaydı. Sîret ve surette diğer kardeşlerinden çok farklıydı. Dünyaya gelir gelmez babasının alnında parlayan Nur-u Muhammedî onun alnına geçmişti. Bu nur, yüzüne harika bir güzellik ve müstesna bir tatlılık bahşetmişti. Ama hiç kimse bu güzellik ve tatlılığın nereden ve niçin geldiğinin farkında değildi. 
Abdülmuttalib, onları bir gün bir araya topladı ve işin hikâyesini anlatarak, içlerinden birini kurban etmesi gerektiğini bildirdi. Hepsi de tereddütsüz razı oldular. Sonra da babalarına sordular: 
<

Bu haberler de ilginizi çekebilir