"Va’bud Rabbeke hattâ ye’tiyeke’l-yakîn"
(Ölüm sana gelip çatıncaya kadar Rabbine ibadet et" (Hicr, 99)
Allah’tan alıkoyan her şeyi arkaya atıp “Allahu ekber” ile yüzünü ve gönlünü O’na (cc) çevirmektir namaz.
“Allahu ekber” deyip fani dünyadan geçmek. Nazarları manevi âlemin menfezlerine dikmek ve oradan gelecek şeyleri beklemeye durmak. Daha geniş bir aleme, bir nur atmosferine yükselmek için elleri kaldırıp tekbir getirmek. “Allahu ekber” deyip Miraç Burağı’na binmek.
“Muhakkak ki mü’minler, felâha, mutluluk, başarı ve kurtuluşa erdiler. Onlar namazlarında tam bir huşû, saygı ve tevazu içindedirler. Onlar boş şeylerden uzak dururlar. Onlar zekâtı ifa ederler (hatta zekat vermek için çalışırlar.)” (Mü’minûn Sûresi, 23/1-4)
Zerrelerden sistemlere kadar her şeyi terbiye eden, yetiştiren, olgunlaştıran Allah'a ‘Elhamdü'lillahi Rabbi'l âlemin’ ile hamdini ilan etmek.
Manen, hayalen veya niyeten iki cihandan geçip, maddî kayıtlardan sıyrılıp engin bir kulluk mertebesiyle Er-Rahmani'r Rahim’in huzuruyla şereflenmek.
İnsanın sadece O’na (cc) kul olduğunu.. ve sadece O’ndan yardım dilediğini İyyake na'büdü ve iyyake nestain ile itiraf etmek.
Gece tatlı uykular içinde iken dahi “Korkuyla ve umutla Rabb’lerine yalvarmak üzere (ibadet etmek için) vücutları yataklardan uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.” (Secde sûresi, 32/16) davetine aşk u heyecanla icabet etmektir, alnını secdeye koymaktır, canını ve malını Allah yolunda harcamaktır.
Günahlardan, hayatın stresinden, kirinden pasından, bunalmışlığından bir anda Melaike-i kiramın saflığına, temizliğine ulaşmaktır namaz. Kıyamda, rükuda, secdede kalp ve ruhun huzur bulacağı nefesler almaktır.
Melaikelerin bazıları sürekli kıyamda, rükuda, bazıları secdede dururlar. Cenâb-ı Hakk’a tazimlerini böyle ifade ederler.
İnsan da bir yönüyle onların bu ibadetlerini aynıyla temsil eder Kabe’ye her yönelişinde. Meleklerin her bir sınıfı bu ibadetlerin sadece birini yerine getirirken, insan, namazda bunların hepsini bir arada yapar.
İşte bu namaz hakikatinin manen veya hayalen bir gölgesine, bir parıltısına mazhar olmak bile büyük bir saadettir.
Namazın bu güzelliklerine bizzat şahit olan Üstad Bediüzzaman Hazretleri, 15. Şua’da, insanların bu inançlarını aksiyona dönüştürmek için her gün Kâbe'nin etrafında bir halka teşkil ettiğini ifade eder.
'Nasıl ben şu anda Kâbe'ye yöneliyorum; benimle birlikte dünyanın dört bir yanından o ebedî mihraba yönelen milyonlarca insan var ve bunların içinde yüzlerce veli, asfiyâ, ebrar da var.' der. (On Beşinci Şua, Birinci Makam)
‘Gördüm ki, İslam alemi, büyük bir mescit suretini aldı. Mekke, Kâbe mihrab hükmüne geçti. Bütün namaz kılan Müslümanların safları, dairevî bir tarzda o kudsî mihraba teveccüh ederek, benim gibi ‘İyyake na'büdü ve iyyake nestain’ deyip, her biri umum namına hem dua, hem dâvâ, hem tasdik eder, hem onları kendine şefaatçi yapar. Hem, "bu kadar azîm bir cemaatin yolu, dâvâsı yanlış olamaz ve duası reddedilmez; şeytanî vesveseleri yok eder."
Nasıl büyük bir insan olan kâinat, hal diliyle ve çok eczaları, istidat ve fıtri ihtiyaç lisanıyla ve şuur sahibi varlıklar, dilleri ile ‘İyyake na'büdü ve iyyake nestain!’ diyorlar ve Hâlıkının merhametkârâne Rabbliğine karşı kulluklarını gösteriyorlar; aynen öyle de, birer küçücük kâinat hükmünde o cemaatte herbir arkadaşımın cesedi gibi benim cesedimdeki zerreler ve kuvveler ve duygularım dahi Hâlıkının Rabbliğine karşı itaat ve ihtiyaçlarının hal diliyle İyyake na'büdü ve iyyake nestain diyerek emir ve irade-i İlâhiyeye göre hareket ettiklerini ve her anda Hâlıklarının inayetine ve rahmetine ve yardımına muhtaç olduklarını gösteriyorlar gördüm.’
Ey nefis! Niyetinin derinliğiyle namaz aşığı olan Üstad Bediüzzaman gibi gönül insanlarının arkasında yol almak istersen, Hakk nezdindeki kıymetine, Allah’la olan münasebetlerine bir bak!
Sadece şekilden ibaret olan şeyler, dergâh-ı ilâhîde bir kıymet ifade etmez. Hadis-i şerifte vurgulandığı gibi, Allah Teâlâ senin şekline, zâhiri haline, görünüşte yatıp-kalkmalarına değil; kalbi heyecanına, iç derinliklerine ve gönlünden doğup gelen, içinin yansıması olan samimi davranışlarına bakar ve onları değerlendirir.
Teheccüd vaktinde, ardından sabah namazında imanını secde ile bir kere daha yenilesen ey nefis!
Öğlen rüku ile bir kere daha yenilesen, akşam kıyamet daha kopmadan hemen şükürle secdeni tazelesen, beş vakit namazda bir kere daha saflaşsan, durulaşsan!
Namazda ayakta dururken zerrelerinle duysan Rabbini, rükua giderken bir kere daha tir tir titresen, huşuyla varsan secdene.
‘Ezan şuuruyla namaza koşan bir mü’min, Kâbe’yi tam karşısında tahayyül ederek rahmet ve rıza-i ilâhiyi avlamaya çalışacaktır. Her devirde nice sultanlar gelip geçmiştir! Bizlerin de aynı payeye ulaşması her zaman mümkündür.
Zira öyle bir zemin ve zamanda bulunuyoruz ki, etrafımızda daima Allah, Peygamber, Kur’ân diyen insanlar pek çoktur. Böyle bir ortamda kendimizi muhafaza etmemiz mümkündür. Ama bununla birlikte, henüz o zatların ulaştığı seviyenin yüzde birine dahi ulaştığımız söylenemez.
Bir devlet reisi olarak iyi mü’min olma, çirkinlikler arasından gözünü lahut aleminin güzelliklerine dikme, makama mansıba takılıp kalmama çok zordur. Yine bir padişah olarak, hem ordu komutanlığı yapıp fatih orduları idare etme hem de devlet kurup insanları memnun etme çok zordur.
Rivayete göre Murat Hüdavendigar Hazretleri, tekbir alıp namaza duracağı zaman, birinci tekbirde Kâbe’yi göremediğinden ikinci ve üçüncü tekbirleri alır, onu karşısında müşâhede edene kadar da devam edermiş. Bir gün hocasının karşısına çıkıp şöyle demiş:
“Hocam! Acaba benim bir günahım mı var ki, ilk tekbir aldığımda Kâbe’yi müşâhede edemiyor, ikinci ve üçüncü tekbirde ancak görebiliyorum.”
Murat Hüdavendigar Hazretleri zanneder ki, hocası dâhil herkes, daha “Allahu ekber” dediği anda Kâbe karşısında beliverir ve bu hâli yakalayamayan da sadece kendisidir!
Evet, salih kimselerin namazdaki havası budur. Onlar, Rabb’in rahmetiyle münasebet kurabilmek için, bir nişan taşı mesabesindeki Kâbe’yi iki kaşının arasında, alev alev kabaran ve kıvılcımları dağlar büyüklüğünde olan Cehennem üzerinden Cennet’e geçişi sağlayan ve bu dehşetli manzara karşısında nebilerin dahi “Selamet ver Allahım!” dediği Sırat’ı ayaklarının altında tahayyül ederler.
Bütün revnaktarlığıyla Cennet’i sağ taraflarında, bütün dehşetiyle Cehennem’i sol taraflarında, kendisine bir pençe atmak üzere elini uzatmış ve nerede yakalayacağı belli olmayan ölümü arkalarında tahayyül eder, ciddi bir korku ve bunun yanında alabildiğine bir ümitle Rablerine karşı kulluklarını eda ederler. Mü’min, namazda bu havayı yakalayıp devam ettirdiği sürece her türlü fuhşiyattan ve münkerattan uzak kalacaktır.’***
Bütün dost ve ahbabın, üstüne birkaç kürek toprak atarak, bir çift taş dikerek terk edip gittikleri mezarda işte bu namazların seni yalnız bırakmayacaktır.
“Cenaze, mezara konulduğu zaman kendisini teşyi edenlerin ayak sesleri henüz kesilmemiştir ki melekler gelir, kendisine soru sorarlar. Tam o dakikada nuranî bir şey gelir onun başucuna oturur. Bu onun namazıdır.
Bir başka nuranî şey ayakucuna oturur. Bu onun sair hayrat ve hasenatıdır.
Bir başka nuranî şey onun sağ tarafına oturur. Bu onun orucudur.
Bir başka nuranî şey sol tarafına oturur. Bu da onun zekâtıdır.
Bunlar, sağdan ve soldan kabrin onun kemiklerini sıkmasına (canını yakmasına), sıkıntılar hâsıl etmesine karşı onu korurlar.” (Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 6/352; 4/287, 295)
“Allahım! Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) namazı hangi enginlikte ikâme ediyor idiyse, bana da o idraki lütfeyle; namazın mânâsını benim ruhuma da duyur.
Rabbim, ben de Peygamber Efendimiz’in eda ettiği gibi namaz kılmak ve onu benliğimin bütün zerrelerinde duymak istiyorum.
Namaz esnasında Sen’den başka bütün mülâhazalara karşı kapanmayı ve tamamen namazlaşmayı arzu ediyorum.
Ne olur Allahım, bu lütfunu bizlere de nasip eyle!..”***