Çok katlı pazarlama yapılarının dinî, ahlâkî ve sosyal açıdan kısa bir değerlendirmesi
YUSUF DEMİRTAŞ | Samanyoluhaber
Bu yazıyı yayınlayıp yayınlamama noktasında çok tereddütler yaşadım. Zira konu çok netameli. Kimsenin, hele tanıdığım, çok sevip saydığım güzel insanların gönlünün incinmesini istemem, bundan çok korkarım. Ancak halihazırdaki durum, birileri yazmazsa daha çok gönlün kırılacağını gösteriyor.
Son dönemde sosyal medyada yapılan tartışmalar da konuyu araştırmış kişilerin görüş açıklamasının gerekliliğini gösteriyor. Bundan dolayı, araştırmalarımla ulaştığım neticeyi, hissettiğim vicdani sorumluluğun, hakperestliğin gereği olarak kaleme alıyorum.
Zira bu meselenin kötü yerlere gittiğini, fitnelerle boğuştuğumuz şu dönemde yeni bir fitneye sebebiyet verebileceğini seziyorum. Böyle bir fitne ateşi hepimizi etkileyecek. “Geldiği zaman zulmedenlere münhasır kalmayacak fitneden korunun!” (Enfal sûresi, 8/25) ayet-i kerimesinin sırrıyla hepimize dokunacak.
Hizmet gemisi kocaman yeni bir yara alacak, geminin yolcularının birbirleriyle münasebetleri bozulacak.
Gayem, ortada bir yanlış varsa -elimden gelirse- düzeltme, insanımızı ve camiamızı düştüğü/düşebileceği yanlışlardan kurtarma düşüncesidir ve bunlar, araştırmalarımla, okumalarımla ulaştığım benim düşüncelerimdir.
Okuyanların da böyle okumasını istirham ederim. Hak veren ona göre davranır; vermeyen ise kendi düşüncesine göre hareket eder. Neticede herkes hür iradeye sahip. Yazıdaki bazı ifadelerim keskin hatta sert bulunabilir.
Bu, kendi görüşümü tüm yalınlığı ile vermek içindir. Zira sözü çok eğip bükünce düşünceler muğlak kalıyor. İncinenler olursa şimdiden özür dilerim. Tekrar ediyorum, kimseyi incitmek amacında değilim.
Aldığım notlar üzerinden, konunun en çok gündeme gelen veya en önemli gördüğüm noktalarına temas etmeye çalışacağım. Bazılarını biraz daha detaylı ele alacak, bazılarına ise işaret etmekle yetineceğim.
Konuşulacak başka şeyler mutlaka var ama bu yazının hedefi bu ve bu hedefe göre belirlediğim format ve hacim de bundan ibaret. Böyle bir konu burada bitmez zaten. Daha sonra başka yazılar da yazılıp soru ve itirazlar birebir cevaplanabilir ki ona da ihtiyaç var.
DİNÎ BOYUT
Gerek İslam iktisadı gerekse beşerî iktisat teorileri, ortaya konan herhangi bir iktisadi girişimin fayda doğurmasını, üretime sebep olmasını ister. Buna göre meşru bir iktisadi etkinlik, doğrudan bir üretim faaliyeti olabileceği gibi, üretime dolaylı olarak sebep olan, ürünün tüketiciye ulaşmasını sağlayan ticari bir faaliyet de olabilir.
Dolayısıyla ortada bir ürün olmayan, meşhur adlarıyla “saadet zinciri” ya da “piramit” ismi verilen yapılara hem devletlerin kanunları hem de İslam hukuku müsaade etmez.
Öte yanda bir de sistem olarak piramit oluşumlara benzemekle birlikte bir ürünün pazarlandığı yapılar vardır ki bunların meşruiyetiyle ilgili net ve doğru bir şey söyleyebilmek için daha yakından bakmak gerekir.
Sahada çok farklı isimlerle anılıyor olsa da en sık kullanılan isimleriyle “çok katlı pazarlama”, “network marketing” ya da “multi level marketing” sistemleri böyledir.
Bir meselenin hükmü aranırken lafız, şekil ve kalıplara değil, mana ve maksatlara itibar edilir. Üzerinde konuştuğumuz türden yapılarda ortada bir ürün olsa, ürün hakikaten değerli olsa da sistemin ve sisteme giriş yapan insanların ürünü mü yoksa başka şeyleri mi önceleyerek çalıştıklarını incelediğimizde doğru hükme ulaşma adına önemli bir adım atmış oluruz.
Şeklen farklılıklar ne olursa olsun, ürünün öncelikli olmadığı, aslen ve büyük oranda paranın doğrudan üründen ve ürün satışından kazanılmadığı yapıların caiz olduğunu söylemek zordur.
Zira bu, mali muamelelerin temel mantığına zıttır. Bu tür muamelelerle ilgili söylenebilecek en hafif şey, bunların şüpheli olduğudur. Şüpheli şeylerin terkinin dinde bir esas olduğunu hatırlayıp geçelim. (Buhari, iman 37; Müslim, müsakat 107; Tirmizî, sıfatü’l-kıyame 62)
“Şüpheli” ifadesi zihinlerde hafif bir çağrışıma sebep olmasın; bir mesnede dayanan şüphe ve ihtimallerin hüküm verme noktasında nazardan uzak tutulamayacağı, bunların hükme tesir edeceği, İslam hukukunun temel kaidelerinden biridir. (Bkz. Mecelle, Kavaid-i Külliye, 74. madde)
Bu tür yapılar, deyim yerindeyse ortada olmayan bir meta üzerinden yapılan ticarettir. Evet ürün var, fakat işin odak noktasında değil ve ortada dönen para, ürünün maliyet ya da ticari değeriyle kıyaslanamayacak ölçüdedir.
Bu ve buna benzer muameleler, fertlere zararı olmasının yanında toplumun iktisadi yapısını da yıpratan hamlelerdir.
ÇOK KATLI PAZARLAMA YAPISI
Çok katlı pazarlama sistemlerinin temel bir yapısı var. Sistem üzerinde oynamalar, farklı uygulamalar olsa da yapı hep şu noktaya gelip dayanıyor: İnsanlar birbirlerine ürün satmaktan ziyade birbirlerini sisteme dahil etmeye çalışıyorlar. O da bir başkasını, o da bir başkasını... böylece bir piramit yapı oluşuyor.
Zira distribütörler, kazançlarının çoğunu, dahil ettiği insanların sisteme girmesinden, sonra da onların başkalarını sisteme sokmasından kazanıyor. Satılan ürünlerin kalitesi ne olursa olsun ürün hep ikinci planda, hatta bazılarında belki hiç planda yok.
(Bu söylediğimizin doğruluğunu test etmek isteyenler, bu işten çok para kazanan distribütörlerin YouTube’a koydukları videolara bakabilirler. Neredeyse kimse üründen bahsetmiyor, çok nadir. Herkes nasıl para kazandığından, nasıl birilerini sisteme dahil ettiğinden bahsediyor. Hatta bunun için insanlara uyguladıkları manipülasyonları, vur-kaç taktiklerini anlatıyorlar. Yüzlercesi var, seyredebilirsiniz. Hatta birinin şu cümlesi çok ilgimi çekti: “Biriyle görüşmeye giderken bence ürünü de götürün. Ürün götürmenin çok faydasını gördüm.” diyor.
Sizin de dikkatinizi çekti mi bilmem. “Ürünü de” götürmeyi tavsiye ediyor. Ürün götürülmeden nasıl ürün pazarlanır? Demek ürünün çok da bir önemi yok ki adamcağız özellikle dikkat çekmek zorunda hissediyor. Buradan link vermek isterdim ama belli şahısları zikretmiş olmak istemiyorum.
İsteyen, Google’a, YouTube’a “network marketing” ya da muayyen bir firma adı yazarak yüzlerce, binlerce sayfaya ulaşabilir)
Belki herkese çok önemli gelmeyebilir ama bu şirketlerin üye toplantılarına, yapmış oldukları faaliyetlere, söylemlerine vs. bir bakın, ortama dikkat edin, sizin dünyanızı resmediyor mu? Neyse, bunu herkes objektif bulmayabilir.
Objektif meselelere geri dönelim: Ürün satışının asıl maksat olup olmadığını şöyle anlayabiliriz: Sisteme girenlerin yüzde kaçı gerçekten bu ürünleri kullanmak için o paketi satın alıp sisteme giriyor?
Sahadakilerin beyanları, bu oranın çok çok düşük olduğunu söylüyor. Öyleyse bu, ürün merkezli değil, üye merkezli bir yapıdır ki bunun adına isterseniz tavsiye ticareti, isterseniz network marketing deyin, ister multi level marketing, ister next generation marketing, ister ponzi ister piramit ne derseniz deyin, ismini değiştirmekle bu temel mantık ortadan kalkmıyor.
Zaten bu yapılarda sıkıntılı olan da bu temel felsefe. Yoksa detaylarda iyileştirme her zaman yapılabilir. Kendi çalıştığı şirketi savunanların ana argümanları da bu: Diğer çok katlı pazarlama şirketlerinin barındırdığı mahzurlardan arındırılmış olması. Halbuki temel mantıkta bir değişiklik yok.
“Sisteme, pazarlamacı olmak için giriyorum.” diyebilirler. Ama sizden sonraki de bunun için giriyor, ondan sonraki de... Yani sisteme, ürün almak için giren neredeyse kimse yok. Herkes pazarlamacı. Böyle bir ürün pazarlaması olamaz. Zira ortada tüketici yok. Herkes bir sonrakine nispetle satıcı.
Kendimizi kandırmayalım, herkes bu sisteme girerken yüklü bir meblağ ödüyor, sonra da başkalarını sisteme sokarak o parayı çıkarmak ve dahasını kazanmak için çabalıyor. Bir değer üretme ve insanların ihtiyaç duydukları bir ürünü onlara ulaştırma asıl gaye değil.
Pazarlandığı iddia edilen şey kaliteli bir ürün olsa da bu ürün çoğunlukla onu kullanmayı düşündüğü için alacak kişilere satılmıyor. Dolayısıyla da ürün bir araç olmaktan öteye geçmiyor.
Bu sistemlerde hakikatte olan şey, büyük kısmı herhangi bir değerin karşılığı olmayan yüksek meblağlardaki paranın ortada çevrilmesi, herkesin, -üründen değil- bir sonraki kişi ya da kişilerin sisteme girmesinden para kazanması. Bundan dolayı böyle çalışan sistemlerin hiçbirinin birbirinden öz itibarıyla farkı yok.
Fark yalnızca detaylarda. Bir şirket, gerek işin kanunlara uygunluğuyla ilgili problemleri, gerekse insanların çekincelerine sebep olan bazı sorunları ortadan kaldırarak daha “meşru!” bir sistem ortaya koyuyor, farklılık dediğimiz şeyler bundan ibaret kalıyor.
Neredeyse her şirket kendilerinin farklı olduğunu, piramit yapı olmadıklarını iddia ediyor. Arzu eden, böyle iş yapan yüzlerce şirketin yapılarını, söylemlerini internetten okuyabilir, bunlarla ilgili videoları seyredebilir.
SİSTEM SORGULAMASI
Bu ticaret, ürün bazlı deniyor. Böyle olup olmadığını anlama adına bir test daha yapabiliriz: Bu şirketlerin birinde, Türkiye’den sisteme girecek bir insana tavsiye edilen, 3 bin 200 TL’lik paketle sisteme dahil olması. Evet ortada bir ürün var, fakat hangi insan, bilmediği, belki ihtiyaç duymadığı ya da ihtiyaç duysa da büyük ihtimalle kullanmayacağı bir gıda takviye paketine 3 bin 200 TL verir? Amerika’daki fiyatla 600 dolar!
Bunlar söz konusu ürünler için büyük rakamlar. Bu tür ürünlerin muadilleri çok daha ucuz fiyatlara ve doktor kontrolünde alınabilir. Bunlar göz kararı alınacak şeyler de değil ki. İnsanın ihtiyaç duyduğu miktarda alınıp kullanılacak şeyler. Herkesin ihtiyacı da aynı olmaz.
Özellikle mağduriyet zamanında, memleketimizdeki pek çok insanımızın yarım ekmeğe muhtaç olduğunu söylediğimiz zamanlarda 3 bin 200 Lirayı böyle bir şeye kim verir? Tabii ki buradan ekmek yemeyi düşünen kimse. Ama onun hedef kitlesi de aynı durumda, onların hedef kitlesi de... Buna piramit denmeyecekse neye denir bilmiyorum.
Şurada buradaki mağdur insanlarımızın böylece bir mesleğe sahip olduğu, ceplerinin para gördüğü söyleniyor. Öncelikle bu bir meslek değil, insanlar asıl mesleklerini bırakıp bu işe dahil oluyorlar. ‘Mesleklerini zaten icra edemiyorlar’ denebilir ama bu, gerek kendi mesleğiyle ilgili gerekse başka iş alanlarında yapabileceği faydalı işler aramasının da önüne geçer.
Sonra yatarak para kazanma imkanından bahsediliyor. Bu da insanlara vereceğimiz güzel bir hedef değil. Cebin para görmesi, başkalarına veya mülteci ise iltica ettiği devletin vereceği paraya ihtiyacı kalmaması meselesi ise helal gördüğümüz, bir mahzur içermediğine inandığımız iş alanlarıyla ilgilidir. Her türlü para kazanma değil, helalinden kazanma esastır.
İnsanlara bunları, gerçekten bu yararlı ürünlerden faydalanmalarını sağlamak için sattığımızı, ortada hiç böyle bir pazarlama mantığının olmadığını düşünelim. Siz, bugün ciddi manada sıkıntı yaşayan insanımıza, normal hallerde, 3200 Lira vererek bu ürünleri almasını tavsiye eder miydiniz? Hususiyle çoluğunun çocuğunun nafakasını muavenetle sağlayabilen mağdur mazlum insanlara? Zannediyorum etmezdiniz.
Öyleyse maksat ürün satma değil, sisteme giriş yapmalarını sağlama. İşin bir de daha kötü şu tarafı var: Bu meseleyi doğru bulmayan insanlar, -Rabbim tez zamanda fereç mahreç lütfetsin- muavenete muhtaç olmuş mağdur insanlarımızın paralarını buralara harcattığımız şeklinde yanlış bir hissiyata kapılsa ne olur? Bu, muavenet meselesini de tartışmaya açar.
Öte yandan, ürünlerin piyasadaki diğer ürünlerden pahalı olmadığı söyleniyor. Bu bir yönüyle problem bir yönüyle değil. Problem olmayan kısmı şu: Eğer ortada bir aldatma yoksa yani şayet müşteri piyasayı biliyor, bu ürünlerin piyasayla karşılaştırmasını yapabilecek durumda ise ve buna rağmen ürünü alıyorsa buna kimsenin diyecek bir şeyi olamaz.
Zira İslam hukukunda üzerinde durulan “gabin”in (bir malı olduğunun üzerinde fiyatla satma), akdin sıhhatine tesir edebilmesi için hem “gabn-i fahiş” olması hem de işin içinde aldatma bulunması gereklidir. Esasında çoğu durumda gabn-i fahiş varsa aldatma da vardır.
Çünkü normal şartlarda kimse irade ve rızasıyla piyasa değerinden oldukça yüksek bir ürüne fazladan para ödemek istemez. Neyse, eğer karşı tarafın her şeyden haberi var ve buna karşın rızasıyla ürünü alıyorsa bunun akdin sıhhatine tesiri olmaz.
İşte problemli tarafın müşkülü de burada başlıyor. Siz, diller dökerek, belki -bilerek ya da bilmeyerek- abartılı beyanlarda bulunarak bir tanıdığınızı, muadillerinin fiyatından fazlaya satılan bir malı almaya ikna etmeye çalışıyorsunuz.
Kaldı ki muadilleriyle aynı fiyat olması konusu da doğru mu değil mi? Bunu öğrenmek isteyen, internet üzerinden hızlıca bir fiyat karşılaştırması yapabilir. Ben araştırdım, büyük farklılıklar gördüm; herkes kendi araştırmasını kendi yapabilir.
Satılan ürünler neticede balık yağı, uzak doğudan filan meyvenin özü gibi şeyler. Yani bulunmaz şeyler değil. Her yerde muadilleri var. Evet mutlaka bazı farkları vardır ama bunlar mucize etkisi meydana getirecek farklılıklar değil.
Eğer muhatabınızın balık yağı kullanarak sağlıklı olmasını istiyorsanız, güvenilir herhangi bir firmanın balık yağı da çok daha ucuza bu işi görür.
SOSYAL BOYUT
Bir başka açıdan bakacak olursak; herkes işini gücünü bırakmış bununla uğraşıyor veya en azından önemli bir vaktini buna ayırıyor. İnsanlar mesleklerini veya yapabilecekleri, topluma daha faydalı şeyleri bırakarak bunu yapıyor.
Bu, insanın faydalı bir iş alanı aramasının da önüne geçer. Bu iş bittiğinde de -ki çok uzun ömürlü olacağını tahmin etmiyorum- insanımız hayata birkaç sene geriden başlamak durumunda kalır.
Bununla ilgili yüzlerce örneği görmek için de yine internette network marketing sitelerinde birazcık gezinmeniz yeter. Hatta bunu övünerek dile getiriyorlar. Biri uçak mühendisiymiş, bırakmış bu işe girmiş ve müthiş paralar kazanmaya başlamış. Diğeri avukatmış da bırakmış vs.
Bir diğer yandan; insanları bu sisteme sokuyoruz, başta onları sisteme soktuğumuz, onlara ürün sattığımız için biz -ne dersek diyelim, onların üzerinden- para kazanıyoruz. Ancak şunu hepimiz biliriz ki herkes pazarlamacılık yapamaz. O arkadaş ağzı laf yapan, birilerine bir şeyler pazarlayabilecek, dolayısıyla bizim onu dahil ettiğimiz gibi o da birilerini sisteme sokabilecek biriyse o verdiği parayı belki çıkaracaktır.
Ya öyle değilse! Yani bu işte çalışanlar, normalde kardeşine karşı takınması gerekli tutum olan şu ayrımı yapıyorlar mı: “Bu arkadaş iyi, ağzı laf yapar, dolayısıyla bu da birilerini bulur ve buradan ekmek yer; ama şu arkadaş bu işi yapamaz, dolayısıyla şu sıkıntılı zamanda verdiği parasını da geri alamaz, öyleyse bunu üye yapmayayım, arkadaşım zarar görür.”
Bu ayrımı yapan var mıdır? Keşke olsa ama çok zannetmiyorum.
Öyleyse tekrar ediyorum, kendimizi kandırmayalım. Bu işten para kazanan insanların çok çok düşük oranlarda olduğunu istatistikler söylüyor. Hatta insanları umutlandırmak için söylenen, binlerce hatta milyonlarca dolar kazanma, çok nadir birilerine, hususiyle de sisteme epeyi önce girmiş çok küçük bir kesime müyesser olabilen bir “mazhariyet”.
Bu işlere girenlerin büyük bir çoğunluğu hiçbir şey kazanamıyor yani verdiğinin tamamı boşa gidiyor. yüzde 20’den öteye geçmeyecek bir kısmı ise birazcık para kazansa da bu para ya verdiğini çıkarmaya da yetmeyecek ölçüde küçük miktarda ya da insanları umutlandırmak için sunumlarda söylenen miktarların çok çok berisinde.
İnsanları, işini gücünü veya iş güç aramayı bıraktırıp bir umutla böyle şeylere yönlendirmek suretiyle onlara yaşatacağınız vakit ve itibar kaybına hiç mi hiç değmeyecek meblağlar.
Bir başka nokta, bu tür sistemlerin caiz olmadığını dile getirenler tarafından hep söylenen şey şudur: Sen birilerini sisteme sokacaksın, o birilerini, o da birilerini... Bu böyle gidecek. Sisteme girmemiş birileri mevcut olduğu sürece önünde kazanç kapısı var. İnsan nüfusu sonsuz değil, bir yerde bitecek ve tabii olarak halkanın en sonunda kalanlar, sisteme dahil edecekleri kimseyi bulamayacakları için mağdur olacaklar, verdikleri para yanacak.
Bu, birkaç milyarlık insan nüfusu düşünüldüğünde insana çok uzak istikbal olarak gelir ve belki rahatlatır. Ama Hizmet gibi bir camianın networkünü bu işte kullanan insanlar için bu böyle değildir. Bu, çok çok daha küçük bir topluluk. Kısa zamanda tükenecek. Hatta kısa zaman içerisinde -ki şimdiden başlamıştır- herkes birbirinin ayağına basmaya başlayacak. Çünkü tanıdıklarımız aynı kişiler. Ondan sonra ne olacak? Yani bizim son halkamız çok daha yakınımızda.
Camiadan ağabeyi, kardeşi ya da arkadaşı olan senin para kazandığını, ancak kendisinin, daha önceden ulaşılmamış kimseyi bulamadığı için kazanamadığını, bilakis verdiğini de kaybettiğini gören, dolayısıyla meteliğe kurşun attığımız şu zamanımızda onu böyle bir şeyin içine sokarak tabir caizse ona kazık attığını düşünen bir insan veya insanlarımız nasıl bir ruh hali içine girer, hiç düşünüyor muyuz?
Sistemin içinde kalabilmek için ya satış yapma ya da ürün almak gerektiği söyleniyor. Yani bu sistemde aktif olarak devam edip para kazanabilmek için, bir şey satamamışsan, kullanmasan da ürün almak zorundasın. Dolayısıyla gizli bir baskı da var işin içinde ve bu, en azından israftır.
AHLÂKİ BOYUT
Meselenin ahlaki kısmına gelince, bence işin en tehlikeli tarafı da bu. Yıllar yılı mübarek bir mefkure etrafında teşekkül etmiş bir networkün ticari bir şey için kullanılması. İnsanlar, din-iman adına, insanlığa hizmet hesabına bir şeyler duymaya alıştıkları ağızların -hele bu, sevip saydıkları, kıramayacakları biri ise- böyle bir şeyle kendilerini aradığını gördüklerinde o mübarek ilişkinin dünyaya alet edildiğini düşünecekler ve bu, onlarda büyük bir hayal kırıklığı meydana getirecektir.
Bu, bizim aramızdaki en önemli şeyi, birbirimize karşı güvenimizi, birbirimizi Allah için sevmemizi, mübarek bir dert adına bir araya gelmişliğimizi tarumar eder. Özellikle şu zamanda. İnsanlar bugün bir güven bunalımı yaşıyor. “Güvendiğim dağlara kar yağdı” türküsü herkesin dilinde. Bir de böyle bir darbe vurursak bunun telafisi olmaz.
“Arkadaşlarımız mağdur, yapacak işleri yok, dolayısıyla buna mecburlar” da mantıklı bir gerekçe değil. İnsanlar mağdursa, ceplerinde para yoksa o yüksek meblağı nereden bulup verecekler? Denkleştirip verenler o parayı çıkarabilecekler mi? Böyle bir şey asıl bu zamanda hiç yapılmaz. İnsanımıza el uzatmak için elimizde avucumuzda ne varsa ortaya döküp kardeşliğin gereği olarak yardımlarına koşmak dururken, onları böyle bir şeyin içine sokmak suretiyle sırtlarından para kazanmak da neyin nesi?
Sonra bunun bu mahzurlarını gören, yapılan işin cevazıyla ilgili en azından şüphesi olan bir kişinin, mağduriyet durumunu gerekçe göstererek bu işe girmesi de doğru bir davranış olmaz. Zira bazı şeyler vardır, zaruret zamanlarında feda edilir, bazı şeyler de vardır ki zaruret zamanlarında bile yangından kurtarılacak ilk meta onlardır. Bizim birbirimizle olan Allah için münasebetimiz böyledir, hiçbir şart altında dünyaya alet edilemez, edilmemelidir.
Bazı şeyler vardır, ölmemek için feda edilir. Bazı şeyler de vardır, uğruna can feda edilir. Hizmet güveni böyle bir şeydir.
Hiçbir ahval ve şerait bunu feda ettirmemeli. Bu bizim en kıymetli sermayemizdir.
Bahis mevzuu olan şey normal bir ticaret olsa, bunda da dikkat edilmesi gereken kritik meseleler olmasına rağmen belki diyecek bir şeyimiz olmaz. Ama bu öyle değil ve çok yakın bir gelecekte insanlar dünya malından dolayı birbirleriyle karşı karşıya gelecekler. Henüz gelmedilerse tabii.
Bir de bu işin içine girmiş kişilerin bir kısmının, dava müdafaası gibi meseleyi savunduklarını görünce ayrı bir ürküyor insan. Bu neticede dünyevi bir şey. Meşru gören olur görmeyen olur; yapmak isteyen olur, istemeyen olur.
Caiz olmadığını düşünüp bu düşüncesini paylaşan insanlara orantısız yüklenmeler oluyor. Kimse kimsenin önüne geçip de bu işi yapmasına mâni olmuyor ki, dileyen dilediğini yapar. Ama meselenin geldiği nokta bunu çok aşmış görünüyor. “İnsanların ekmekleriyle oynama” söylemi kullanılıyor ki bu çok tehlikeli.
Yaparsın yapmazsın, sen bilirsin; fakat bunu dava haline getirme, mukaddes bir davaya gönül vermiş ve hayatını onun uğrunda mücadeleyle geçirmiş insanların, aynı cehd ü gayreti dünyaya tevcih etmeleri demektir ki çok üzücüdür.
SON TAHLİL
Çok katlı pazarlama konusu, dünyadaki fıkıh otoriteleri ve büyük fetva heyetlerinin gündemine gelmiş ve büyük çoğunluğu tarafından şer’an mahzurlu bulunmuştur.
Pek çok iktisatçı da kendi sahaları itibarıyla bunu mahzurlu görüyorlar ki, farklı ilim dallarıyla ilgili konularda İslam’ın hükmü de zaten çoğu zaman o ilim dallarının uzmanlarından gelecek verilere dayanır.
Dolayısıyla cevazı noktasında kesin ve keskin bir şey söylemeyecek olsak bile verilebilecek en iyimser hüküm, bunun şüpheli bir şey olduğu, tamamen masum olmadığı, taalluk ettiği alanların uzmanlarının çoğunluğu tarafından meşru görülmediğidir.
İçinde pek çok mahzur ya da mahzur şüphesi barındıran böyle bir şeyin başka platformlarda ve normal şartlar altında cevazı mevzuu bir yana, mübarek bir mefkure etrafında bir araya gelmiş bir camia içerisinde ve hele şu mağduriyet, mazlumiyet ve güvensizlik zamanında yapılması bence çok tehlikelidir ve vebali büyük olur.