Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile öğretmenlik mesleğinden ihraç edilen iki çocuk annesi 40 yaşındaki Canan Deniz kendini mutfağın tavanına iple asarak hayatına son vermişti.
Canan öğretmenin kaybı üzerine benzer süreçten geçen KHK mağduru anne duygularını anlatmış.
Aynı zamanda ilahiyatçı olan okurumuz "Türkiye'deki insanların halini hatırını sormanın, bir telefon etmenin veya mesaj atmanın çoğu zaman maddi yardımlardan daha hayati" olduğuna işaret ediyor.
Okur mektubu şeklinde bu duygu dolu yazıyı yayımlıyoruz:
EY MUSA’NIN KIZ KARDEŞLERİ: ONLARIN İZLERİNİ TAKİP EDİN
… “Çünkü firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını parça parça etmişti. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Belli ki o bozgunculardandı… O esnada Musa’nın anasına “Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden kaygılandığında onu denize bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu tekrar sana vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız.” diye bildirdik. Nihayet firavun ve ailesi onu yitik olarak aldı. Çünkü O, sonunda kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı. Şüphesiz firavun ile haman ve askerleri yanılıyordu. ”(Kasas:4.7.8.ayetler)
“Musa’nın anasının yüreği (tasadan) bomboş kalıverdi. Eğer biz (vaadimize) inananlardan olması için kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana çıkaracaktı.”( Kasas suresi: 10)
“Musa’nın annesi içinde gittikçe artan büyüyen bir acı bir boşluk hissediyordu. Kalbi, yani gönlü bomboş sabahı etti, şaşkınlık ve tasadan gönlüne hiçbir şey girmiyor, aklı sıfıra inmiş bir halde telaş ve acele ile haber alacağım diye, yaptığını sezdirecek onunla ilgili bütün sırları neredeyse açığa çıkaracaktı. Kendisine verdiğimiz sözün mutlaka gerçekleşeceğine tam güvenebilmesi için kalbini pekiştirmeseydik(çocuğuna kavuşma ümit ve arzusu içinde) Onunla ilgili bütün sırları neredeyse açığa vuracaktı.” (Hak Dini Kur’an Dili 6.cilt- sayfa: 174- Kasas suresi: 10-11.ayetler)
“Annesi Musa’nın kız kardeşine (ablasına), “O’nun izini takip et” dedi. O da onlar farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi.” (Kasas:28/ 11.ayet)
Ayette geçen, “Musa’nın kız kardeşine.” ifadesi ile ilgili olarak “kendi kızına” denilmesi gerekirken, “Musa’nın kız kardeşine” şeklinde ifade edilmesinin sebebi şefkatin özellikle vurgulanması açısından daha beliğ olmuştur. Yani; kendi kızı olduğu için değil Musa’nın kız kardeşi olduğu için onun takibini istemiştir oda kardeşini takip etmiştir hatta firavun ailesi de onun Musa’nın kız kardeşi olduğunu ve Onu gözettiğinin farkına bile varmamışlardı.” der merhum Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde. (Hak dini Kur’an dili, 6.cilt- sayfa.174- Kasas suresi: 10-11.ayetler)
Bu ayetleri yaklaşık beş yıl önce yüksek lisans tezimi yazarken okumuş ve birden donup kalmıştım ve Musa’nın annesini düşünmüştüm.
Kendisine vahyedilen bir kadın. Tam bir teslimiyet içinde kendi eliyle evladını nehre bırakan iman abidesi bir anne; kendisine vahyedilmiş olmasına rağmen, onun kendisine geri verileceği ve peygamber yapılacağı müjdelendiği halde nasıl bir şeyler yaşadı ve hissetti ki birden yüreği bomboş kalıverdi, aklı sıfıra inmiş hale geldi.
Onun bu hali isyan değildi çünkü Allah’u Teâlâ, “İnananlardan olması için onun kalbini yeniden pekiştirdik.” buyuruyordu.
Hz. Musa’nın annesinin bu yaşadıkları bir an beni başka âlemlere taşımıştı sanki. Nasıl oluyordu sorusu uzun süre beynimi zonklatmıştı…
Çok geçmedi bir-iki yıl sonra bazıları bir rüya gördü, kendilerinin tahtlarını sallayacak Musalar var dedi rüya yorumcuları şakşakçıları onlara ve Musaları ortadan kaldırması gerektiği konusunda fetvalar verdiler… Ve hiç bir şeyden habersiz binlerce insanı terörist ilan edip açlıkla, hapisle, korkuyla, sosyal bir işkence ile yok etmeye başladılar.
Evlatları, anneleri, babaları, kardeşleri bir bir hapsedip intihara ya da delirmeye bıraktılar ve en yakınları dâhil toplum “karnımızı o doyuruyor” dedi. Bazıları korkudan, kıskançlıktan dolayı sessiz kaldı bazıları da alkışladı.
İşte o zaman birazcık anlayabilmiştim Hz. Musa’nın annesini. (Çocuklarımı yalnız bıraktığımda, hastalandıklarında yanında olamadığımda, maddi sıkıntılar yaşadığımda, derdimi anlatacak birilerini bulamadığımda, nasılsın? diyecek bir dost sesi duyamadığımda, dostlarımın kapıma market poşetlerini bırakıp gittiklerinde. Benim midemin, bedenimin ihtiyaçlarını karşılayıp da ruhum için kalbim için aklım için nasılsın diye kahve içme vakti kadar bile vakit ayırıp ziyaretime gelmediklerinde. Bir problemin var mı? Birlikte çözelim mi? demelerini beklediğim zamanlarda. Birlikte hayal kuralım diye kapımı hiç çalmadıklarında, dört duvar arasında sıkışıp kaldığımda. Beni hiç duyanın olmadığı zaman dilimlerinde anladım.)
Biliyordum aslında bugünler geçecek, her şey daha güzel olacak. Bu bir imtihan ve Allah benimle…
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bize hediye ettiği bu zulüm döneminin reçetesi olan Tevhidname'de geçtiği gibi her zaman her şeyi yalnızca ondan istemem gerektiğini.
Fakat öyle zamanlar oldu ki sabır gücümün tükendiği, tasadan, acıdan yüreğimin bomboş kalıverdiği, öyle bir acı ki gittikçe artan, insanın aklını sıfıra indiren bir acı… İşte o an insan hiçbir şey düşünemiyor onu hayata bağlayan eş, çocuk, aile…
Ne varsa gözünde sıfırlanıyor. Akıl ölümle hayat arasında gidip geliyor. İşte o an imanını kalbine pekiştirecek bir sebep, bir ışık, bir el arıyorsun onu bulursan hayat devam ediyor…
Benim kalbimdeki imanımı pekiştiren beni hayata bağlayan ise Twitter DM’lerinden ulaştığım, uzaklardaki abi ve ablalarım oldu. İlk önce heyecanla baktığım şey sosyal medyada benim sesim olmaya çalışan gazeteci, yazar ya da ne iş yaptığını kim olduğunu bilmediğim abi ve ablaların hangisinin DM’si açıksa onlara mesajlar attım bir ümitle.
Birçoğu hiç dönmedi. Bazıları kim olduğumu, nasıl güveneceğiz dediler, gaybubette olduğum, güvenliğim açısından açık bilgiler veremediğim için yardım edemeyeceklerini söyleyip engellediler. Bazıları "Her zaman arayabilirsiniz, elimden geleni yaparım." dedi, ama bir daha aramadı…
Tam ümitsizliğe düştüğüm bir anda gazeteci bir abimiz Fuat Baran Bey bana cevap yazdı ve bana bir umut oldu. Yalnız değildim. Dünyanın bir ucunda bana kardeşim diyen, benim için ağlayan ve dua eden bir abim olmuştu bu beni uzun zaman ayakta tuttu.
İsmail Sezgin Bey, Cevheri Güven bey, Tarık Toros bey DM’lerini açık bıraktıkları ve mesajlara döndükleri için şu üç yıllık süreçte benim için hayata bağlanma vesilesi ve bir ümit olmuşlardır. Böyle insanlarla aynı yerde olmaktan dolayı Rabbime şükrediyorum ve bu nimet için teşekkür ediyorum.
Sonra tekrar aklımın sıfıra indiği bir zaman da; sadece dertleşecek bir arkadaş aradığım bir anda; beni anlar oda bir anne dediğim @Vuslata_ yolcu_ ( ŞEBNEM’İ DİYAR) oldu benim elimden tutan bir dost. Şebnem Hanım kendi sermayesi ile tesbih yapıp satan ve bütün gelirini duyduğu her kardeşine yardım için kullanan bir şefkat kahramanı.
Şebnem Hanıma DM’den attığım mesajda siz beni anlarsınız sizde bir annesiniz yazınca Şebnem Hanım anında bana geri döndü. Sonra telefonla görüştüğümüzde, "Bana nasıl güveneceksiniz?" dediğimde, “Ben Allah’a güveniyorum ve sizin gibi bir anneyim.” demişti.
Sevgi ve şefkat kahramanı Şebnem Hanım ve arkadaşı Sevim Hanım imanımı kalbime pekiştirmede bir vesile oldular benim için… Ta Fransa’dan bana uzanan bir dost oldular ve ben yine hayata tutundum.
Şefkat kahramanı Şebnem Hanımefendi ve arkadaşı Sevim Hanımefendi seslerini duymadığım zaman endişelendiğim ve sesimi duymadıkları zaman endişelenen benimle ağlayan benimle sevinen dostlarım oldular.
Onlar içinde Rabbime mülkünün zerratı adedince hamd ve sena ediyorum.
Onlar benim kız kardeşlerim, onlar benim uzaktan gözetleyenlerim, beni maddi manevi korumaya çalışanlarım, bana şefkatle Rabbin emaneti gözüyle bakıp zulmedenlere aldırmadan bana yardım elini uzatan kardeşlerim. Onlar benim için Musa’nın kız kardeşi gibi kardeşler… Bana ettikleri dualarla, yardımlarla, sohbetlerle beni tekrar evime, çocuklarıma, hayatıma dönmem için Rabbimin vesile kıldığı kardeşlerim.
Ancak zulüm döneminde bu dünyayı her şeyiyle bırakıp giden vaktinde el uzatamadığımız, anlayamadığımız kardeşlerimiz oldu. Sevgi hemşire, Canan öğretmen ve birçok kader arkadaşımız.
Daha dün canına kıydı Canan öğretmenim; iki çocuğunu, hapishanedeki eşini bile arkasında bırakarak. Nasıl bir an yaşadı ki artık gönlü yüreği boşalıverdi Hz. Musa’nın annesi gibi.
Aklı sıfır noktasına iniverdi o an ve… O boş anında ne çocukları ne eşi nede uğruna her şeyi göze aldığı Rabbimin davası dediği hizmet kaldı aklında ve yüreğinde. Ölümle hayat arasındaki o kısacık zaman diliminde ona uzanan bir el, bir ses olmadı ki bırakıverdi hayatı ve ölümü seçti Canan hoca.
O an bilseydi ki onu gözetleyen kız kardeşleri, kardeşleri var. Kıyar mıydı canına? Neden duymadı kardeşlerinin sesini? Ya da niçin duyuramadı kardeşleri ona sesini?
Dünyanın bir ucundan Almanya’dan, Fransa’dan, Amerika’dan, Kanada’dan, Güney Afrika’dan, Japonya’dan, hani hizmet insanının gittiği herhangi bir yerden bir kardeşi ulaşmış olsaydı Canan hocaya, birisi telefon edip hatırını sorsaydı.
Ya da aynı şehirdeki arkadaşları daha sık ziyaret etseydi, hatta o kapıdan kovsa bile bacadan girermişçesine korkmadan, usanmadan arayıp sorsalardı. Ya da bu kadın bir öğretmen bir anne terörist değil diyebilseydi öğrencileri, öğretmen arkadaşları, komşuları, akrabaları önüne geçmeye çalışsaydı zulmün.
Kıyar mıydı canına, bırakır mıydı iki tane ciğerparesini, zindandaki Yusuf’unu…
Acaba Canan hoca hüsnü zan besleyip hiç tanımadığı insanların abi, ablaların Twitterdan DM’LERİNE mesaj attı mı? Eğer mesaj attıysa da dönmediler mi ona? Hangi birine dönelim, nasıl güvenelim mi dediler… Ya da kapalı mıydı? mazlumun hakkını savunan ağabeylerin, ablaların DM’leri kardeşlerine?( DM derken aslında gönül kapıları, evleri…)
Ey Musa’nın kız kardeşleri! Ey bütün anneler!
Musa’nın annesi gibi annelerin yürekleri tasadan boşalabilir birden, akılları sıfıra inebilir birden, haber alamayınca umut ettiklerinden telaş ve acele ile açıverirler boşalan kalplerinin kapılarını. Şeytan giriverir o boşalan yere sinsice…
İşte bu yüzden kardeşiz biz, gözetlemek için, izlemek için kardeşimizi.
Biz gözetleyelim ki boşalan yürekleri hemen dolduralım şefkatimizle, onların kalbini yönlendirelim gerçek sahibine ve şöyle diyelim kardeşlerimize: “Allah var… Seni duyan, bilen, gören Allah var. Her şey fani yalnız O baki." diyelim.
Biz takip edelim kardeşlerimizi, kavuşturalım Musa’ları annelerine… Ayrılmasın Canan hoca gibi anneler kuzularından… Duymayalım bir daha böyle acı haberler. Aklımızı sıfıra indiren, yüreğimizi boşaltan haberler.
Rabbim şefkat kahramanı kardeşlerimizden dünya ve ahirette ayırmasın.
Canan hocam, Sevgi hemşire gibi güzel kardeşlerimizi de- Rabbim şefkat ve merhameti- ile cennetine koysun. Efendimiz Hz. Muhammed (Sallallahu aleyhi vesselleme) komşu eylesin hep birlikte. Rızasını kazanan kullarından eylesin.
Kabrin nur, mekânın cennet ve komşun Hz. Muhammed Mustafa (Sallallahu aleyhi vessellem) olsun Canan hocam…