SAKARYA (A.A) - Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez,
son günlerde yaşanan kürtaj tartışmalarına ilişkin, anne karnındaki ceninin de
kendisine ait bir hayat hakkının olduğunu belirterek, Ne annesinin ne de
babasının, onun üzerinde mülkiyet hakkı olmadığı gibi, onun hayatı üzerinde
vazgeçme, sonlandırma yetkisi de yoktur dedi.
Görmez, Sapanca Güral Otelde düzenlenen İl Müftüleri Toplantısında yaptığı
konuşmada, birkaç gündür yüzlerce vatandaşın, Diyanet işleri Başkanlığının
kürtaj konusunda neden bir açıklama yapmadığı ve Din İşleri Yüksek Kurulunun
kararlarını neden toplumla paylaşmadığı şeklinde serzenişlerde bulunduğunu ifade
ederek, bazı köşe yazarlarının da Diyanet İşleri Başkanlığının bu konuda
konuşmasının doğru olmadığı şeklinde yorumları olduğunu söyledi.
Bu konunun sadece Diyanetin konusu olmadığını bildiklerini anlatan Görmez,
Kürtaj konusunun, insanın, hayatın, dinin, bilimin, ahlakın, hukukun, vicdanın
kesiştiği ender konulardan biri olduğunu ifade etti.
Görmez, bu önemli konuyu çağın bize dayattığı ideolojik bir zeminde değil,
insan, bilim, ahlak ve hukuk zemininde müspet bir diyalog kurarak konuşmaları
gerektiğini dile getirerek, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek
Kurulunun bu konuda söyleyeceği çok önemli hakikatlerin olduğunu kaydetti.
Diyanet İşleri Başkanlığının bu konuda ilk defa konuşmadığını belirten
Görmez, kuruldukları ilk günden bu yana vatandaşların bu konudaki sorularına aynı
ilke ve prensipler ışığında cevap verdiğini söyledi.
Görmez, Din İşleri Yüksek Kurulunun bu konuda ilk olarak 1956 yılında bir
karar aldığını anlatan Görmez, 1983 yılında Sağlık Bakanlığı, aile planlaması ve
kürtajla ilgili İslam dininin bakış açısını doğrudan Diyanet İşleri Başkanlığına
sorması üzerine, hazırlanan bir raporun Sağlık Bakanlığına gönderildiğini
belirtti.
-Bosna savaşı sırasında alınan karar-
Bosna savaşı sırasında Sırp askerleri tarafından zorla tecavüz edilerek
hamile bırakılan kadınların kürtaj yapıp yapamayacağının da Din İşleri Yüksek
Kuruluna sorulduğunu hatırlatan Görmez, kurulun 14 Ocak 1993 tarihinde bir
üyenin muhalefet şerhiyle birlikte şu kararı verdiğini kaydetti:
Bütün dünyaca bilindiği üzere, savaş hali devam eden Bosna-Hersekte on
binlerce Müslüman kadın ve kız Sırplar tarafından zorla tecavüz edilerek hamile
bırakılmış, bir taraftan kundaktaki çocuklar hunharca katledilirken diğer
taraftan tecavüz edilen bu kadın ve kızların düşük yapma süresi geçinceye kadar
esir kamplarında tutulmak suretiyle bu çocukları doğurmalarının sağlanmasına
çalışılmıştır.
Bu iğrenç muamele, Müslümanların aile yuvalarını yıkmak, nesillerini
bozmak, maneviyatlarını çökerterek savaşma güçlerini yok etmek ve doğacak bu
çocuklarla Müslüman toplumda huzursuzluğu devam ettirerek onları yurtlarından
göçe zorlamak, böylece Bosna-Hersekte Müslüman unsuru ortadan kaldırmak üzere
bir savaş silahı olarak kullanılmıştır. Nitekim tecavüze uğrayan Müslüman kadın
ve kızlardan düşmanın alçakça tecavüzünün mahsulünü rahiminde taşımak gibi bir
zillete katlanamadıkları için canlarına kıyanlar olmuştur. Bu durumun ileride
daha vahim olaylar getireceğinde şüphe yoktur. Çünkü doğacak olan bu çocukları
göz önünde bulunduğu sürece, namus ve iffetini her şeyin üstünden tutan Müslüman
bir toplumda, bu iğrenç olayların unutulması ve böylesine bir zillete
katlanılması mümkün değildir. Bu şekilde zorla hamile bırakılmış olan Müslüman
kadın ve kızların, dıştan bir müdahale ile rahimlerinin tahliyesinin dinen caiz
olup olmadığı hususu, Kurulumuzca İslam fakihlerinin konu ile ilgi görüşleri de
dikkate alınarak incelenmiştir.
İslam dini insana ve insan hayatına büyük değer vermiştir. Hayatın ve neslin
korunması bütün ilahin dinlerin başlıca hedefleri arasında yer almıştır. Bu
itibarla, her ne şekilde olursa olsun ana rahminde meydana gelen bir canlının
kesin ve meşru bir mazeret olmadıkça dıştan bir müdahale ile (düşürme, aldırma,
kürtaj gibi yollarla) yaşam imkanının yok edilmesi cinayet sayılmıştır.
Ancak söz konusu olaya, İslamın izzeti ve İslam toplumunun bu bölgede
varlığını devam ettirmesi veya yok olması açısından da bakılması gerekmektedir.
Olayı bu yönü ile değerlendiren kurulumuz, annenin hayatını ve sağlığını
tehlikeye sokmamak şartı ile zorla tecavüz sonucu gebe bırakılan Müslüman kadın
ve kızların, kendi iradelerine bağlı olarak ilaç veya tıbbi müdahale yolu ile
rahimlerinin tahliyesine cevaz verilebileceği kanaatine varılmıştır.
Görmez, sadece 2007-2012 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı Din
İşleri Yüksek Kurulu Dini Soruları Cevaplandırma Komisyonuna kürtajla ilgili 2
bin 500ü aşkın soru sorulduğunu ve bu soruların hepsine aynı ilke, prensip ve
hassasiyetler çerçevesinde bilimin verileri de dikkate alınarak cevaplar
verildiğini kaydetti.
-Anne karnındaki ceninin de kendisine ait hayat hakkı vardır-
Hem Din İşleri Yüksek Kurulu, hem İslam dünyasın benzeri kuruluşların aldığı
kararlar, hem de bu konuda yapılan bilimsel çalışmalar dikkate alındığında
döllenmiş yumurtanın tüm insani özelliklere sahip olup olmadığı gibi teorik
problemlerin çözümü bilim adamların görevi olduğunu udile getirerek, şunları
söyledi:
Ancak bilim adamları, biyologlar, embriyologlar, jinekologlar, genetik
uzmanları, bize anne rahminde döllenme ile birlikte biyolojik bir bireyin, bir
insanın oluştuğunu kesin, bilimsel verilere dayanarak söyledikleri müddetçe
sadece Diyanet değil, sadece Müslüman ilim adamları değil, bütün ilahi dinler,
bütün ahlaki sistemler ve bütün tabii hukuk sistemleri, bu biyolojik varlığın bir
insan olduğunu ve meşru bir mazeret olmadıkça, bu masum, günahsız, savunmasız
varlığın tıpkı doğmuş, dünyaya gelmiş, yetişmiş bir insan gibi yaşama hakkına
sahip olduğunu, bu varlığın da yaşama hakkının dokunulmaz olduğunu söylemeye
devam edeceklerdir
Aynı şekilde bilim adamları, biyologlar, embriyologlar, jinekologlar,
genetik uzmanları bize kesin, bilimsel verilere dayanarak döllenmiş yumurta
hücresinin anneden bağımsız bir insan olduğunu, her ikisinin de iki ayrı genetik
sisteme sahip olduğunu, her ikisinin de iki ayrı kalbi, iki ayrı kan dolaşımı
sistemi olduğunu, anneye bağlılığın sadece beslenme, oksijen ve vücut gücüyle
olduğunu söyledikleri müddetçe sadece Diyanet ve Müslüman din bilginleri değil,
bütün ilahi dinler, bütün ahlaki sistemler, kürtajın bir insan yaşamına son
vermek olduğunu, anne rahminde varlığını tamamlamış insanoğlunun yaşam hakkının
da dokunulmaz olduğunu haykırmaya devam edecektir.
Prof. Dr. Görmez, sorunun, aynı zamanda bilimin ortaya koyduğu gerçekliği
kabul edip etmeme ve bilimsel gerçeklerle yüzleşip yüzleşmeme meselesi olduğunu
ifade ederek, Bilimsel gerçeklerle yüzleşmek istemediği içindir ki Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi, hala yaşamın ne zaman başladığının belirsiz olduğunun arkasına
sığınarak bu konudaki davaları bekletmeye devam etmektedir dedi.
İnsanın hayat hakkı, bedeni üzerindeki hakkı, bir mülkiyet hakkı değildir.
Dinimizce de tabii hukuk kurallarınca da bu böyledir diyen Görmez, Bedenimiz
ve hayatımız, bize mülkiyet olarak değil emanet olarak verilmiştir. Onu yaşamak
ve yaşatmak en iyi şekilde muhafaza etmek görevimizdir. Hukuk diliyle hayat hakkı
devredilebilen, vazgeçilebilen bir hak değildir. Anne karnındaki ceninin, bebeğin
de kendisine ait hayat hakkı vardır. Ne annesinin ne de babasının, onun üzerinde
mülkiyet hakkı olmadığı gibi, onun hayatı üzerinde vazgeçme, sonlandırma yetkisi
de yoktur. Bu yüzden gebe olan anne, beden benim değil mi, ben onu istediğim
gibi kullanırım, bebek de yaparım, istersem onu da atarım deme hak ve yetkisine
sahip değildir. Çünkü karnındaki bebeğin gerçek anlamda sahibi maliki değildir.
Keyfi olarak terk edemez, öldüremez. Ona bakmak, korumak ve yaşatmakla görevli
bir emanetçidir diye konuştu.
Görmez, annenin hayatını korumak, tecavüz gibi cinsel saldırıların
sonuçlarını ortadan kaldırmak ve anne rahminde ceninde ortaya çıkan ağır
hastalıklar gibi konularda genelleme yaparak konuşmanın, genel hükümler belirtmek
yerine her bir özel durum için özel hüküm gerekebileceğini anlatarak, söz konusu
özel hükmün din bilginleri, psikolog, psikiyatrist, ruh hekimi, adli tabip gibi
farklı ihtisas sahiplerinin ahlak ve hukuk çerçevesinde verebileceklerini ifade
etmek istediğini vurguladı.
İslam dininin, Katolik öğretilerinin aksine anne-cenin arasındaki bir
tercihte daima annenin yanında yer aldığını ve anne hayatı ve sağlığını kurtarma
konusunda hiçbir tereddüte yer bırakmadığına dikkati çeken Görmez, Bu
tartışmalarda, herkesin içine düştüğü bir hataya da işaret etmek istiyorum,
Kürtaj meselesinin sadece bir kadın meselesi olarak ele alınması büyük bir
haksızlık olur. Zira tarih boyunca bu meselenin en büyük sorumlusu, en büyük
müsebbibi erkekler olmuştur. Bunun en büyük ızdırabını çekenler, mazlum ve mağdur
olanlar da hep kadınlar olmuştur. Bu konu, sadece yasalarla ve yasaklarla
çözülememiştir. Bu hususta insan sevgisi, Allah korkusu, ahiret bilinci ve yaşam
hakkına saygıyı içine alan yüksek bir merhamet eğitimi seferberliğine ihtiyaç
vardır ifadesini kullandı.
(Sürecek)
Muhabir: Ömer Ürer - Kemal Kaymak
Yayıncı: Murat Paksoy