KAYSERİ (A.A) - Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Barış
için gerekli olan iklimi oluşturmadan güce dayalı yapılacak anayasal düzenlemeler
ben yaptım oldu anayasası olur. Bu yaklaşım toplum barışının en büyük tehdidi
olmak yanında, sorunları büyütmekten başka sonuç doğurmaz dedi.
Kılıç, Erciyes Üniversitesi ve Kayseri Barosu tarafından İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Salonunda düzenlenen Yeni Anayasa konulu sempozyumun
açılışında yaptığı konuşmada, doğal farklılıkların yoğun olduğu bir ülkede ve
dünyada yaşadıklarını, insanlık tarihinin bu farklılıklardan kaynaklanan savaş ve
yıkımların acı tecrübeleri ile dolu olduğunu söyledi.
Din, mezhep, ırk ve ideolojik farklılıklardan kaynaklanan kavga ve
çatışmaların telafisi imkansız sonuçlar doğurduğunu belirten Kılıç,
farklılıkların barış ve hoşgörü kültürü üzerine inşa edilmediği takdirde, nefret
söylemi ve nefret kültürünün hakimiyetinin kaçınılmaz olacağını ifade etti.
Kılıç, böyle bir kültürün hakim olduğu siyasal iklimde sorunları çözme
şansının zayıf olduğuna dikkati çekerek, nefret söyleminin yarattığı gerilim
ortamında diyalog kültürünün ortadan kalktığını, sorunların çözümü için ihtiyaç
duyulan müzakere imkanlarından mahrum kalındığını kaydetti.
Barış için gerekli olan iklimi oluşturmadan güce dayalı yapılacak anayasal
düzenlemeler ben yaptım oldu anayasası olur. Bu yaklaşım toplum barışının en
büyük tehdidi olmak yanında, sorunları büyütmekten başka sonuç doğurmaz diyen
Kılıç, bütün dinlerin ortak noktası olan Allah inancının da savaşın kazanılmasını
değil, barışın sağlanmasını zafer olarak tanımladığının altını çizdi.
Kılıç, sevginin, merhametin, hoşgörünün ve diyaloğun gücünü kullanarak
farklılıkların kuşatılması gerektiğine işaret ederek, hak ihlallerinin öfkeyi,
öfkenin nefreti, nefretin ise intikam duygularını beslediğini belirtti.
Barıştan uzak, çatışma ortamlarında sorununu çözmek için isteklerini
anayasaya taşıyabilen bir kesimin, hissettiği ya da hissettirdiği zafer kazanma
duygusunun, karşı düşünce sahiplerinin milli, dini, etnik veya kültürel
dünyalarında kırılmalara neden olacağını vurgulayan Kılıç, Böyle bir sonuçla
karşılaşmamak için gerginliğin, kavganın, terörün son bulması konusunda her
bireyin, toplumun ya da tüm siyaset kurumlarının yapabileceği bir katkı vardır.
Bu olumsuz iklimden herkes şikayetçi görünüyor ancak çözümü için kimse öneride
bulunmuyor. Elini taşın altına sokanlar ise ihanetle suçlanıyor dedi.
-Bu ateş sönmelidir-
Kılıç, halkın yorgun düştüğü bu ortamdan süratle kurtulmak için ülkenin
yeterli altyapıya sahip olduğunu bildirerek, şöyle konuştu:
Bu toplum, kurduğu 90 yaşındaki cumhuriyetin 45 yılını terörle mücadele
etmekle geçirdi. Yarım asırdır kaybettiğimiz ekonomik, sosyal, kültürel
varlıklarımızı bir tarafa bırakırsak bu uğurda can verenlerin ana yüreklerinde
bıraktığı ateş, bütün bir toplumu yakmaya yetecek güçtedir. Bu ateş sönmelidir.
Zira kendi saadetini başkalarının felaketi üzerine kuranlar en çirkin zulmün
uygulayıcısı olur. Bu sorun çözülmedikçe anayasa yapmanın güçlüğü ortadadır,
yapılsa bile yeni sorunlar doğurmaya adaydır.
Yeni anayasa sürecinde sorunların kaynağının ikiye ayrılarak
değerlendirilmesi gerektiğine değinerek, Bunlardan birincisi anayasanın
kendisinden kaynaklanan sorunlar, diğeri ise anayasayı uygulayanların sebep
olduğu sorunlar. Anayasanın felsefesi, din-devlet-siyaset ilişkisi,
sivil-asker-devlet ilişkisi, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma sebepleri,
idari vesayet ve etnik konuların düzenlendiği maddeleri, anayasanın kendinden
doğan sorunlara kaynaklık ettiğini söyleyebiliriz diye konuştu.
-Hak ihlalleri toplumsal sorunların çözümünü çıkmaza sokmuştur-
Bir türlü özgürleştirilemeyen dinsel ve etnik anlayış ile yorumların sorun
doğurmaya devam ettiğini savunan Kılıç, şunları kaydetti:
Laiklik kavramının evrensel anlayıştan koparılarak keyfi ve ideolojik
yorumlara açık hale getirilmesi, mağdur ve mazlum bir kitlenin doğmasına yol
açmıştır. Devletin tüm inançlar karşısında eşit uzaklıkta durmasını öngören
laiklik anlayışı, toplumun birliğini sağlaması gerekirken bizdeki uygulama ile
ayrışmaya ve çatışmaya ivme kazandıran bir fonksiyon üstlenmiştir.
Devlete ait olan bir kavramla birey ahlakını laikleştirmeye ve dinsel
duygularını kalplerine kilitleyerek hayatına etkili olmasına engel olmaya
çalıştık. Başarısız olan bu uygulama kalp ve gönüllerde ayrılık dışında hiçbir
kazanım sağlamadı. Aynı şekilde terör kavramının da muğlak ve belirsiz olması,
uygulayıcıların farklı ve isabetsiz yorumlarının ortaya çıkmasına neden olmuş,
neticede ciddi hak ihlalleri toplumsal sorunların çözümünü çıkmaza sokmuştur.
Kılıç, insanlık onuruna saygının, insanların ne düşüneceğine, neye
inanacağına ve nasıl bir hayat tarzı tercih edeceğine karar vermesini zorunlu
kıldığını dile getirerek, Esasen hak ve özgürlükleri güvence altına alması
gereken anayasaların meşruiyeti de bu temele dayanır. Zaten devletle birey
arasında doğan sınır çatışmaları da bireylerin hak ve özgürlüklerine ilişkin
sınırlamalar konusunda çıkıyor ifadelerini kullandı.
-Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimine Almanya modeli-
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, haklara ilişkin sınırlama
sebeplerinin genel olarak evrensel uygulamalarla aynı olduğuna dikkati çekerek,
şöyle dedi:
Ancak sorun daha çok yasama organının ya da idarenin takdir alanındaki
yetkilerini özgürlükler aleyhine kullanmasından veya bunu denetleyen Anayasa
Mahkemesinin özgürlükleri genişletici yorum tekniğini kullanmamasından
kaynaklanıyor. Ne yazık ki hak ihlali nedeniyle sanığı devlet olan bir davayı
çözecek makamda, devletin mensubu olan yargıçlar bulunmaktadır. Bu sakıncayı
giderecek önerim açıktır. Söz konusu davalara bakmakta olan Anayasa Mahkemesinin
tüm üyelerinin Almanyada olduğu gibi parlamento tarafından seçilmesi meşruiyet
sorununu giderebilecek yegane demokratik yoldur.
Anayasayı yorumlamakla görevli olanların, sorun çözme yerine sorun üreten
bir merkez haline gelmesinin anayasayı sürekli değiştirme ihtiyacı doğurduğunu
anlatan Kılıç, sözlerini şöyle tamamladı:
Yakın tarihimize baktığımız zaman darbelerin parmak izlerini sadece
anayasalarda değil, mahkeme kararlarında da görebilirsiniz. Bu gerçek kamu
gücünün ele geçirilmesi gereken bir silah olduğu düşüncesini kimilerinin
akıllarına sokmuştur. Kimseyi suçlamaya hakkımız yok. Bu sonuca, vesayetçi
elitlerin kendi hayat tarzlarını güvenceye almak için hak ve özgürlükleri halkın
bir bölümünden kaçırmaları sebep olmuştur. Aktörler değişmiş olsa da bugün bu
yanlış uygulamaya tersinden devam edenler varsa onların da sonu aynı olacaktır.
Kim olursa olsun kendi saadetini başkalarının felaketi üzerine kuranları savunmak
ne ahlaki ne de insanidir.
Son sözüm şudur, eğer yaşadığınız bir özgürlük acınız varsa bunu saklayınız.
Bir gün özgürlük dağıtan güce sahip olursanız, sakladığınız acıları hatırlayarak
belki zulme engel olursunuz. Zira insan haklarını sadece insan olanlar
savunabilir.
(Bitti)
Muhabir: Orhan Canbulatel / İsmail İçer
Yayıncı: Levent Harman