ARİF ASALIOĞLU
Geçtiğimiz hafta Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından Rusya'nın yeni dış politika konsepti onaylandı. En son 2016 yılında güncellenen dış politika stratejisi de olduğu gibi bu seferinde de ABD’nin Rusya karşıtlığı; NATO ile çevreleme politikası; NATO’nun artan jeopolitik etkisi ve Eski Sovyet coğrafyasında genişlemeci tutumu ve Rusya’nın dış politikada öncelikleri belgede öne çıkan hususlar oldu. Yayınlanan metinde dış tehdit vurgulanarak, “Rusya'nın, ABD ve diğer dost olmayan ülkelerin dünya siyasetindeki hakimiyetinin izlerini ortadan kaldırmaya öncelik verdiği ve herhangi bir devletin hegemonyacı amaçlarını bertaraf etmek için gerekli koşulları da oluşturması amaçlamaktadır” deniliyor.
1993’den beri dış politika konseptleri, Rusya’nın dış ilişkilerde temel ilkelerini, önceliklerini, amaçlarını ve hedeflerini belirlemektedir. Bu nedenle askeri ve mali eğilimleri yakından ilgilendirmekte, Rusya’nın farklı yönetimler, sorunlar, tehdit algıları, küresel siyaset süreçleri, öncelikler ve hedefler minvalinde dış politikasında nasıl yönelimler benimsediği ortaya konulmaktadır. Putin’in ilk dönemlerinde yıldan yıla değişen ve ABD, İngiltere ve NATO ile bir dönem yakalanan uzlaşmacı ilişkiler, hatta “batıcı”, “liberalist” yaklaşımlar, Ukrayna savaşı ile tekrar öncelikli tehdite dönüşmüş ve tamamen “devletçi” ve güvenlik merkezli reflekslere bırakmıştır.
ABD, Rusya karşıtı hattın ana lokomotifi
Başbakanlık ve İstihbarat şefliği yapmış olan Primakov döneminde Moskova, Çin ve Hindistan ile iş birliği yaparak ABD’nin tutumunu dengelemek istemiş; Putin’in yönetime gelmesi ile birlikte ise AB ülkeleriyle iyi ilişkiler geliştirmeyi ve ABD ile partner olarak terörle mücadeleyi önemsemeye başlamıştır. Fakat 2014 Kırım ve Donbass bölgesinde olayların patlak vermesi ve devamında Ukrayna’da savaşın başlaması soğuk savaş dönemi refleksleri iki taraf içinde tekrar ortaya çıkarmıştır. Sonuç olarak güncellenen bu belgede ABD, Rusya karşıtı hattın ana lokomotifi olarak adlandırılıyor ve “Dost olmayan" ülkelerden Rusya'nın güvenliğine yönelik tehditler, kavramda "varoluşsal" olarak kabul ediliyor.
Ayrıca yeni konsept, Rusya ve müttefiklerine yönelik silahlı bir saldırıyı püskürtmek veya önlemek için silahlı kuvvetlerin kullanılması tezini ortaya koyuyor. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, yeni doktrinin açıklamasını yaparken “dost olmayan devletlerin eylemlerinin yarattığı tehditlerin varoluşsal doğasına dikkat çektiğini" ve "ABD'yi Rus karşıtı çizginin başlıca kışkırtıcısı ve itici gücü olarak tanımladığını" söyledi. Lavrov, doktirine ilişkin, "Batı'nın Rusya'yı mümkün olan her şekilde zayıflatmaya çalışma politikası yeni bir tür hibrit savaş olarak nitelendiriliyor." ifadelerini kullandı.
Dış politika konseptinin ilan edilmesinden hemen üç gün sonra bu açıklamaları destekleyici önemli kararlar alındı. Rusya, gelecekte düzenlenecek nükleer denemeler de dahil olmak üzere, ABD ile arasındaki nükleer güç ile ilişkili tüm bildirimleri durdurdu. İkinci karar 12 bin km menzilli nükleer füze tatbikatı ilan edildi. Üçüncüsü ise Belarus’a nükleer füze konuşlandırma açıklaması yapıldı. Belarus Devlet Başkanı Aleksander Lukaşenko, halka sesleniş konuşmasında, “bunu güvenliğimiz için biz istiyoruz” şeklinde ilan etti.
Belarus Devlet Başkanı, “Batı, askeri eylemlerdeki bu duraklamayı yeniden aldatarak kendini güçlendirmek için kullanırsa o zaman Rusya, gerilimin tırmanmasını önlemek adına askeri sanayisinin tüm gücünü ve olanaklarını kullanmakla yükümlüdür. Buna fosfor bombaları, zayıflatılmış ve zenginleştirilmiş uranyum da dahildir” ifadelerini kullandı.
“Gerekirse egemenliği ve bağımsızlığı korumak için bu silahları kullanırız”
Lukaşenko, Rusya’nın Belarus’a taktik nükleer silahlar yerleştirecek olmasına ilişkin, ‘Belarus’un, kendisine 1990’larda verilmiş olan garantilerin ihlal edilmiş olması nedeniyle topraklarına nükleer silahları geri döndürmek zorunda kaldığını’ belirtti. Rusya’nın Belarus’a yerleştireceği taktik nükleer silahların ülkesine ‘sadece burada tutulması için gönderildiğinin düşünülmemesi gerektiğini’ belirterek, gerekirse egemenlikleri ve bağımsızlıklarını korumak için bu silahları kullanacakları uyarısını yaptı.
Bu konsepte Rusya, kendisini Rus dünyasının kalesi ve küresel dengeyi koruyan özgün bir ülke ve özgün medeniyet olarak tanımlıyor. Rus dış politikasının görevleri arasında "dünya toplumunda güçlü konumların korunması ve güçlendirilmesi" ile "komşu devletlerle iyi komşuluk ilişkilerinin oluşturulması" yer alıyor.
Yani buradan da anlaşıldığı gibi dış politika konsepti bölgesel öncelikleri de ortaya koymaktadır. BDT’nin her zaman Rusya için öncelik arz ettiği bilinmektedir. BDT, Rusya’nın kimlik siyasetinin ve imparatorluk kültürünün de bir devamıdır. Rusya’nın bu yakın çevre ülkeleriyle ilişkilerinde belirleyici parametreler söz konusu kültür ve tarihi bilinçaltıdır.
Çin ve Hindistan ile olan ilişkiler ön plana çıkıyor
Buna ek olarak Rusya’nın dış politikada Doğu ülkelerine yaptığı açılımına vurgu yapmak gerekiyor. Rusya yeni strateji doktrininde Çin ve Hindistan ile olan ilişkileri ön plana çıkararak "Avrasya kıtasında egemen ve dost küresel güçlerle bağların derinleştirilmesinin" önemine de vurgu yapıyor. Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Mısır ve diğer İslam İşbirliği Teşkilatı ülkeleri ile kapsamlı ortaklık ilişkilerinin derinleştirilmesine önem verildiği vurgulanan doktrinde, Rusya'nın Afrika ülkelerinin bağımsız olma girişimlerini desteklediğine dikkat çekiliyor.
Bu açıdan geçen hafta Çin Savunma Bakanlığı’nın askeri ve savunma alanında stratejik iletişim ve koordinasyonu güçlendirmek için Rusya ile işbirliğine hazır olduğu açıklamasını önemsemek gerekir. Bakanlık yetkilileri, Çin ordusunun, güvenlik konularında ortak tatbikatlar ve istişareler de dahil olmak üzere, çeşitli işbirliği biçimlerinde, Rus mevkidaşları ile çalışmaya hazır olduğunu “iki ülke ordularının "uluslararası eşitliği ve adaleti güvenceye almak" ve "küresel güvenliğe katkı sağlamak" için birlikte çalışması gerektiği” ifadeleriyle duyurdu.
Son olarak Rusya ekonomisinin bir “Savaş Ekonomisi’ modeline dönüştüğünü ve bütün kısa vadeli planların buna göre yapıldığını vurgulamak gerekiyor. Yaptırımlar sonrası hissedilen daralmalar olsa bile Batı’nın beklentilerinin aksine, ekonomideki istikrar, savunma sanayi harcamalarındaki artıştan ve bu modele göre bütün bütçenin revize edilmesinden kaynaklanıyor. Mesela, ithal ikame programları ve devlet teşvikli yeni yatırım planlarının devreye girmesiyle önümüzdeki süreçte bir kriz beklenmiyor. Ancak uzun vadede yaptırımların olumsuz etkisi ekonomik göstergeler üzerindeki baskısına devam edecek.