Hani derler ya “Her şey görene. Köre ne” Görmüyor, duymuyor, bilmiyorsanız; benim size anlatacağım şeyler elbette size hikâye gelecektir. Şimdiye kadar bu köşeden yazdığımız şeyler aynen vukuu bulmuş ama sadece olayda adı geçenlerin ismini ve mekanlarını muhatapların zarar görmemesi için değiştirerek vermişizdir.
Gün geçmiyor ki Türkiye’den; insanların elini ağzına götürüp, şaşkınlık içinde “Aaa! Gerçekten mii” dedirten, insanın ağzını açık bırakan züuüm haberlerine şahit olmamış olalım. Bundan yıllar önce Anadolu’muzun güzel bir şehrine şiir dinletisi ve şiir üzerine konuşmam için davet edildim. Gittiğim bu şehirde beni tanıyan hayli insan vardı. Konuşmak için kürsüye çıktığımda salondakilerin dikkatini çekmek, şiirin tanımını yapıp salondakilerin bu zamana kadar şiir hakkında düşüncelerini değiştirmek için, bir hatip için oldukça riskli cümlelerle konuşmaya başladım.
“Arkadaşlar” dedim “Bu zamana kadar şiirin tarifini yüzlerce insan yüzlerce defa yapmış, bir de benden dinleyin. Yalnız sizden ricam mevzu bitmeden yumurtaları atmayın” deyip mevzuya geçtim.
“Ben diyorum ki; şiir sevmeyen insan Türk değildir” Salondan hafif mırıldanmalar oldu. Hani bir ok attım aşure oldu diyen şehzademiz vardı ya onun izah edeni vardı burada izahı ben yapacaktım. Baştan mevzu bitmeden yumurta atmamaları konusunda anlaştık. Ben devam ettim; “Hatta şiir sevmeyen Müslüman olamaz” haydaa. Uğultu sesi daha da yükseldi. “Sabır arkadaşlar” dedim. “Şiir sevmeyen insan değildir” Baştan anlaşmamıza rağmen bazıları çıkıp, “Olmuyor ama herkes şiiri sevecek diye bir ayet mi var” dediler. “Eyvallah” dedim. “Sabır sabır biraz sabır” dedim, oturdular. Ama son cümlem kıyameti kopardı. “Arkadaşlar şiiri sevmeyen bir insanı büyük ihtimal dağda birileri emzirmiş olabilir” dedim. Salon ayaklandı bazıları daha devamını dinlemeden salonu terk ettiler.
“Şimdi arkadaşlar ben niye böyle konuşuyorum” dedim. Ve biraz evvel ki sivri cümlelerimi izaha başladım. “Dedim ya arkadaşlar şiirin tarifini yapıyoruz. Şiir ne rediftir ne kâfiye. Şiir güzel söz demektir. Hepimiz duymuşuzdur “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” Bu manada şiiri sevmeyen var mıdır? Allah aşkına kötü, çirkin ve kaba sözü kim sever yaa! Bakın, “Şiir sevmeyen Türk değildir” dedim. Bizim coğrafyamızda doğup da ninniyle uyutulmayan bebek var mıdır? Çığlık çığlığa ağlayan bebeğe bir iki cümlelik tekrar edilen ninni ilaç gibi gelir. “Bizim coğrafyamızda doğup da ninniyle uyutulmayan bebek var mıdır? Evet vardır arkadaşlar. Nerede? Büyük ihtimal yetim hanelere bırakılan çocuklara görevini hakkıyla yapmadıklarından dolayı bakıcılar da belki, belki diyorum; anne olmadıklarından o çocuklara ninni söylemiş olabilirler. Burada bir parantez açıp; düzgün bir aile yapısı olmayanların büyüdüklerinde nasıl bir kişiliğe sahip olduklarını psikologlara sorun söylesinler. Dünyayı kana bulayan birçok diktatör ve zalimlerin çocuklukta aile hayatında mutlaka sorun vardır.
Bu izahlardan sonra bana ait olmayan ama çok beğendiğim aşağıdaki şiiri okudum.
AYŞE’M
Bu teker tümsekte ebedi kalmaz
Devran lehimize dönüyor Ayşe’m
Yeter ki Şirinler vefalı olsun
Ferhatlar dağları delecek Ayşe’m
Eğilir engeller azmin önünde
İmkânsız mümküne mahkûmdur Ayşe’m
Işık karanlığı er geç boğacak
Sözlerimden şüphen olmasın Ayşe’m
Yanılmaz tartılar hakkın zâyolmaz
Zerreler zerrata dahildir Ayşe’m
Bozulur çarşıya uymayan hesap
Allah’ın hesabı bozulmaz Ayşe’m
Bahar ki zemheri rahminde büyür
Cemre bil çileni müjde say Ayşe’m
Her doğum sancılı olur bilirsin
Yarınlar bizimdir bizimdir Ayşe’m
Sen sula sabırla etme acele
Her mevsim gül açmaz vakti var Ayşe’m
Gün olur bu çorak coğrafyalardan
Sana gonca güller dererim Ayşe’m
Haydutlar malını talan etse hep
Üzülüp de ye’ise kapılma Ayşe’m
Zâlimin arlanmaz çirkin yüzüne
Tükürüp yoluna devam et Ayşe’m…
Şiirden sonra salondan biri kalktı “Ha şöyle hocam yaa” dedi salondakileri güldürdü.
Evet dostlar! Tarifim akıl sahiplerine. Bir insan düşünün ki çocukluğunda çok ağır küfür ve hakaretlere maruz kalmış. Anne şefkatinden mahrum, baba sevgisine hasret; hiçbir zaman baba kucağında gezmemiş. (Tabi bir babası varsa) Hiç başı okşanmamış. “Aslanım benim” iltifatına muhatap olmamış. Biraz büyüyünce; kedileri kovalamış köpekleri taşlamış. Anne bağırmış “Seni doğuracağıma taş doğursaydım” Bastırılmış duygularla yıllarca kendini şiddetle ifade etmiş. Ve sırf kendini kabul ettirmek için üniversite ve üniversiteler de bitirmiş olabilir. Bitirip şahsiyet problemini bu şekilde halledeceğini sanmıştır. Eşya ile itibar kazanmaya çalışan zavallıların olduğu dünyamızda, 'ye kürküm ye' misali makamlar işgal edilmiş; hatta olağan üstü yetkiler de verilmiş olabilir. İşte bu tipler, fırsatını bulduğunda yaşadığı toplumdan öç alamaya kalkışır ve kalkışmıştır da. Yaşadığımız toplumda bunun binlerce örneği mevcuttur. Merhametin zerresi barınmaz bu tiplerin yüreğinde. Ne şiir sever zavallı ne kelamı kibar. Anneler onun için çocuk doğurmamalı. Doğurduysa emzirmemeli. Çocuğuna ninni söylememeli. Çünkü ona annesi ninni söylememiştir. Belki de ninni söyleyecek bir annesi, elinden tutup parka götürüp beraber oynayacağı babası da yoktur. Onun eline fırsat geçtiğinde anneyi yavrusundan ayırabilir. Sırf şuur altındaki marazlı ruh halini tatmin etmek, yıllarca yediği küfürlerin öcünü masum insanlara boca ederek tatmin olmak için en galiz küfürleri sıralayabilir. Ama sadece masum insanlara küfredebilir. Çünkü onun gücü ancak onlara yetebilir. Tıpkı atası Ebu Cehiller, Yasir ailesi ve diğer; kimsesizlere yaptıkları gibi. Toplumun en zayıf bireylerine zulmederler ki diğerleri de sinip sesini çıkarmasınlar. Ama nereden bilecek gafil. Zulmettiği insanlar ahirete Hakkal yâkin iman etmişler. İşte bu tiplerin kendilerine uygulandığı gibi, kendileri de başka masumlara aynı metodu uygulamaya kalkışırlar ve kalkışıyorlar da. Şimdi anlamayan var mı yukarıdaki tarifi?
Pardon Savcı Bey! Siz şiir sever misiniz…?
Zeynep ZAHİDE