Şimdi seksen dört yaşında Nazife Teyze. “Nasılsınız” sorusuna her zamanki gibi diline pelesenk ettiği “Elhamdulillah iyiyim yavrum” diye cevap verdi, Şefkat edalı bir üslupla. Cehalet ve zaruretin acıları bin kat daha ziyadeleştirdiği bir dünyanın son temsilcilerinden Nazife Teyze.
Nazife Teyze ve akranının fıtratları şekillendirilirken elest bezminde; örse damlayan gözyaşları sertleştirmiş fıtrat çeliklerini. Ve kâtibanın sehviyle “Kaderi” “Kef” harfiyle yazılıp göbek adı “Çile” olmuş. Kader en dramatik çizgileriyle resmetmiş alnına kederi. Uzun zamandan beri gerek yaşlılığın gerekse hastalıkların sebep olduğu iş yapamama hali ona dokunsa da yine haline şükredip dilinden duasını eksik etmiyor Ümmet-i Muhammed’e. O’nu, köyünde, kendisiyle özdeşleşen evinde bağdaş kurup oturduğu minder ve dayandığı yastığında buldum her zamanki gibi. Onun o hali bana başı karlı yüce dağları anımsatıyor ne hikmetse. Sormadıkça cevap vermeyen, kendisine yöneltilen sorulara da içtenlikle cevap veren, ama gerekmedikçe konuşmayan, dilinde virdleri, hep susmayı tercih eden, telaffuzu düzgün bir Anadolu kadınıdır Nazife Teyze.
Maziden söz açılınca derin bir nefes çekip ciğerlerine “Oflara” meydan vermeden hüzünleniyor doğal olarak. Kendisini yakınım olması hasebiyle mazisinden kısmen haberdarım ama hiç bir zaman net bilgilere sahip değildim. Karar verdim bu sefer onu konuşturacak, tarihe not düşme adına hatıralarını kaydedecektim bu koca çınarın. Aslında biliyordu uzun zamandan beri kendisini konuşturup hatıralarını yazmak istediğimi. Ama şimdiye kadar olumlu bir cevap vermemiş kibarca reddetmişti her seferinde. Şimdi son yaşadığı hadiseden sonra ne yapıp edip konuşturmalıydım onu.
“Zeynebim sanırım senden kurtuluş yok” diye şaka yollu benim ısrarıma olumlu cevap verdiğini ima ediyordu.
-Estağfurullah. Sen konuşursan biz de yazarız teyzem. Yazmamızın gayesi de belli; yeni nesle geçmişte yaşanan hadiselerden ders çıkarma fırsatı vermek.
-İyi olur da kızım benim anlattıklarımdan ne çıkar, cahil köylünün biriyim
-Aa öyle deme teyzem. Sizin hayat tecrübeniz nice gençlere yol gösterecek deniz feneri hükmünde.
-Ne öğrenmek istiyorsun ki benden
-Hayat tecrübelerin teyzem. Bildiğim kadarıyla çileli bir hayat yaşamışsınız. Mesela annenizi kaybettiğiniz yıllara gidelim.
-Ohoo kızım sen çok gittin yaa. Ora gidersek işin içinden çıkamayız ki
-Hadi teyzem ya kırma beni.
-Eh ne yapalım bir defa tamam dedik. Sanırım senden kurtuluş yok. Ama gene de kusura bakma kızım özetleyerek anlatayım.
-Hadi bismillah seni dinliyorum teyzem
-Bir kış günüydü. Köye bir salgın gelmişti ki günlük bir cenaze kaldırır olmuştu köylü. Sekiz yaşındaydım, kızım annemi kaybettiğimde. Edem on, rahmetlik gardaşım da daha bir yaşındaydı. Gardaşımla benim aramda bir tane daha kız kardeşim vardı ama iki yaşında kızamıktan öldü. Fakirlik öyle çökmüştü ki köyün üstüne Allah o günleri bir daha göstermesin. Kimseyi de kıtlıkla imtihan etmesin kızım.
-Ne olmuştu da kıtlık olmuştu teyzem. Bildiğim kadarıyla bu topraklar verimlidir.
Kızım o zaman üç kış kar yağmadan geçti. Baharda da yağmurlar yağmadı. Kar yağmur yağmazsa yer altı suları kurur. Ekinler bitmez. Ekin bitmezse ne yer ne içersiniz. Yağmur yağmazsa ot bile bitmez. Ot olmayınca hayvanları ne ile besleyeceksin. İyi beslenemezsen hasta olursun. Hepsi bir birbirine bağlı şeyler kızım. O zamanlar köyün yolu yok. Gerçi yol olsa ne yapacaksın? Araba yok, bir şey yok. Kasabaya ulaşımı hayvanlarla sağlıyoruz. İki hayvanın geçeceği kadar bir yolumuz vardı. hastalar hastaneye hayvanlarla taşınırdı. En yakın hastane hayvanla bir günlük mesafede. Zaten hasta adam. Bir de yol zahmeti, doktora varmadan ölüyordu. Bir de üstüne cehalet eklenince Allah kurtarsın.
-Bilim adamları doğayı tahrip etmenin neticesinde oluyor diyorlar bu yağmur ve karın yağmamasını, kıtlık gibi hadiseleri. O zaman da bu coğrafya kurak ve ağaçsız mıydı?
-Yok kızım yok. Yanlış biliyorlar. Yapılan zulmler musibeti netice verir. Bir yerde kul hakkına riayet edilmiyorsa. Kulların hakkı yenirken “Bana ne”cilik varsa, Hele zulüm gören insana sırf hasedinden dolayı destek olunmuyorsa. Fırsatı ganimet bilip, onun konumuna göz dikiliyorsa.
-O dönem sizin bahsettiğiniz ne gibi hadiseler yaşandı ki dediğiniz musibetler musallat oldu insanlara.
-Kızım, toplumda bazı insanlar çok sevilir. Sevilme sebepleri de bellidir. Güler yüz, tatlı dil; bir de güzel edeb olunca insanda kim sevmez onu. İşte bu vasıfları taşımayan bazı hasetler o insanın sevilmesini kendisinin iltifat görememesinden sebeb ona hasetle zarar vermek ister. Veya zarar verenlere destek olur ya da onun düştüğü duruma “Oh” çeker. Kişisel olarak bu haset edene zarar verir. Ama bu yaygınlaşırsa tüm topluma zarar verir, artık bu tür felaketleri bekleyeceksin.
-Ninem bir çok memleketler Müslüman bile değil coğrafyaları yemyeşil ve çok verimli toprakları var.
-Kızım Allah Rahman'dır. Rahman sıfatı, yarattığı her mahluka rızkını vermeyi gerektirir. Çalışan herkes emeğinin karşılığını alır. Bir de kul hakkına riayet ediyorsa dünyaları mamur olurlar. Ahiret ayrı. Bir de müminse bu kişi ibadetlerini de yerine getirirse ahiretini de kurtarır. Aslında, arzın ve semanın nefretini celb etmenin bedelidir afetler. Hem sonra her kâfirin sıfatı kafir olmadığı gibi her müslümanın sıfatı da müslüman olmayabiliyor. Yalan gibi, haset gibi, iftira gibi hırsızlık gibi, gıybet gibi Allah’ın yasakladığı şeyler bir toplumda yoksa Allah’a iman etmese de dünyada huzur içinde yaşarlar. Yani gayri müslim milletlerin coğrafyalarının daha verimli olması kainatta fıtri kanunlara riayetten geçiyor.
Neyse kızım biz meselemize dönelim. Annem vefat ettiğinde bir yaşındaki gardaşımın bakımı bana kalmıştı. Daha ben çocuktum nasıl bakardım bu çocuğa. Ama başka da çaremiz yoktu. Eskiden hazır bez filan da yok tabi “Höllüğe” sarardık çocukları. O zamanlar kadınlar eğer doğumları kışa geliyorsa yazdan gidip höllük eleyerek evin bir tarafına yığarlardı. Höllüğü biliyorsun, kumlu bir tür toprak. Islandığında çamur olmayan, çocuk altını ıslattığında ıslaklığı hissettirmeyen koyu renkli bir toprak.
Annem vefat edince babam bir kadınla evlendi. Ne kadar iyi olursa olsun analık kızım. Ocak başında “Öteye var, gözüne duman gider” dese gönül incinir. Allah var, çok kötü de davranmadı bana. Ama okuma yazma öğrenmek için okula gitmeme karşı çıktı. Bir tek o içime dert oldu.
-Niye karşı çıktı ki. Okuma yazma öğrenmenin kim ne zararı olur ki?
-Kızım cehalet cehalet. O zamanlar kimin kıt aklından çıkmışsa, “Kızlar okumaz” diye bir safsata vardı milletin dilinde. Ben ısrar edince analığım “Okuyup da memur mu olacaksın. Okula gideceğine yemek yapmayı ekmek açmayı öğren” diye karşı çıktı. Ağladım sızlandım ama babam analığıma söz geçiremedi. Yıllar yılları kovaladı büyüdük. Büyüdük dediğin de kızım yaşım on dört olunca beni dayımın oğluyla evlendirdiler. Rahmetlik annem hem dayıma hem babama vasiyet etmiş. “Nazifemi Sadık’la evlendirin” diye.
-Sana sormadılar mı yani
-Kızım o zamanlar kızların söz hakkı yoktu. “Kızların böyle şeylere aklı ermez. Serbest bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya diye” bir anlayış vardı. Bunu aşmak bizim gücümüzün fevkindeydi. Evlendik neticede. O yıllar memlekette tek parti yıllarının son dönemleri. Ezan tangur tungur okunur. Dini kitaplar bir yana Allah’ın kitabı Kur’an’ı öğrenmek bile büyük suçtu. “Halil hoca” diye köyümüzde çok değerli bir alim insan vardı. Sadece o değil bizim köyde o zamanlar bir çok insan vardı Halil hoca gibi. Ama Halil hoca biraz daha öne çıkan biriydi. O varken imamete kimse geçmez, o varken cenaze namazlarını başkası kıldırmaz, meclislerde sözüne itibar edilirdi. Neylersin ki daha sonra onun neslinden gelenler Halil hocanın kemiklerini sızlatacak huylar edindiler.
-Ne gibi Teyzem?
-Kızım Halil hocanın değil, köyde bir çok mütedeyyin insanın evladı da o hastalıktan etkilendi.
-Nasıl bir hastalık bu
-Kızım o zamanlar komünizm belası yeni yeni cıvıldıyordu. Kur’an kurslarımız ve mekteplerimiz bu belanın milletimize bulaştırdığı virüslere karşı gerekli önlemleri alamadı. Hele Kur’an öğretme metodları tam dinsizliğe hizmet eder cinstendi. İsrailiyattan geçen bir sürü akla mantığa aykırı hikayelerle dini eğitim veriyorlardı. Kur’an da ve hadislerde geçen bazı teşbihleri anlamaktan aciz hocalar yüzünden, Kur’an’ı mantık dışı olmakla itham ettirdiler bunlar.
-Mesela ne gibi teyzem?
-Mesela kızım; Deccal anlatılırken “Onun bir eşeği vardır ayağının biri mağribte biri meşrıkta” diye bir teşbih vardır. Buna mantıklı bir izah getiremeyen hocayı mizaha alır çocuklar. İşte o dönem benim yaşıtlarımdan amcamın oğlu olan Tarık hocaya “Hocam hele o eşeğe bi deh de nere gidecek diye” espri yapmış. Buna alınan hoca bizim Tarık'ı falakaya yatırmış.
-Falaka ne teyze
-Kızım falaka; kalın bir sopanın iki ucuna örme dediğimiz bir ip bağlanır. Sopayla ipin arasına ayaklar geçirilir. Sopa çevrilerek ayaklar sıkıştırılır. Sonra da başka bir sopayla yalın ayağın altına şiddetle defalarca vurulur. Yani falakaya yatırılan çocuk uzun süre ayaklarının üzerine basamaz.
-Aman Allah’ım! Peki amcanızın oğlu o zamanlar kaç yaşındaydı?
-Varsa varsa on iki filandır.
-Peki sonra ne oldu Tarık'a?
-Ne olacak, Tarık babasına bu durumu anlatsa bir de babası falakaya yatıracak. Yani hocasıyla dalga geçmişsin diye. O da yorganını yatağını alıp Kur’an Kursuna sızan hoca kılıklı bir dinsize sığınıyor. Orada komünist olup çıkıyor. Sadece kendisi olsa neyse, orada öğrendiği dinsizliğini diğer çocuklara da aşılıyor. O dönem bir sürü genç bu softalar yüzünden dinden soğudu. Bir çoğu da dinsiz oldu çıktı. İşin gerçeği ben de o dönem bu sloganik Müslümanlardan nefret eder olmuş, yavaş yavaş dinden soğumaya başlamıştım. Ama ne zaman ki “Risale-i Nurlar'la tanıştım taklidi imandan tahkiki imana terfi ettim diye bilirim. Şimdi şu son süreçte bunca zulme ve gadre karşı dimdik durabiliyorsam işte o kitaplara borçluyum kızım. Hani bu kitapların müellifi “Hakiki imanı elde eden bir insan kainata meydan okuyabilir” diyor ya. Şimdi bunu iliklerime kadar hissediyorum.
O zaman da bu softalar biz bu kitapları okurken bize kızıyor “Ne bu yaa! Çiçekten böcekten inekten ottan bahsediyor. İslam'ın bunca önemli meseleleri varken böyle saçmalıklarla oyalanıyorsunuz” derlerdi bize. O zihniyet hiç değişmedi kızım. Bugün bu zulmü yapanların dedeleri o gün de aynı şeyleri dillendiriyorlardı. “Devleti ele geçirecek, kanunları şeriata uygun yapacak ve herkes buna uyacak” derlerdi. Bilmiyorlar ki ahmaklar aklın ikna olmadığı bir şeye insan uymaz. Yani gidin bir sarhoşu ikna etmeden kadehini elinden almaya kalkın bakalım. Vallahi şişeyi başınızda paralar. Şeriat yaşanır. O bir yerden trene binip veya uçağa atlayıp gelmez. Hatta dayılarım bu kitapları okurken gizli gizli jandarmaya ihbar ederlermiş. Biz bunları sonradan karakolda insaflı bir çavuştan öğrendik ki bizi ihbar eden en yakınlarımızdan bu zihniyete hizmet edenlermiş.
Evliliğimin birinci yılında bir kızım oldu. Allah bağışlasın dünyalar güzeli bir kızdı. Kızımın güzelliği sağda solda konuşulur olmuştu. Hatta hasedin biri; “Arkadaş anasına baksan anasında, babasına baksan babasında hayır yok. Bu güzellik nereden geliyor bu çocuğa” diye gıyabımızda konuşurken bir yakınım duyuyor. Yani kızımın güzelliğini bize yakıştıramıyorlar. Tıpkı Mekkeli müşriklerin “Allah peygamber gönderecek birini bulamadı da Abdulmuttalib'in yetimine mi verdi” der gibi.
Bak kızım! Şu hadisi kalbine ve kafana kazı. “Bir kalpte iki şey biri arada bulunmaz. Eğer iman varsa haset, haset varsa iman yoktur” buyurur Fahr-i Kâinat efendimiz. bir başka hadisi şerifte “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız” buyuruyorlar.
-İyi de teyzem; insan herkesi sevemez ki.
-Kızım bu soruna Bediüzzaman cevap versin. Bak ne diyor Üstad. “Allah için sevecek Allah için buğz edeceksin. Allah için işleyecek Allah için söyleyecek Allah için susacaksın…” devam ediyor. İhlasın da olmazsa olmaz şartı bu kızım. Ne yaparsan yap O’nun (cc) rızasına muvafık hareket edeceksin. O zaman yaptığın her şey hasenata tebdil edecek.
-Nasıl yâni. Yaptığın her şey hasenata tebdil oluyor.
-Bir örnek vereyim. “Bir adam yolculuk yaparken bir çeşme başında konaklıyor. Atından inip suyunu içtikten sonra biraz uyuyarak istirahat etmek istiyor. Atını bağlayacak bir yer arıyor ama yakında atını bağlayacak ne bir ağaç ne bir kazık bulamıyor. Atına binip en yakın ağaçtan kalınca bir dal kesip çeşmenin hemen kenarına o kazığı çakıyor ki, “Benden sonra gelen bir insan atını bağlasın da rahat rahat istirahatını yapsın” istirahatini yapıp giden adamın arkasından bir âma yaya olarak çeşmeye yaklaşıyor. Çeşmeye yaklaşınca ayağı biraz evvel atlının çaktığı kazığa takılıp düşüyor. Âma da “Yahu bunu buraya kim niye çakmış? Şunu çıkarayım da benden sonra benim gibi bir âma daha düşüp de bir yerini yaralamasın” diyor. Bak kızım ikisinin de niyeti Allah rızası. İşte böyle, sen de kimi seversen parolayı sor. Sevginde Allah’ın rızası var mı veya kimden hoşlanmıyor sevmiyorsan Kalbine sor, o sevmediğini Allah için mi sevmiyorsun. Mesele bu.
-Anladım teyzem. Allah razı olsun. Senin kızın güzelliğinden bahsediyorduk.
-Bir müddet sonra kızıma nazar değdi. Bir hastalığa yakalandı. Yüzünde çiller çıktı, sivilcelendi. çok sürmedi vefat etti. Anne acısından sonra ilk evlat acısını yaşamış oldum. Allah’tan gelene rıza göstermek gerek. “O neylerse güzel eder” deyip tevekkül ettim. Aradan iki yıl geçtikten sonra bir kızım daha oldu. İlk kızım kadar olmasa da o da çok güzeldi. Bu ikinci kızımdan sonra bir oğlum oldu. O da ilk kızım gibi dünyalar güzeli bir bebekti. İki buçuk yaşındayken cıvıl cıvıl konuşup anane babanın aklını başından aldığı bir zamanda o da vefat etti. İlki bu kadar dokunmamıştı ama oğlumun ölümü bana çok dokundu. Nedenini bilmiyorum ama günlerce kendime gelemedim.
-Neden ölmüştü oğlunuz?
-Kızım en başta cehalet. Çocuk hasta olur, doktora gitmek biraz zahmetli bir iş olsa da netice de devasını ararsın Allah da çabalamanın karşılığı şifanı verir. Ama bizim adetimizdi. Hasta olan ilk önce gider muska yazdırırdı. Tabi bu süreçte hastalık artar bu sefer de doktora yetiştiremezsiniz. Bir de o zamanlar ne yaparsan kaynanadan izin alarak yapardık. Doktora gideceksin sanki işten kaytarıyormuşuz gibi algılanır. “Gidin falanca hocaya okutturun bir şeyi kalmaz. Onun nefesi kuvvetlidir” derlerdi. İşte bu yüzden Kayınvalideme ömür boyu kalbim kırık yaşadım.
-Yani anne, evlat derken ikinci bir evlat acısı.
-Tevekkül edince Allah dayanma gücü veriyor kızım. Bizi biliyorsun kızım. Sağ olan evlatlarım ortada. Biri özürlü tam on bir evladım oldu. Ancak ikisi erkek yedisi hayatta. Son doğumumda ikiz oldu ,onlarda bir ay arayla ikisi de vefat etti. Bu son vefat hadisesinden bir yıl dört ay sonra eşimi kaybettim. Dünyalar başıma yıkılmıştı. En büyüğü on altı yaşında yedi çocukla kaldık ortada. Onlara hem ana hem baba oldum yıllarca. Namerde muhtaç olmadan yaşadık bugüne kadar. Bundan sonra da muhtaç olmayız inşallah.
Aradan bir yıl geçti. Bir yaşında bakımını üstlendiğim gardaşım. Bizim durumumuza üzülüyor bizim için gecesini gündüzüne katıp “Ne yapabilirim” derdine düşmüştü yiğidim. Allah eşimin vefatından bir yıl dolmaya altı gün kala gardaşımı da aldı elimden. Günlerce ağladım sızlandım. Yıllar oldu onlar gideli ama mezarlığın önünden her geçişimde hala oturup ağlarım gardaşımın ve eşimin mezarı başında.
Bunları anlatırken de tekrar ağlamaya başladı Nazife teyze. Kolay değildi yaşadıkları. Ama ben esas son yaşadığı hadiseye gelmek istiyordum. Onunla ilgili hislerini alıp, noktalamak istiyordum sohbeti. Uzun süre gözlerini benden kaçırıp ağladı bitevi. Sakinleştikten sonra;
-Teyzem hakkını helal et sizi üzmek istememiştim, ama hatıraların huyudur acı da olsa tatlı da olsa hüzünlendiriyor insanı.
-Estağfurullah kızım. Gönül işte. Taş değil ya.
-Teyzem bütün bu yaşadıkların hadiselerin üstüne, evlatlarının her biri başka bir diyarlara gittiler. Şimdi bir özürlü kızınla baş başasın. Oğulların ve kızların maşallah Hizmet-i İmaniye ve Kur’an’iye davasının sadık hizmetçileri. Evlatlarına isnat edilen “Terör örgütü üyeliğiyle” ilgili siz de sorguya çektiler geçen günlerde. Onunla ilgili de bir şeyler duymak isterim sizden. Ne düşünüyorsunuz?
-Acı bir tebessüm ettikten sonra derin bir nefes alıp yavaş yavaş konuşmaya başladı.
-Kızım ben genç bir kız iken tanıdım Risale-i Nurları. O gündür bu gündür okuma yazmam olmamasına rağmen okuma yazma bilen birini yakaladım mı oturtur dizimin dibine “Hele şundan iki satır okuyuver bana” deyip ondan hep istifade ettim yıllarca. Nasipte nezarethaneye girmek de varmış bu uğurda Elhamdulillah.
-Kaç gün kaldın içerde?
-Üç gün kaldım kızım?
-Neyle suçladılar sizi
-Beni bir şeyle suçlamadılar. Hizmet hareketine ait müesseselerde çalışan oğullarımı, kızlarımı ve gelinlerimi bulamayınca hem şu an hala hizmet hareketinin arkasında duran insanlara gözdağı vermek, hem de evlatlarımı tehdit etmek için beni şantaj olarak kullanmak istediler.
-Oğulların ve kızların şimdi neredeler?
-Onlar zaten hep yurt dışındaki müesseselerde görev yapıyorlardı. Bu olaylarda patlak verince bir daha dönmediler.
-Özlüyor musun onları?
-Kız sen saçlarını yolduracaksın şimdi bana. Sen beni ağlatmaktan zevk mi alıyorsun. Özlenmez mi. Burnumda tütüyor torunlarım.
-Tamam tamam özür dilerim teyzem. Peki içerde sana neler sordular? Nasıl davrandılar.
-Ne olacak kızım. Hakaret, tehdit. Bir polis şefi vardı. “Bana bu kadar hâini doğurduğuna pişman mısın” demesin mi.
-Ee sen ne dedin peki
-Ben de cevaben kendisine babasının adını sordum. “Eğer bana babanın adını söylersen sana bildiğim her şeyi anlatacağım” dedim.
-Nasıl yani?
-Karıştırma kızım o anladı.
-Alemsin teyzem. Taşı gediğine koydun yani.
-Kızım normal bir insan evladı bunların yaptığını yapamaz. Seksen dört yaşında bir insan üç gün boyunca aç susuz günlük yarım ekmek, yarım litrelik su vererek soğuk ve beton zeminde bekletilir mi? Ben zaten ölümü özleyen birisiyim. Orada ölmeyi çok arzu ederdim nasip değilmiş. Ama orada öyle işkenceler ediyorlar ki, içeriden çığlık seslerini duyunca, gördüğü işkencelerden “Roma’yı bile ben yaktım” diyecek hale getirdiklerine şahit oldum insanların. Üstad Bediüzzaman “Türk’ün fıtratına zulüm yoktur” der. Düşünüyorum da; şimdi bizi kimlerin yönettiğini daha iyi anlıyorum.
-Teyzem Allah sizden razı olsun. Beni kırmadınız sorularım cevap verdiniz. Sizden ricam dualarına benim adımı da dahil eder misin?
-Kızım o mümkün değil. İsim isim dua edersem isim saymaktan Allah’tan isteyeceklerime sıra gelmez. Ama şimdi aç ellerini ben kısa bir dua edeyim sen âmin de. Belki eşref saatine denk gelir de senin hürmetine kabul olur duamız.
-Estağfurullah teyzem.
-Amin! Allah’ım İslama bayraktarlık yapmış milletimizin dirlik ve birliğini muhafaza eyle. Milletimizin dirlik ve birliğine kast edenleri, Milletimizin dirlik ve birliğini şahsi çıkar ve menfaatleri uğruna feda edenleri sana havale ediyoruz onların hakkından gel Allah’ım. Senin her şeye gücün yeter, Sen her şeye Kadirsin. Onların dirlik ve birliğini boz. Bölük börçük, paramparça ve kahr-u perişan et Allah’ım. Hizmeti imaniye ve Kur’an’iye davasına ve bu davaya gönül vermiş insanlara türlü entrika ve komplolarla zarar vermek isteyenlere fırsat verme. Evladı anne babasına, anne babayı evladına hasret bırakan hürriyetleri gasp edilmiş, mecburi hicrete zorlanmış kadını erkeğiyle kardeşlerimize necat nasip et. Onlara zarar vermek isteyenlere verdiğin mühleti sonlandır Allah’ım. Hele elebaşlarını, hele elebaşlarını; taraftarlarının nazarında da zelil ve rezil hale getir. Tiksinilecek hallere düşür Allah’ım. Bizleri de rızandan ayırma Allah’ım. Amin, Amin, Amin elfü elfi âmin.
Gönlüne yüreğine diline sağlık teyzem. Allah senden ebeden razı olsun…
Zeynep ZAHİDE