Yazın etkisini kaybetmeye, kışın ise kendisini hissettirmeye başladığı, güneşin bulutların arasında bir kaybolup, bir çıktığı bugünlerde üç yaşındaki kızımla güneşin sıcaklığını içimizde hissetmek için evimizin bahçesinde dolaşıyoruz. O, ne kadar koparma desek de kurumaya başlamış çimenlerin arasındaki küçük çiçekleri,
-Dady flowers flowers ( baba çiçek çiçek), diyerek kaşla göz arasında koparıp toplamaya çalışıyor.
Bahçede dolaşırken köşede kalmış pembe renkli gül dikkatini çekiyor ve bağırarak yarı Türkçe, yarı İngilizce,
-Dady dady (baba baba) açmış, açmış diyor. (Kızımla iki gün önce de dolaşırken gülün tomurcuk halini görmüş, koparmak istemiş ve ben de ona 'koparma o daha çok küçük, açacak' demiştim)
Onun anlamayacağını bilsem de onun heyecanına katılarak kendi ruh halimin etkisiyle;
'Bak ben sana dememiş miydim etrafı dikenlerle dolu olsa da, kış bütün şiddetiyle gelse de,gece kararabildiği kadar kararsa da güller, güneşin her gün doğması gibi bugüne kadar hep açtı ve açacak. Açmaya ve kokusunu etrafına yaymaya devam etti ve edecek bunu da kimsenin engellemeye gücü yetmeyecek' diyorum.
Sandalyede oturup güneşin sıcaklığından istifade ederken kızım;
-Dady this is for you ( baba bu senin için) diyerek o güzelim pembe gülü elime tutuşturuveriyor, bir taraftan onu kopardığı için kızasım gelse de kalbini kırmamak için susmayı tercih ediyorum.
O kendi oyununa devam ederken ben de elime tutuşturduğu pembe güle bakıyor, bakarken de hayal dünyamda onun etrafında seyahate başlıyorum.
İlk olarak kokusu gül kokusuyla özdeşleştirilen, kainat kendisi için yaratılan Cenabı Hakk'ın bir kutsi hadiste 'sen olmasaydın kainatı yaratmazdım' dediği Efendiler Efendisi Peygamber Efendimiz Hz Muhammed Mustafa (sas) aklıma geliyor.
Sonra birden Çağrı filminde kısmen anlatılan onun dönemi geliyor gözümün önüne.
Kızgın kumlara yatırılıp üzerine taş konan Hz Bilal'i, elleri kolları çaprazlama bağlanan Hazreti Sümeyye annemizi hatırlıyorum. Hazreti Yasir'i, Hazreti Habbab'ı, her türlü işkencelere rağmen dinlerinden dönmeyen ve doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen daha nice güzeller güzeli insanları hatırlıyorum.
Birden günümüze gelip bu sahabelerin hayatlarını kendilerine örnek alan ve dünyanın her yerinde sahip oldukları gül kokularını paylaşmaktan başka hiçbir gaye ve hedefi olmayan günümüzün Bilal'leri, Sümeyye'leri, Yasir'leri, Habbab'ları ve onlara yapılan akıl almaz işkenceler gözümün önüne geliyor.
Cami kürsülerinden Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Uhud Şehitlerini anlatırken destanlaştırdığı ve günümüze de yansıyan Peygamber Efendimiz'in (sas) Uhud şehitlerini ziyaretini anlattığı tabloyu hatırlıyorum.
O şöyle diyordu;
Peygamber Efendimiz (sas) mutad olduğu üzere Uhud Şehitlerinin kabirlerini ziyaret ederdi ama bu seferki ziyareti farklıydı. Dudaklarından kardeşlerime müstahakım onlara selam olsun sözleri dökülüvermişti, yanında bulunan sahabe efendilerimiz de hemen sormuşlardı.
Ya Resulallah, biz senin kardeşlerin değil miyiz demişlerdi, o da hayır sizler benim arkadaşlarımsınız, onlar henüz gelmediler, ahir zamanda gelecekler deyip ahir zamandan tablolar anlatmış ve o dönemde yaşayan insanlara kardeşlerim demiş onlara selam göndermiş ve onları müjdelemişti.
Bu tablo içinde bulunduğumuz ve her gün bizi derinden yaralayan bütün kardeşlerimizin maruz kaldığı sıkıntılar karşısında bizi buruk da olsa bir tebessüm ettiriyor.
Ben bu düşüncelerle hayal dünyamda seyahat ederken kızım; 'Baba eve gidelim' diyor.
Elinden tutup eve giderken elimdeki gülü ona veriyor ve ekliyorum.
-İstersen bu gülü annene ver o daha mutlu olur.