İster Türkiye'de olsun ister Dünya medyasında, AKP- Cemaat ilişkileri hakkında yazılan yazılarda durum değerlendirmesi yapıldıktan sonra, hemen önceki dostluklar gündeme geliyor.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin “her partiye aynı ölçüde yakınlığımız var, demokrasiye ve insan haklarına sahip çıktıkları sürece biz de partilere destek verdik” demesine rağmen AKP ile daha yakınlık ön plana çıkarılıyor.
Eski bir eğitimci olarak bu konuya yurt içi ve yurt dışı görevlerim sırasında karşılaştığım hadiseler perspektifinden farklı bir boyutta bakmaya çalışacağım.
Seksenli yılların ortalarında Türkiye'nin bir ilinde dershane öğretmenliği yapmaya başlamıştım. Tabii o yıllar öğrenci bulma konusunda çok zorlandığımız yıllardı. Rakiplerimiz tecrübeli ve güçlüydü, bizse yeni mezun genç bir ekip olmamız yanında bir de şucu'ların dershanesi diye isimlendiriliyorduk, yani baştan geride başlıyorduk.
Öğrenci bulmak için ilçe ilçe, kasaba kasaba, köy köy, dolaşıp oradaki okullara gidip deneme sınavları yapıyor, kendimizi anlatmaya çalışıyorduk ama bizlere takılan isimlerden dolayı hiç kimse bizimle aynı karede bulunmak istemiyordu. Bu yüzden gittiğimiz yerlerde okul müdürleriyle görüşmek, derdimizi anlatmak imkansız olduğu gibi bazı müdürler, müdür yardımcılarını görevlendiriyor bazıları da bir öğretmenle ayak üstü görüştürerek bizleri başlarından savmaya çalışıyorlardı.
Allah'ın izniyle öğretmen arkadaşlarımızın maddi bir beklentiye girmeden karın tokluğuna samimane büyük gayretleriyle, öğrencilerini en iyi şekilde yetiştirmeleriyle, üniversite sınavlarındaki başarılarıyla bunlar aşıldı. Ertesi yıllarda öğrenci yönünden sıkıntılar yaşanmadı.
Bunları şikayet ya da övünme adına anlatmıyorum. Türkiye'nin her tarafında benzer tablolar yaşanıyordu ve bugün yok edilmeye çalışılan eğitim destanı böyle yazılıyordu... Yoksa birilerinin ne istediler de vermedik ifadeleriyle değil.
Tabii ki bu yaptığımız sınavlar sonucunda şunu da görüyorduk ki bazı öğrenciler vardı ki başarı yolu açık fakat dershaneye gidebilecek imkanları yoktu. İşte tam bu noktada şu anda öğrenciler için burs topladığı veya burs verdiği için teröre destek verdi diye iftira atılıp zulme uğrayan fedakar hizmet gönüllüleri gibi o dönemde de burs bulan ya da ailesinin ihtiyaçlarından kesip burs veren hizmet gönüllüleri derdimizin dermanı oluyor, kendilerine durum anlatıldığında hiç çekinmeden yardıma koşuyor, o öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılıyorlardı.
Ders yılı sonunda öğrencilerimiz için ödül törenleri yada mezuniyet geceleri düzenliyorduk. Tabii ki bu programlara, bulunduğumuz ilin protokolünü de bin bir sıkıntıyla randevu alıp davet ediyorduk. Bazıları direkt gelemeyeceğim derken bazıları da geleceğiz deyip gelmiyordu veya yardımcı pozisyonunda insanları gönderiyordu. Programlarımızda genellikle protokol için ayırdığımız sıralar hep boş kalıyordu.
Yani bir çok devlet yetkilisi gelecek endişesiyle, bizimle aynı kareye girmek aynı ortamda bulunmak istemiyordu.
Hatta yurtdışında da bir keresinde yaptığımız güzel bir etkinliğe o ülkenin yetkilileri katılacaktı. Bizim yetkilileri de davet ettiğimde birisi bana aynen şöyle demişti:
-Hoca bak sizi biliyorum. Yaptığınız çalışmaları takdir ediyorum. Ülkemiz adına güzel şeyler yapıyorsunuz ama ben sizinle aynı karede olamam
Daha sonra AKP dönemi başladı ve bizim yaptığımız programlar ister yurt içinde, ister yurt dışında olsun bakan ve milletvekilleriyle doluyordu.
Yine yurt dışında yaptığımız bir programa Türkiye'den üst düzey bir devlet yetkilisi geleceğini söyleyince ülkemizin temsilcileri olan büyükelçisinden konsolosuna, ataşelerine varıncaya kadar herkes gelmişti. Biz çok şaşırmakla beraber o güne kadar görmediğimiz bütün devlet yetkililerimizi bir arada gürünce çok mutlu olmuştuk.
Bu davranışlar, bizi her partiye eşit mesafede olma, siyasete karışmama düsturumuza rağmen gayri ihtiyari AKP'ye karşı 'kısmen üvey evlat muamelesinden kurtulduğumuz için' daha sıcak bakmamıza sebep olmuştur diye düşünüyorum.
Ama bilemezdik ki onların bu geliş gidişlerinin yaptıkları konuşmaların arkasında başka planlarının olduğunu... (Hatta programlara katılan, güzel konuşmalar yapan üst düzey bir siyasetçi kendi ağzıyla itiraf etmişti “biz siyasilerin işi insanları ütmektir“ diye)
Çünkü biz aldatılabiliriz ama asla aldatmayız.