Yeni nesil derin devletin güncel sürümü: Siyah Transporterler

Tuğba Varol

Tuğba Varol

08 Tem 2019 15:32
  • Başbakan Ahmet Davutoğlu 2015 Seçimlerinden hemen önce AKP’nin seçimi kaybetmesi durumunda halkı, beyaz Torosların tekrar ortaya çıkması ile tehdit etti. Davutoğlu, 1990’lı yıllarda faili meçhullerin patlama yaptığı dönemde derin devletin adam kaçırmakta kullandığı beyaz Torosları kast ediyordu. Davutoğlu’lunun beyaz Toroslar tehdidi, 1 yıl geçmeden Siyah Transporterlar olarak kendini gösterdi. Yeni nesil derin devletin hedefinde bu sefer Hizmet Hareketi’ne yakın gördüğü kişiler vardı.

    2018 Yılı Şubat ayında kaçırılan kişilerden biri olan Özgür Kaya’nın yakını Nigar Kaya  "Onu götürdüler ama bizi de bizden götürdüler, yani yaşamıyoruz" şeklinde ifade ediyor duygularını. Zorla kaçırmalar, yalnızca kaybedilen kişinin haklarını değil aynı zamanda yakınlarının haklarını da ihlal eden bir insanlık suçu. Bu yüzden Uluslararası hukuk, sadece kaçırılanı değil, aileleri de suçun mağduru olarak kabul eder. Zorla kaybetme, akrabalara umut ve hayal kırıklığı arasında gidip gelen hislerle gerçek bir psikolojik işkence yaşatır. 

    2016 Yılında yeniden başlayan adam kaçırmalar ilerleyen zamanlarda artarak devam etti. Gökhan Türkmen, Özgür Kaya, Erkan Irmak, Mustafa Yılmaz ve Salim Zeybek, siyah Transporter’ların son kurbanları. Fotoğraf bu güne ait olmasına rağmen, 1990’ların beyaz Toros'lu günlerinin aynısı.  

    Aileler yakınlarından haber alabilmek için şikayetlerini yaparken kaçırılma anına ilişkin detayları, araç plakalarını, kamera görüntülerini bildirmelerinin üzerinden aylar geçmesine rağmen, şimdiye kadar somut herhangi bir adım atılmadı. Kayıpların nerede tutulduğu, yaşayıp yaşamadıkları henüz belli değil. İktidar, kaçırılan kişilerin yakınlarının adalet arayışlarına kulaklarını tıkıyor. Bu kişilerin nerede oldukları sorusunu yanıtsız bırakıyor. Bu yüzden etkili bir soruşturma yürütülmüyor. Resmi kurumların inkarı, suçun ayrılmaz bir parçası haline geldi. Kaçıran kişilerin kendilerini “polis” veya “MİT görevlisi” olarak tanıtmış olması, resmi kurumların olaya duyarsız kalmasını bir anlamda açıklıyor. İktidar yasal bir gözaltı prosedürü işletmeyerek kirlettiği insan hakları karnesi ile yüzleşmiyor. 

    Kaçırılan kişilerin, MİT’in işkence çiftliği olarak bilinen Özel Faaliyetler Başkanlığı’na götürüldüğü iddia ediliyor. Son yıllarda çiftliğe götürülen çok sayıda insanın anlattıklarından yola çıkılarak, bu insanlara işkence yapılarak olmayan suçlarının itirafçısı olmaları sağlanmak isteniyor. 

    Uluslararası insan hakları hukuku, bir kişinin devlet görevlileri tarafından zorla kaçırılıp, bu kişinin nerede olduğu ve durumunun nasıl olduğu hakkındaki soruların cevapsız bırakılması ve bu şekilde özgürlüğünden mahrum bırakılan kişilerin hukuki korumadan yoksun bırakılma halini “zorla kayıp etme” olarak tanımlıyor. Zorla kayıp etmede amaç muhalifleri sindirmek ve toplumu korkutmaktır. 

    Nazi Almanyası'ndaki “Gece ve Sis Kararnamesi” uygulamaları ve Stalin dönemi SSCB’sinde yaşanan kaçırmalar da aynı yöntemlerle yapıldı. Aynı yöntemin 1970’lerde Latin Amerika ve Asya diktatörlüklerinde, 1980 ve 90’larda Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde sistemin kendisine muhalif gördüğü kişilere uygulandığını görüyoruz. 

    Türkiye’nin adam kaçırmaktaki sabıkası epey kabarık. Zorla kaçırmalar, 12 Eylül darbesiyle birlikte başlamış, 1990’lı yıllarda OHAL ile sistemli hale gelmiştir. Siyah transporterlarla adam kaçırmalar ve alıkoymalar 1990’larda Olağanüstü Hal’in sıklıkla gözlemlenen sistematik insan hakları ihlallerinden biri haline geldi.  Zorla kayıp etme, devlet görevlileri ve bürokrasi ile doğrudan ilgili olduğundan, Türkiye bu konuda suçluları cezalandırmaya ayak diretiyor. Recep Tayyip Erdoğan da geçmiş yıllarda söylediği “bir bildiğimiz var ki imzalamıyoruz” sözleri ile konuya açıklık getirdi. 

    Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Tüzüğü'ne göre herhangi bir sivil nüfusa karşı yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak işlenen "zorla kayıp etme" insanlığa karşı işlenen suç niteliğindedir, bu suçlarda zaman aşımı yoktur.

    Birleşmiş Milletler Genel Kurulu “Zorla Kayıp Edilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Bildiri”yi 1992 yılında kabul etmiştir. Bildirinin bazı maddeleri şu şekilde:  

    “Madde 1- Zorlanmış ortadan kaybolma insanlığa karşı bir suçtur.  
    Zorla kayıp edilme, kişileri kanunun korumasının dışında bırakmakta ve hem kaybolan kişilere hem de ailelerine büyük acılar vermektedir. 

    Madde 2- Hiçbir devlet zorla kayıp edilmeyi uygulayamaz, izin veremez ya da hoş göremez. Devletler zorla kayıp edilmeleri önlemek ve ortadan kaldırmak için gerekli tüm araçları ulusal ve uluslararası düzeyde BM ile iş birliği halinde kullanırlar.

    Madde 3- Her devlet kendi egemenliği altında bulunan topraklarda zorla kayıp edilmeleri önleyecek ve ortadan kaldıracak etkin, yasal, idari, adli ve diğer tedbirleri alacaktır.
     
    “Herkesin Zorla Kayıp Edilmeye Karşı Korunmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme” de BM Genel Kurulu tarafından 2006 yılında kabul edilmiştir. Sözleşmeye göre: “Hiç kimse zorla kaybedilmeye maruz bırakılamaz. Fiili savaş durumu, savaş tehdidi, ülke içinde siyasal istikrarsızlık veya başka herhangi bir kamusal acil durum dahil olmak üzere, hangi istisnai koşullar söz konusu olursa olsun, bunlar zorla kaybedilme olayları için gerekçe olarak ileri sürülemez” 
     
    AİHM Jordan/İngiltere kararında(2001) bu tür soruşturmalarda uygulanacak usullere dair Jordan Prensipleri olarak anılacak bir karar almıştır. Yaşam hakkı söz konusu olduğunda soruşturma makamları, 1.Resen harekete geçmeli, 2)Bağımsız soruşturmacı olmalı, 3)Olayla ilgili tüm bilgi, belge, rapor ve tüm kanıtlar usulüne uygun toplanmalı,4)Hemen harekete geçilmeli ve makul bir hızla soruşturma ilerlemeli ve 5.Bu süreç,- soruşturma ve kovuşturma süreçleri- kamusal denetime açık olmalı.

    Hukuka aykırı şekilde özgürlüğünden yoksun bırakılan bu kişiler, serbest bırakılmadıkları veya tutuklanmadıklarına göre, halen hukuka aykırı bir şekilde gözetim altında sayılıyor. Bu yüzden failler, ilk günden bu tarihe kadar kesintisiz süren suç işlemekteler.  

    Kişileri bu şekilde kaybeden günümüz aktörleri, hak aramak isteyen ailelerin elinde hiçbir kanıt olmayacağını ve bu yüzden işledikleri suçların ortaya çıkarılamayacağını düşünüyor olabilirler. Böylece işlenen suçun cezalandırılmayacağını varsayarlar.  Fakat görgü tanıkları, kamera görüntüleri, tanık anlatımları başvurularına yanıt verilmeyerek örtbas etme girişimleri yanıldıklarını ortaya koyacağa benziyor. 

    Tuğba Varol
    Twitter: @avtugbavarol

    08 Tem 2019 15:32
    YAZARIN SON YAZILARI