Erdoğan Rejiminin Sindirme Yöntemi: İşkence

Tuğba Varol

Tuğba Varol

05 Tem 2019 11:12
  • Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çin ziyareti esnasında Çin’in Devlet Televizyonu’na verdiği röportajda Çin’in Şincan bölgesindeki Müslüman Uygur Türkleri’nin ülkenin refahı içinde mutlu bir yaşam sürdüğünü, hal böyle iken, Türk-Çin ilişkilerindeki uyumu kimsenin bozmasına izin vermeyeceğini ifade etti.

    Oysa daha bir kaç gün önce Berlin ve Washington yönetimleri, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde gerçekleşen kapalı oturumda Çin yönetimini, Uygurları temel insani haklarından yoksun bırakmakla suçladı. BBC tarafından yapılan haber ve görüntülerde de ‘mutluluk ve refah içinde yaşayan’ Uygurlardan ziyade hapishaneye benzer ortamlarda zorla tutulan insanlara dair kanıtlar sundu . 

    Yine BM ve insan hakları örgütleri tarafından yayınlanan bir çok rapor Pekin yönetiminin Uygur Türklerini herhangi bir suçlama yöneltmeden ve yargılamadan kamplarda zorla tuttuğunu, zorla Çin Cumhurbaşkanına bağlılık yemini ettirdiğini, kamplarda işkence yapıldığını, kamplardan sonra ise hayatta kalanların komünist yönetim tarafından yaptırılan fabrikalarda köle gibi ücretsiz olarak çalıştırıldığını ortaya koydu. 

    Bunu diyen sadece uluslararası toplum mu?  9 Şubat 2019 Tarihinde Türk Dış İşleri yaptığı açıklamada şöyle diyor: “Keyfi tutuklamalara maruz kalan bir milyondan fazla Uygur Türkünün toplama kamplarında ve hapishanelerde işkence ve siyasi beyin yıkamaya maruz bırakıldıkları artık bir sır değil. Kamplarda alıkonmayan Uygurlar da büyük baskı altında bulunmaktadır” 

    Aynı tarihlerde AKP Sözcüsü Ömer Çelik de “Uygur Türklerine yönelik keyfi tutuklamaların 1 milyondan fazla Uygur Türkü'nün toplama kamplarında ve hapishanelerde alıkonulması gibi eylemler hiçbir şekilde meşru bulunamaz.”  değerlendirmesini yapmıştı.

    George Orwell’in Okyanusya’sında eski söylem, yeni söylem ile çeliştiğinde gazeteler, kitaplar, süreli yayınlar, broşürler, posterler, filmler, ses bantları, karikatürler, fotoğraf ve belgelerin ilgili yerleri “bellek deliğinden” atılarak dev fırınlarda yakılıp imha edilir. Yerine yenileri basılarak arşivlerdeki yerine konur. Bu sayede geçmiş günü gününe, dakikası dakikasına güncellenir ve çelişkiler giderilir. Günün gereksinimleriyle çelişen kayıtlar da silinmiş olur. Böylece partinin ve liderin öngörülerinin ne denli doğru olduğu kanıtlanmış olur. Erdoğan ve arkadaşlarının zikzaklarını “güncellemek”  için devasa bir bellek deliğine ihtiyaç duyulduğu çok açık. 

    Peki ne oldu da Erdoğan bu sefer “toplama kampları” değil “mesleki eğitim merkezi” diye açıklama yapan Çin Yönetimi ile aynı karede yer aldı. Üstelik Türklük ve Müslümanlık üzerinden siyasetle yürütmesine rağmen. 

    “Tencere dibin kara seninki benden kara.”

    Erdoğan’ın, Türkiye’de kendi emrindeki MİT  ve polisler tarafından yapılan işkenceye karşı da aynı tavrı sergilediğini görüyoruz. Erdoğan yakın tarihte Saray’ın gösterişli salonlarının birinde Yargı Reformu Stratejisinin tanıtımını yaparken “Türkiye işkence ve kötü muameleye sıfır tolerans anlayışını benimsemiş bir ülkedir. Geçmişte hep tartışılan sistematik işkence, kötü muamele geride kalmıştır.” ifadelerini kullandı. 

    Erdoğan’ın Çin yönetimi tarafından organize edilen işkenceyi yok sayan açıklamaları gerçeğe aykırı olduğu gibi, Türkiye hakkında söylediği sözler de inandırıcılıktan uzaktı. 

    Erdoğan rejimi 15 Temmuz sonrası Anayasa’yı fiilen lağvedip, insan haklarını ayaklar altına aldı. OHAL ile işkencecilere koruma zırhı getirilmesi, gözaltı süresinin 30 güne çıkarılması, savunmanın yok edilmesi devlet görevlileri tarafından yapılan işkencenin Türkiye’nin her tarafına yayılmasını tetikledi. Gözaltına alınan kişilerin işkence ile itirafçı olmasını sağlayanlar, siyasi irade tarafından ödüllendirildi. İşkence iddiaları havada uçuşmasına rağmen, emniyet ve savcılık bu iddialara kulak tıkadı. Yapılan şikayetler hakkında takipsizlik kararları vererek örtbas etti. 

    Bunun üzerine Birleşmiş Milletler İşkence ve Kötü Muameleye Karşı Özel Raportörü Nils Melzer Adli Tıp uzmanları ile birlikte Türkiye’nin değişik illerinde inceleme yapıp,  yapılan işkenceleri raporlaştırdı. Raporda işkence örnekleri sıralanarak, hükumetin işkenceyi inkar eden söylemleri ile pratikteki uygulamanın taban tabana zıt olduğu ifade edildi.  

    Bunun yanında, çok sayıda insan hakkı örgütü ve baroların raporları şu işkence yöntemlerini tespit etti: Türkiye genelinde tekme, yumruk, şiddetli dayak, falaka, nesnelerle darbe, tehdit, sözlü taciz, çıplak bırakmak, tecavüz, uykusuz bırakma, göz kapaklarını bir kaç gün açık bırakma. 

    Polisin delilleri karartması, işkenceye uğrayanların hakim huzurundaki ifadelerinin zapta geçirilmemesi, mağdurların savcılığa verdiği dilekçelerin takipsizlikle sonuçlanması  işkencecilere fiili dokunulmazlık sağladı.  

    Hukuk güvenliğinden hızla uzaklaşan Erdoğan’ın 15 Temmuz rejimi, işkence ile mücadele edip, işkencecileri cezalandırmak bir yana, işkenceyi artık bir ikna yöntemi ve “suçu zorla itiraf ettirme” aracı olarak kullanmakta. 

    Hedefledikleri kişi aleyhinde delil bulamayınca, suçu itiraf ettirmek için her yolu meşru gören Erdoğan’ın tetikçileri, polis merkezlerinde ve cezaevinde çok sayıda insanın işkence ile ölümüne sebep oldular. Polis merkezi ve cezaevlerinde ölen/öldürülen insanların acısı, anaların ve evlatların bağrını yakmakta. Bu ölümler yandaş medyaya gönderilen iki satır intihar süslü açıklamalarla geçiştirildi. Polisler delilleri kararttı, savcılıklar cinayetleri örtbas etti. 

    Üniversite öğrencisi bir kızın gözaltına alındığı esnada polis tarafından el ile tacize uğradığı görüntü hala hafızalarda. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun tacizci polisi açığa almak yerine “evladım” diyerek sahip çıktığı, üstüne bir de taciz mağdurunu tehdit etmesi, işkence ve tacizin neden önlenemediğini göstermesi bakımından önemli.   

    MİT tarafından kaçırılan insanlardan aylardır haber alınamıyor. Bu insanların ailelerinin resmi makamlara yaptığı başvurular ve yetkililere sorduğu sorular muhatap alınıp cevap dahi verilmiyor.  

    Emniyet güçleri Halfeti’de gözaltındaki kişilere elektrik veriyor, dayakla alınlarında açtıkları yarayı zımba ile kapatıyorlar. Gözaltındaki kadınlara saatlerce cinsel tacizde bulunuluyor.  

    Dışişleri Bakanlığı bürokratları Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltında iken ters kelepçe ile yerlerde sürükleniyor, kafalarına coplarla vuruluyor, cinsel tacize uğruyorlar. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

    Peki işkenceciler bu cesareti nereden alıyor? İşkence, bir soruşturma yöntemi olarak nasıl yaygınlaştırıldı?

    Recep Tayyip Erdoğan’ın OHAL’in ilk zamanlarında sarf ettiği  “Önce bu hainlerin kafasını kopartacağız” sözleri  işkencelere ilham kaynağı oldu.

    Akabinde peş peşe çıkarılan OHAL KHK’larıyla insan hak ve özgürlükleri askıya alınarak kuralsızlık kural haline getirildi. Özellikle “işkence edenlere dokunulmazlık” zırhı getiren KHK hükmünün, tereddüt gösteren işkencecileri rahatlatmaya yönelik olduğu sır değil.   

    Adı derin devletle, işkence ve cinayetlerle anılan Mehmet Ağar’ın polis içindeki gücü herkesçe bilinir. Ağar yeniden ortaya çıkıp, AKP’ye açık destek verdi. Ağar’ın evladı gibi sevdiği Soylu  İç İşleri Bakanı yapıldı.

    Menzil tarikatının köylerde dahi listeler oluşturup Emniyette hızla adam yerleştirdiği artık herkes tarafından bilinmekte. İskenderpaşa tarikatı üyelerinin adliyelerdeki başsavcılıklara getirildiği, sulh ceza hakimlerinin, terör savcılıklarının neredeyse tamamının bu tarikat üyeleri ile doldurulduğu bilinen başka bir gerçek. Her iki tarikat da Erdoğan’ın arkasını kollayıp, gerektiğinde tetikçilik yapmayı görev edindiler. Erdoğan’a destekte “gözünü budaktan sakınmayan” Menzil tarikatı ve İskenderpaşa tarikatı üyelerinin bu örgütlenmeleri de işkencenin yaygınlaşmasının önemli bir etkeni.  

    2014 Yılında MİT’e yurt dışında operasyon yapma yetkisi veren düzenleme de işkencenin artmasındaki saiklerden biri olarak sayılabilir. Bu günlerde hukukun üstünlüğü, insan hakları, özgürlükler gibi konularda güya eleştiri yapan bir çok siyasi aktörün MİT kanunu değişikliği gibi Anayasa’ya aykırı bir çok düzenlemeye geçmişte tereddüt etmeden imza attıklarını görüyoruz. 

    Demokrasinin sağlıklı işlediği ve hukuk kurallarının geçerli olduğu bir ülkede bu skandallarla ülke yer yerinden oynar, medya uzun uzun bu olaylardan bahseder, halk sokağa dökülüp yetkilileri istifaya zorlardı. Türkiye ise uzun bir süredir Tayyip Erdoğan  ve ortaklarının çarpık ahlak ve hukuk anlayışına teslim olmuş durumda. 

    Sulh Ceza Hakimlikleri projesi adaletin yok edilmesinin önemli basamaklarından birini oluşturdu. Bu hakimliklere “Uzun adam sevici” İskender paşa üyeleri dolduruldu.  

    Anayasa Mahkemesi’nin, Gülen mensuplarına ait başvuruları, dilekçeler bile okunmadan şablon formlarla reddettiği artık bilinen bir gerçek. Bu hali ile Türk yargısının işkenceleri ve kötü muameleleri önleme ve işkencecileri cezalandırma konusunda umut vadetmediği ortada.  

    Peki hamile kadın, yaşlı demeden suçsuz insanları inancından dolayı hapse dolduran, yakalayamadıkları kişilerin aile fertlerini rehin alan, adeta insanları bezdirip nehirlerden yurt dışına kaçmaya zorlayan işkencecilerin yaptıkları, yanlarına kar mı kalacak? 

    Elbette hayır...! 

    İşkence suçlarında zamanaşımı yoktur ve işkencecilere koruma zırhı getiren uydurma KHK düzenlemeleri de geçerli değildir. Ulusal merciler mağduriyetin giderilmesinde umut vaad etmiyorsa, işkencenin önlenmesi için uluslararası merciler ve başka ülke mahkemeleri de yetki kazanabilir. Kaldı ki, uluslararası mercilere yapılan başvurular netice vermeye başladı. Uluslararası mercilere yapılan başvurular günden güne artacağa benziyor. Kartopu gibi...

    Önümüzdeki günlerin, Türkiye’deki işkencelerin ve işkencecilerin daha çok gündeme geleceği günler olacağı çok açık. Adalet topaldır, ağır ağır yürür fakat eninde sonunda varması gereken yere ulaşır. 

    Tuğba Varol / Hukukçu
    Twitter: @avtugbavarol

    05 Tem 2019 11:12
    YAZARIN SON YAZILARI