O gün de akşam olmak üzereydi.
Balkonun hemen karşısındaki ağaç, yapraklarını hepten dökmüş, dallar bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştı. Yaşanan sonbahardı, gelense kış. Soğuğa, kara, tipiye, dona hazırlıklı olmak gerekirdi.
Aylar boyunca yapraklarının arasına doluşan kuşlarla şen şakrak, yeşil fistanıyla capcanlı duran ağaç şimdi ölü gibiydi.. veya ölmek üzere gibiydi.
Kışın ölürmüş ya kimi ağaçlar.. çekilen suyu köklerine inermiş ya bazılarının.. cemrelerin ineceği ana kadar adeta ölüm uykusuna dalarlarmış ya.. işte o ağaç da derin bir uykuya hazırlanmış gibi.
Hiç hayat belirtisi yoktu uzaktan bakınca.
Arada bir, çıplak dallarına bir serçe konuyor, kısa bir soluklanmanın ardından hemen uçuyordu., Bir serçe, soğuk Kasım rüzgarlarının estiği günlerde saçaklar dururken, neden konardı ki oraya?
Şaşkınlıktan mı?
İhtiyaçtan mı?
Yoksa vefadan mı?
Bilinmez.
Pencereden dışarıya mahzun mahzun bakarken yüreğinin yalnızlığına bir kat daha eklendi.
Sahi, yüreğindeki o yara misali kabarıklık, daha ne kadar büyüyecekti?
Namazın ardından tembellik etmiş ve epey bir süre uyumuştu. Vakit öğleye koşarken zorla uyanmış ve çay suyu koymuştu ocağa.
Balkon kapısını açtı. İçeriye temiz hava dolsundu.
Sırtının ağrısını dindirebilmek için uzun zamandır ihmal ettiği spor hareketlerinden bir ikisini yaptı.
Kollarını kapının iki kanadına dayadı. Derin derin soluk alıp verdi bir süre.
Ne kadar zor günlerdi.
Geride bıraktıklarını düşündü. Kariyerini, çok sevdiği mesleğini, çalıştığı işyerini, arkadaşlarını, sevdiklerini, annesinin kabrini ve ailesini..
Zor günlerdi.
Eskiden sahip olduğu imkânların şimdi ancak onda birine, belki daha da azına sahipti.
Ama şükretti yine de.
Hapishanelere doldurulanlara..
tek kişilik hücrelere konulup oralarda unutulanlara..
işkence görenlere..
işkencelerden dolayı vefat edenlere..
bebeğini emzirmesine bile izin verilmediği için biriken sütünü lavaboya sağmak zorunda kalan yüreği parçalanmış yiğit analara..
anası babası hapse atıldığı için yapayalnız kalan masum çocuklara..
işini kaybettiği ve çalışmasına da izin verilmediği için yiyecek ekmek bulmakta zorluk çeken temiz gönüllere..
Meriç’te, Ege’de boğularak şehadete eren Hizmet erlerine..
gözlerinin önünden geçen bu acılara bakıp, haline şükretti.
Geride kalan 15 ayda, ağlamadığı gün çok azdı.. gözlerinin önünden geçenler yüzünden bir kere daha gözleri doldu. Yavrularını hatırladı.
Ne kadar özlemişti onlara sarılmayı, koklamayı, sırtına alıp onlara eşeklik yapmayı, boğuşmayı, beraber sinemaya gidip mısır patlağı yemeyi..
Kuşlar için balkona koyduğu cam kâsede su azalmıştı. Ona takıldı dolu gözleri. Mutfağa geçip bir kaba su doldurdu.. getirdi kaseye boşalttı. Hem ekmek kırıntıları da tükenmişti. “Kahvaltıdan sonra onların payını da koyarım” diye geçirdi aklından.
Çay suyu kaynamıştı..
Vakit ne çabuk geçmişti. Bir sürü haber okumuş, yazı okumuş, notlar almıştı. Bir de şu ana kadar kendilerine hiç yalan söylemeyen, dosdoğru yaşamış, anne baba sevgisini, Hz Muhammed (S.A.V.) sevgisini ve Allah (C.C.) sevgisini kendisinden öğrendiği, kendilerine hep Kuran ve Sünnet çizgisinde bir ufuk çizen Hocaefendi’nin o haftaki sohbetini dinlemişti.
“Daha çok gayret göstermek gerek” diye düşündü.. ama eski günleri yoktu artık. Kendi zor ayakta duruyordu. Daha çok çalışmalı ve başkalarına faydalı olmalıydı.. ama nasıl?
Acıktığını hissetti.
Yemek yapacaktı.
Mutfağa girdi. Girdi ama orada durdu öylece. Tezgâha, ocağa bakıyordu. Ne yapsam, ne pişirsem diye değil.. yalnızlığı, çaresizliği geldi aklına ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Salonda sürekli serili duran seccadesine attı kendini, koydu alnını secdeye ve ağlamalarına dualarını ortak etti. Dakikalarca hem ağladı hem dua etti.
Yüreği sıkışıyordu…
“Lütfun da hoş Allah’ım, kahrın da hoş Allah’ım.. N’olur bizi razı olduğun kullarından eyle.. n’olur bizi hoşnut olduğun kullarından eyle.. ama n’olur çekilen sıkıntılar, maruz kalınan zulümler, işkenceler, dökülen gözyaşları hürmetine, can veren masumlar hürmetine, dindir acılarımızı, dindir acılarımızı..” diye dua ediyordu.
Ağlamak, biraz olsun rahatlatmıştı. Doğruldu kapaklandığı yerden.
Namaz vakti girmek üzereydi.
Ezana da hasret kalmıştı.
Bilgisayarından bir akşam ezanı hazırladı.
Gitti, abdestini tazeledi. Salona döndü.
Vakit tamam olmuştu.
Açtı ezanı. Sonuna kadar dinledi, karşıdaki ağaca baka baka.
Biraz sesini açsa, ezanı duyursaydı gürül gürül etrafa ne güzel olurdu.. ama; “o da olur bir gün inşallah” dedi.
Kamet getirmeye başlamıştı ki telefonu çaldı.
Arayan 4-5 ay önce tanıştığı çok dindar bir Amerikalıydı. Hemen her karşılaştıklarında sohbet hep din ve dinin kurallarını yaşama üzerine oluyordu.
İngilizcesinin çok iyi olmadığını bildiği için, muhatabı telefonda tane tane konuşuyordu.
Selam verdi.
Nasıl olduğunu sordu.
Yine gözleri doldu, sesi titredi.
Kısa bir süre önce tanışıp, sadece haftada bir kere görüşüp ayaküstü sohbetler ederek birbirlerine ısındıkları bir gayrimüslim halini hatırını soruyordu.
“Elhamdülillah Yusuf abi.. iyiyim..” dedi.
Kendisinden 6-7 yaş büyük olan adamın adı Joseph idi. Kendisine Kuran’dan Hz Yusuf’un kıssasını anlattığı bir gün, “Adınızın bizdeki karşılığı Yusuf. Bizim kültürümüzde, bizden yaşça büyük olanlara da saygı ifadesi olarak abi denilir. Bu yüzden Size bundan sonra Yusuf Abi demek istiyorum” demişti.
Bu teklifi tebessüm ederek kabul eden Joseph da aynı kıssanın İncil’de yer alan şeklini anlatmış ve “Yani kaynağımız aynı” karşılığını vermişti.
Joseph, muhatabının sesinin titremesini mutlaka hissetmişti, tecrübeliydi şu yalan dünyada.. ama ona hiç değinmeden konuşmaya başladı.
“Eşimle beraberiz. Seni ve aylardır ayrı kaldığın aileni konuşuyorduk. Beraber dua etmeye karar verdik ve hem Senin için, hem ailen için hem de Sizin durumunuzda olan diğer arkadaşlarınız için dua ettik. Allah, size çok güzel günler yaşatacak. Dayanın. Allah’ın yolunda olanların başına hep bu tür şeyler gelmiş. Onlar sabretmişler. İsa’nın (a.s) ve havarilerinin başlarına gelenleri, Muhammed (sav) peygamber ve arkadaşlarının başlarına gelenleri düşünün ve sabredin. Bir ihtiyacın olursa lütfen hiç aramaktan çekinme. Biz, Sizin için dua etmeye devam edeceğiz. God bless you and your family and all your friends. (Allah, Seni, aileni ve arkadaşlarını korusun) Üzülme arkadaşım. Sadece bunları söylemek için aradım.”
İyi akşamlar dileyerek kapattı Joseph telefonu. Şaşkınlık içindeki muhatabı ise ağlamaya başlamıştı. Yine hüngür hüngür ağlıyordu. En yakın akrabalarının dahi arayıp sormadığı, unuttuğu, ötekileştirdiği bir dünyada, Hıristiyan bir aile kendileri için dertleniyor ve dua ediyordu…
Hem geçici ölüm uykusuna dalan ağaca bakıyor hem kamet getiriyordu.
İyice kabarmış yüreği, pınarları ceyhûn olan gözleriyle, ağlaya ağlaya akşam namazı için Huzur-u İlâhi’ye yöneldi.
Taşkın Deryadil
12.Aralık.2017
twitter.com/taskinderyadil