Hiç böyle içten ağlamamıştık.
Evvel ağladıklarımız ağlamak sayılmazmış.
Temmuz ortasında esen poyraz savurdu hepimizi.
O günden beri ne çok eksildik ne çok ezildik.
Kaç parçaya bölündük.
İçeride mahpus, dışarıda mahzun.
Her haneye aynı kelimeler düştü.
Mağdur, mahpus, mazlum…
Elemden yana yok kimsenin farkı.
Dolu dizgin koşarken sevinçti bölüştüğümüz.
Gayrı hüznü katık ediyoruz her öğün.
Kimimiz zindanda, kimimiz gurbette.
Ne çok ağladık kuytu köşelerde.
Asrın muzdaribi ‘Hey Gidi Günler’ diyordu kürsüde.
O gün anlattığı adanmışlıkların eşiğinde…
Zaman dondu ve karanlık avludan geçtik.
Bu günlerden geçmek alın yazımızmış
‘Hey gidi günler’e erilmezmiş yola çıkmadan.
Kürsüden yükselen gür sâdâ,
Şadırvan’dan avluya taşan hıçkırıklar,
Meğer bugünlere hazırlık içinmiş.
Sol yanımızda o ince sızı.
Yazıp da postaya veremediğimiz
Bilmem kaçıncı mektup.
Siz zindanda, biz gurbette
Yalnız…
En çok da çocuklar ve analar yaralı.
Yaşamaksa, evet hayattayız.
Uzak diyarlara düştük düşeli kelimeler nemli.
Razıyız Hüda’dan gelene.
Hüznümüzü ve çaresizliğimizi kuşandık,
Kapısında bekliyoruz ellerimizden tutacağı ümidiyle
Katlanıyoruz acı sağanağına.
Bu bayram…
Elli iki bin defa daha buruk.
Kimimiz sürgün, kimimiz mahpus…
Anaların elleri boşlukta, babalar gözyaşlarını içinde saklar.
Sözlerimiz birikti, hasretlerimiz dağı aştı.
Bu bayram…
Elli iki bin kere daha yalnızız.
Yazıp da postaya veremediğimiz
Bilmem kaçıncı mektup.
Gecenin zülüflerinde yeşeren hatıralar da olmasa.
Kimimiz gurbette, kimimiz zindanda
Bu bayram…
Elli iki bin defa eksik,
Bir o kadar acı
Bu bayram…
Tarık Ziya