Hocaefendi’nin Risale-i Nur’lara Vurulması
Fethullah Gülen Hocaefendi, Erzurum'da okuduğu sırada, halini tavrını beğendiği ve zaman zaman gidip görüşmek istediği terzi Mehmet Şergil hakkında Murat Paşa Camii İmamı'ndan bazı olumsuz şeyler duymuştu.
İmam demişti ki:
- Bunlar Nurcu, bunlar Kur’an okumazlar. Onun yerine Said-i Kürdi'nin eserlerini okurlar.
Hocaefendi, bu sözler üzerine çok rahatsız olmuştu. Bir yerde denk getirip Mehmet Şergil'e; 'Neden Kur’an okumayıp başka kitapları onun yerine koyduklarını' sormayı kafasına koymuştu. Çünkü, Hocaefendi daima Kur’an ve Sünnet'in esas alındığı bir muhitte yetişmiş, sonsuz bir aşkla Kur’an'a bağlanmıştı. Ona göre Kur’an okumamak en büyük cürümdü. Bu yanlış yönlendirmeyle, Şergil’e gidip bunu sormayı düşünüyordu. Mehmet Şergil ise onu çok beğeniyor, gece gündüz 'Ya Rabbi, şu gence Risaleleri tanımayı nasip et!' diye dua ediyordu.
İşte, Hocaefendi’nin Ramazan’da vaazlar için Erzurum’un dışına çıkması, alttan alta devam eden bu iki zıt tavrın, olumlu bir yönde gelişmesine vesile oldu. Hocaefendi, Artova'daydı. Caminin avlusunda sohbet ediyorlardı. Başında fötr şapkası olan bir zat, söz Türkiye'nin istikbali konusuna gelince şöyle diyordu:
- Türkiye bu bölgenin lideri olabilecek durumda. Gençler Said Nursi'nin etrafında kümeleniyor. Müslümanların makus talihi değişecek! Bizim aradıklarımız bundaymış.
Hocaefendi, bu sözler karşısında hayret etti. Fötr şapkalı adam, bugüne kadar Said Nursi hakkında duyduğu şeylerin tam aksini söylüyordu. Kendi kendine: 'Demek bana kötülenen bu şahıs İslam adına çalışan büyük bir zat. Demek ki bana yanlış şeyler söylemişler.' diye düşündü. Yanındakilere dönüp sordu:
- Said Nursi'nin kitaplarını okudunuz mu?
- Hayır! Cevabı aldı.
Yine sordu:
- Ben size onun kitaplarını getirsem okur musunuz?
Orada bulunan kişiler okuyacaklarını söylediler. Hocaefendi, o ana kadar hakkında olumsuz düşüncelere sahip olduğu Mehmet Şergil'e hemen bir mektup yazdı ve kendisine Bediüzzaman’ın kitaplarını göndermesini istedi. Mehmet Şergil bir koli kitap gönderdi. Hocaefendi, aldığı kitapları hemen dağıtmadı. Kendisinin hiç okumadığı ve içinde ne gibi fikirler olduğunu bilmediği kitapları halka dağıtmanın doğru olmayacağını düşündü. Bir iki kitabı hemen okudu. Risaleler kendisini çok etkiledi. Bu kitaplar mutlaka okunmalı ve okutulmalıydı.
Fethullah Gülen Hocaefendi, Bediüzzaman’ın eserleriyle ilk defa bu şekilde tanışmıştı. Erzurum'a döner dönmez, Bediüzzaman Said Nursi'nin kitaplarını babasına da tanıttı. Ramiz Hoca’ya okuması için Asa-yı Musa Risalesini veren Hocaefendi, onun bu mevzudaki yorumunu şöyle anlatır:
“İman ve Kur’an hakikatleri mevzuunda ben yarım adım önde tanıma şerefine ermiştim. O, yarım adımı aştığı gibi beş adım da öne geçti. Çok kuvvetli bir hafızası vardı. Birkaç gün sonra görüştüğümüzde ‘İktisat Risalesi’ni adeta ezbere okuyordu. O yıllarda Asa-yı Musa’nın içinde ‘İktisat Risalesi’ vardı. Sonra bana aynen şöyle dedi:
‘Eyvah! Biz şimdiye kadar şu yol, bu yol derken boşuna gezmişiz, meğer yol bu imiş.’
Böyle diyerek büyüklüğünü ortaya koyup hem çocuğu hem de talebesi konumunda olan biri vasıtasıyla tanıdığı Nurlara talebeliği kabul ediyordu. Bu kabullenme oldukça zor bir hadiseydi. İşte bunun için ben babamı hep takdirle yad ederim.”
Ramiz Efendi’nin bu sözleri Hocaefendi’nin neredeyse gelecek hayatına ait bir beşaret gibiydi. Hocaefendi, sahabenin temsil ettiği duru İslam'la Risalelerdeki fikir ve düşüncelerin sentezini yaptı. Bu düşünceleri vaazlarına ayrı bir renk, yepyeni bir boyut kattı.
Ramiz Hoca’nın Alvar Köyü’nden ayrılması
Alvar İmamı’nın vefatından sonra köyde imamlık konusunda bazı anlaşmazlıklar çıktı. Ramiz Hoca, kendisinin hazmedilememesi üzerine Alvar’ı terk ederek Ortuzu (Uzunyayla) Köyü’ne gitti.
Hocaefendi, bu hadiseyi şu şekilde anlatıyor:
“Alvar İmamı'nın hatıralarıyla süslü o beldeden babamın ayrılışı benim çok ağırıma gitti. Babam bir kere imam olmuştu. Yeniden köye dönmesi, rençberlikle uğraşması uygun olmazdı. Mecburen Ortuzu diye bir küçük köye gitti ve orada imamlık yaptı. Daha sonra da Erzurum'a yerleşti. Babamın irdelenmesini, yadırganmasını, hazmedilememesini içimden atamadım. Halbuki babamı Alvar'da herkes severdi.
Seyfeddin Efendi'nin bacanağı Hamid Ağa -ki bu köyün ileri gelen zenginlerindendi. Gırtlak kanserine yakalanmış ve gırtlağı delinmişti. Gırtlağında gümüşten bir boru vardı. Elini oraya koymazsa konuşamazdı. Çok olgun bir insandı- bir gün köyün içinden bir imam göç halinde geçerken birdenbire ağlamaya başlıyor. Babam da ‘Ağabey niçin ağladın?’ diyor. O da ‘Ramiz Efendi, senin bir gün böyle bir şeye maruz kalacağın gözümün önünde tüllendi’ cevabını veriyor. Babam, her zaman bu keramet ehli insanı hasret dolu hisle anardı.”
Babam bütün bütün köyden alakasını kesmişti. Fazla imkanları da kalmamıştı. O kadar çocuğun içinde bana bir ekmek parasını ancak verebiliyordu. Ve ben onu harçlık olarak kullanıyordum. Çok sıkıntılı günler geçirdim..”
Hocaefendi’nin Risale-i Nur’lara Vurulması
Fethullah Gülen Hocaefendi, Erzurum'da talebelik yaptığı yıllarda Bediüzzaman'ın yanından gelen Muzaffer Arslan'ın sohbetlerine katıldı ve risaleleri yakından tanıdı. Risaleler’le birlikte Bediüzzaman’ın yanında bulunmuş olan Muzaffer Arslan'ın bir sahabe hayatı yaşaması, sadeliği ve samimiyeti, kendisini adeta çarpmıştı. Ve sonraki günlerde bu sohbetlere katılmaya zevkle devam etti.
“Kırkıncı Hoca, bana, Selahattin ve Hatem'e, ‘Bediüzzaman Hazretleri’nin yanından birisi gelmiş, akşam sohbet yapacak, oraya gidelim' dedi. Teklifini hemen kabul ettik. Çünkü, Bediüzzaman'ın yanında bulunmuş bir insanı ilk defa görecektik. Bu da bizim için çok cazip ve orijinal bir hadiseydi.
Mehmet Şergil'in terzi dükkânına geldik. Burası, iki kilimden biraz daha genişçeydi. İlk gece veya ikinci gece orada bulunanlardan aklımda kalan isimlerden bazıları, Mehmet Şevket Eygi, Esat Keşafoğlu ve Osman Demirci'dir. Şevket Eygi, yedek subaylık yapıyordu. Esad Keşafoğlu ise o sırada üsteğmendi. Bediüzzaman Hazretleri, Muzaffer Arslan'a 'şark'ı bir dolaş gel' demiş o da Sivas, Erzincan ve Erzurum'u dolaşmaya gelmişti. 15 gün kadar Erzurum'da kaldı. İlk gece Hücumat-ı Sitte okundu. Ertesi gün Beşinci Şua'dan ders yapıldı. Bizimle gelen mollalardan bazıları, oradaki tevillere itiraz ettiler ve bir daha gelmediler. Fakat anlatılanlar beni iyice sarmıştı. Bilhassa Muzaffer Arslan'ın bir sahabe hayatı yaşaması, sadeliği ve samimiyeti bana çok tesir etti. Ben zaten sahabe aşığı bir insandım. Onu görünce, işte aradığım insanları buldum, dedim ve bir daha da ayrılmayı düşünmedim.
Muzaffer Arslan'ın pantolonunun iki dizi de yamalıydı. Ceketi de işte ona göreydi. Tabii ki bu sadelik bana apayrı duygular ilham ediyordu. Ayrıca ibadette derinlik vardı. Namaz kılışları, dua edişleri bana bambaşka görünmüştü. Derse gelip gidenlerden Çiğdem Bakkal’ının sahibi bir Zeki Efendi vardı. Onun dua edişi de çok hoşuma giderdi. Yürekten dua etmesine bayılırdım.
Osman Hoca olsun, Sadi Efendi olsun, beni vazgeçirmek için çok uğraştılar. Bilhassa Osman Bektaş Hoca'nın gözde talebesiydim ve ilmine de itimadım vardı. Ancak Risaleler aleyhine konuştuğu şeyler bana hiç tesir etmemişti. Çok iyi sardırmıştım. Muzaffer Arslan orada bulunduğu müddet içinde her gün geldim. Zaten uğurlamak için tren istasyonuna beş kişi gelmiştik. Mehmed Şergil, Zeki Efendi, Kırkıncı Hoca, Hatem ve bir de ben.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum; fakat kısa bir müddet zannediyorum. Üstad'tan Erzurum'a bir mektup geldi. Mektup kime hitaben yazılmıştı? Üstad bu mektubu kime dikte ettirmişti? hatırlamıyorum. Fakat selam gönderdiği isimler vardı. Sonunda da Fethullah ile Hatem'e de selam deniyordu. Ben adımın zikredildiğini duyunca ayaklarım yerden kesildi zannettim; o kadar sevinmiştim. Hayatımda o derece sevindiğim çok az vakidir. Şimdi o mektup nerdedir, kimdedir, onu da bilmiyorum. Ancak bu bana yetmişti. Sohbetlere gitmeyi bir daha terk etmedim.
Bizim oralarda (Erzurum'da) 1001 hatim okunur. Yapılan her hatim için bir dua; bir de umum için bir dua yapılır. O sene yapılacak umumi dua Regaib Kandili'ne denk geldi. Hazırlandık ve Lala Paşa Camii’ne gittik. O gecelerde camide yer bulmak da zordur. Herkes birbirinin sırtına secde eder; cami bu kadar kalabalık olur.
Ben caminin Hünkâr Mahviline çıktım. Namazdan sonra, içime bir arzu, bir iştiyak ve bir ateş düştü ki tarifi mümkün değil. Yana yakıla yalvarıyorum:
"Allah'ım! Bahtına düştüm, beni de bu arkadaşların arasına kat. Onlardan biri olayım. Bu hizmetle bütünleşeyim. Dıştan gelip giden insan olmayayım. Kendimi bu hizmete vakfedeyim.."
O gün sabaha kadar yalvardım. Hayatımda böyle bir hal içinde duaya ya bir ya da iki kere muvaffak olabilmişimdir. Çığlık oldum inledim, sabaha kadar gözyaşı döktüm. O gün sadece Rabbimden bunu istedim..
Sabah namazından önce Sadık Efendi vaaz verdi. O da çok hissî vaaz vermişti; ekseriyetle de öyle verirdi. Efendimiz, der dudağını yalardı. Öyle bir peygamber aşığı insandı. Onun vaazı da bana çok dokundu. Vaaz süresince de hep ağladım. Yırtınırcasına yine aynı duayı yaptım. Hatim duasından sonra da camiden çıktım.
Tam caminin önünde Hatem Hoca beni arıyordu. Görünce koşarak yanıma geldi. "Bu gece rüyamda Üstad'ı gördüm. Sana "Tarihçe-i Hayat" taki mektubu yollamıştı. Bir de sana bir güveç dolusu ceviz gönderdi!" dedi.
Ben o esnada nasıl ayakta durabildim hâlâ hayret ederim. Akşamki hicran dolu gözyaşlarım, şimdi beni sevincimden ağlatacaktı. Hislerime sahip olmaya çalıştım. O sırada Alvar İmamının dediklerini dedim:
"Değildir bu bana layık bu bende, Bana bu lütf ile ihsan nedendir."
Rüyada ceviz, yolculuk diye tabir edilir. İki üç ay önce gelen selam, benim bu akşamki ruh halim ve Hatem'in rüyası üst üste gelince; artık kendimi bu arkadaşlarla bütünleşmiş hissettim. Onlar nasıl kabul eder bilemem, fakat ben kendimi hep onlarla beraber bildim.”
Hatem Hoca bu rüyasını şöyle anlatıyor:
‘Kandil gecesi bir müddet namaz kıldıktan sonra olduğum yerde uyuyup kalmışım. Üstad hazretleri bana fitre ölçeği olarak isimlendirdiğimiz bir kap verdi. İçinde ceviz dolu idi. ‘Bunu Fethullah’a ver…’ dedi.’
Hocaefendi’nin yakın arkadaşı olan Kırkıncı Hoca, Fethullah Gülen Hocaefendi’yi şu şekilde anlatıyor:
“Hocaefendi, gençliğinde ilim ve hikmetin feyyaz bir âşığı idi. Hilkaten dürüst, halim, iffetli bir genç idi. Müşfik ve merhametli idi. Her nutku bir belagat ve fesahat şaheseriydi. Hocaefendi, bizden bin adım ileri attı. Hariçteki hizmetleri ile de milletimizin dışarıdaki itibarını artırdı. Bediüzzaman Hazretleri'nin 'Size kat'iyyen ve çok emarelerle ve kat'i kanaatimle beyan ediyorum ki, gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükümet, İslam âlemine ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak, mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, tarihinin övünç kaynaklarını onun ortaya koymasıyla gösterecektir' sözüne masadak oldu.
Dünya zevkleri onu hiçbir zaman aldatmadı. İbadetine düşkündü, geceleri teheccüd namazını kılar ve secdeye kapanarak bu millet için dua ederdi. Dalalet ve sefahat girdabına düşen, dinî ve millî seciyelerini kaybeden gençlerimiz için ağlar ve necatları için halisane niyaz ederdi. İslamiyet'in neşr ve tebliğini farz telakki eder ve bunu ifaye çalışırdı. Bu çalışmasında da muvaffak oldu. Onun en bariz meziyetlerinden birisi de vatan ve milletini çok sevmesi idi. Kendisi için değil milleti için yaşar ve düşünürdü. O nedenle, onun hizmetlerini çekemeyenler, ona karşı olanlar memleketin, milletin dostu değil. Kendisine yapılan saldırılara rağmen azim ve sebatla, sabır ve tahammülle taviz vermeden davasını takip etti. Bir gün adaletin zulme, hakkın batıla galebe edeceğine inanıyordu. Fikir ve irfanla ve neşriyatla insaniyete hizmet etmeyi gaye edinmişti. Hoşgörü sahibi idi. Muhaliflerine bile katiyyen düşman nazarı ile bakmazdı. Hakikate muhalif hiçbir menfi harekette bulunmamıştır. Yüzlerce ve binlerce gencin fazilet ve irfanına vesile olmuştur. Bu ağır vazife, genç yaşta saçlarının ağarmasına sebep olmuştur."
Yine Kırkıncı Hoca, “Hayatım- Hatıralarım” adlı anı eserinde risalelerin Hocaefendi üzerindeki etkisine şöyle değiniyor:
“Feyz kaynağı olan Risale-i Nurları tahkik ve tetkik ettikten sonra Hocaefendi yepyeni bir hususiyet kazanmış oldu. Risale-i Nur’daki cevherler onun ruhunu alevlendiren bir mürşid-i azam oldu. Risale-i Nur’un rahle-i tedrisinde istidatlarını yoğurdu. Onun düsturlarını kendisine meslek ittihaz etti. Hocaefendi o cevherleri aşk mayası ile yoğurarak gençlerimize verme bahtiyarlığına erişti. Şimdi ise hizmeti bütün dünyanın gözlerini kamaştıracak bir hal aldı. Çağımızda iman ve İslam aksiyonunun müstesna temsilcilerinden biri oldu.” (Hayatım- Hatıralarım-sf:96- Zafer Yayınları)