Yazı biraz uzun olacağı için şunu söyleyeyim hemen başta: Edebi eserleri için bir şey diyemem. Uzmanı değilim lakin Ahmet Altan mürekkebini cesaretle besleyen bir kalemdir. Cesurdur, 28 Şubat’ın en cafcaflı zamanında, bugünün tatlı su İslamcıları kıvırta kıvırta, hebele gübele ederken o belki de tek başına duruyordu karşılarında. 300’den fazla dava ile yargılandığını savunmasından öğreniyoruz.
Ahmet Altan’ın hakkındaki iddianameyi paçavraya çevirdiği ve aklı başında, vicdanı ve izanı minicik olan bir hukukçunun bile ardına bakmadan kaçacağı savunması sadece hukuk tarihi için değil, Türkiye tarihi için de en önemli ve kalıcı metinlerden biridir bana göre.
Yandaşlar, yalakalar, Ergenekoncu çakallar burun kıvırıp değersizleştirmeye çalışmalarına bakmayın, tarih bu değerli metni layık olduğu yere çoktan oturttu bile.
Soner Yalçın gibi proje kalemlerin üfürükten cerbezelerine benzer bir şey değil bu zira.
Metni merak eden tamamını internetten bulabilir.
Yüzde doksandokuzuna vicdanlı olan herkes imza atacaktır eminim. Atmıyorsa ya kuyruk acısı vardır ya da yandaşlık defosu, burası kesin.
Ancak yüzde birlik bir kısmı var ki asla katılmıyorum ve Ahmet Altan gibi değerli bir kalem ve keskin bir zekanın bu hususu nasıl ıskaladığına aklım ermiyor bir türlü.
Hemen geliyorum meseleye. Şöyle diyor Ahmet Altan savunmasında:
“7 Haziran seçimleri bütün bu gelişmelerin işaretini vermişti zaten.1 Kasım yapay bir seçimdi. Yapay bir sonuçtu. 7 Haziran’la 1 Kasım arasındaki değişim 600’den fazla insanın ölümünün yarattığı dehşetle gerçekleşti…”
Şunu kastediyor: bu millet Tayyip ve avenesinden bıkmıştı ama iktidar kan ve terör ile milleti korkutarak tekrar oyları kendine çekti.
Bu büyük bir aldatmaca ve illüzyonun Türk entelektüelini de etkisi altına aldığının apaçık göstergesi.
Nitekim Altan, bu kanaatini ve inancını AKP ve Tayyip’in seçimle iktidardan gideceğine inandığını söyleyerek pekiştiriyor.
Diyor ki, ilk başkanlık seçiminde seçilemeyecek Tayyip Erdoğan…
Altan’ın dünya diktatörler tarihini hiç okumadığı ya da tam olarak kavramadığı belli. Yahut bu konuda detaylı olarak kafa yormadığı.
Zira hiçbir diktatör seçimle gelmediği gibi seçimle gitmemiştir.
Dikkat buyurun, buradan “Tayyip Erdoğan diktatör değildir”, sonucu çıkarılmasın.
Seçimlere vurgu yapmak istiyorum.
Şu yani; hiçbir diktatör gerçek ve demokratik bir seçimle işbaşına gelmemiştir.
Bakınız son referandum…
Tüm devlet imkanlarına ve korkutmaya, baskıya rağmen, hile yapılmasa asla iktidarın istediği netice çıkmayacaktı.
Her türlü hile ve hurdayı mubah olarak görüp., en sonda 2,5 milyon oy çalarak az bir farkla da olsa kazandılar.
Bunu ben söylemiyorum. Bizzat tarafsız ve işin uzmanı bilim insanları söylüyor.
arXiv’i bilir misiniz?
1991 yılında fizikçi Paul Ginsparg tarafından kurulan ve çoğu matematik ve fizik alanındaki tüm bilimsel çalışmalar, arXiv üzerinde kendiliğinden arşivlendiği bir alan. arXiv.org, O kadar büyük ve işin ehli bir platform ki, 2008'de yarım milyon makaleyi geçti arşivleri. 2014 yılı sonlarında bu sayı bir milyonu çoktan aşmıştı.
İşte burada bir makale yayınlandı. 5 tane bağımsız araştırmacı oturup 16 Nisan Referandumunu incelemişler. Öyle bizim hissiyatıyla hareket eden yalaka akademisyenler gibi değil. Neticede işin içine hile karışıp sonuçların ‘Hayır’dan nasıl ‘Evet’e dönüştürüldüğünü bilimsel olarak kanıtlamışlar. Ancak bizde ne muhalefet muhalefet gibi, ne de medya medya gibi olduğu için kimsenin umursadığı yok bu tür çalışmaları. [Meraklısı raporun tamamını
şuradan okuyabilir: (https://arxiv.org/pdf/1706.09839.pdf)]
Halk ise bildiğimiz gibi zaten…
Alem bizi kıskanıyor havucunu kemirmeye devam ediyoruz.
Hayret ettiğim Ahmet Altan’ın savunmasında bu hususu nasıl ıskaladığı.
Hukuku paçavraya çeviren, kendi çıkarı için bir ülkeyi yok etmenin eşiğine getirenlerin seçimle gidebileceklerine inanmak hakikaten şaşırtıcıdır.
Aslında ekstra bir bilgiye ya da kehanete gerek yok. Elimizde geçmiş dönem totaliter rejimlerinin izlediği yol var. Misal, en yakın örnek olan Hitler Almanya’sına baktığımızda günümüzde yaşananların birebir kopyasını görmek mümkün. Bu nedenledir ki başta Taner Akçam gibi değerli akademisyenler bu seçim meselesinin bir illüzyon olduğunu vaktiyle belirttiler. Hele hele ‘Hitler de seçimle gelmişti’ algısının nasıl çarpıtıldığını.
Üstelik bahse konu yazıyı Ahmet Altan’ın yönettiği Taraf’ta okumuştum.
Muhtemelen sevgili Altan gelecek başkanlık seçiminin sağlıklı ve demokratik olacağını varsayarak dile getiriyor bu düşüncesini ki maalesef yanılıyor.
Bakın 1934 Almanya Başkanlık Seçiminde halka şu soru sorulmuştu: “Cumhurbaşkanlığı makamı, Şansölyelik makamı ile birleştirilmiştir. Cumhurbaşkanı'nın tüm yetkileri ile Şansölye'nin yetkileri Führer ve Şansölye Adolf Hitler'de toplanmıştır. Vekilini kendisi atayacaktır. Alman erkeği ve Alman kadını, bu yasa ile öngörülen bu düzenlemeyi onaylıyor mu?”
Sonuç neydi biliyor musunuz?
Yüzde 83 evet!
“Hitler seçimle başa gelmedi” iddiasında bulunan Prof. Akçam şöyle yazmıştı: Hitler seçimleri kazanarak işbaşına gelmedi ise, nasıl işbaşına geldi? Siyasetçilerin, asker-sivil elitlerin basit ayak oyunları ile. Ve Hitler işbaşına geldikten sonra da ilk iş olarak sandığı, yani demokrasiyi iptal etti"
Akçam, Recep Tayyip Erdoğan'ın dillendirdiği "Hitler de başa seçimle geldi diyorlar. Sandıktan Hitler çıkacak diye sandığı iptal mi edeceğiz" cümlesi üzerine yazmıştı bu yazıyı…
Hatırlatalım: Almanya’da geniş yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanlığı için her yedi yılda bir, doğrudan halkoyuyla seçim yapılıyordu. En son seçim 1932 yılında yapıldı. 13 mart ve 10 nisan tarihlerinde iki aşamalı olarak yapılan bu seçimi Hindenburg kazandı. Hitler seçimi açık farkla kaybetti (Hindenburg yüzde 53, Hitler yüzde 36).
Alman demokrasisinin son serbest genel seçimleri ise 1932’nin temmuz ve kasım aylarında, iki defa yapıldı. Temmuz 1932 seçimlerinde Naziler yüzde 37,2 oy alarak birinci parti oldu. Aynı seçimlerde Sosyal Demokratlar yüzde 21,6 ve Komünistler ise yüzde 14,3 civarında oy aldılar.
Son serbest genel seçim Kasım 1932’de yapıldı. Nazi oylarında büyük bir düşüş yaşandı ve oylar yüzde 37,2’den yüzde 33’e düştü. Sosyal Demokratlar yüzde 20,4; Komünistler ise yüzde 17 civarında oy aldılar.
Bu seçimde “sol” oylar artmıştı ve Nazi oylarından daha fazla idi. Ama maalesef Komünistler Sosyal Demokratları sosyal faşist olarak adlandırıyor ve Nazilerden daha tehlikeli buluyorlardı. Oysa bu iki parti, birbirlerine saldırmak yerine ortaklık yapsalardı, Almanya’da Nazizm iktidara gelemeyebilecekti.
Kasım 1932 seçiminden sonra Hitler başbakan olarak atanmadı. Hindenburg, Kurt von Schleicher adlı başka bir kişiyi hükümeti kurmakla görevlendirdi.
Bundan sonra, Hindenburg’un Ocak 1933’te Hitler’i başbakan olarak atamasına kadar geçen sürede bir sürü ayak oyunları yaşandı. Sonuçta Hitler, sandıktan çıkmadı, Hindenburg ve çevresinin iktidarı O’na teslim etmesi ile iktidara geldi.
Doğrudur, Hitler iktidarı aldıktan sonra Mart 1933’te yapılan seçimleri kazandı. Ama bu seçim artık serbest seçim değildir.
Hitler işbaşına gelir gelmez, 27 Şubat 1933’te meşhur Alman Parlamentosu yangını provokasyonu organize edildi; (Bizim Darbe Tiyatrosu’nun tıpkı basımıdır) bu olay bahane edilerek Olağanüstü Hal Kanunu çıkarıldı.
Ne kadar da bizde yaşananlara benziyor değil mi?
Yangın Komünistlerin üstüne atıldı ve muhalefete yönelik sistematik saldırılar başladı.
Hak ve özgürlükler askıya alındı; 20 civarında gazetenin yayınına son verildi; merkez sağ ve sol partilerin faaliyetlerine ciddi kısıtlamalar getirildi ve Sosyal Demokrat ve Komünist Parti liderleri tutuklandı.
Yani Hitler’in, tüm baskılara rağmen yüzde 43 oy alabildiği bu seçim, serbest bir seçim değildir. Sıradan herhangi bir diktatörün organize ettiği bir seçimdir. Demokrasi değil, diktatörlük seçimidir. 1934 yılında Hindenburg’un ölmesi ile birlikte Hitler Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığını birleştirdi ve diktatörlüğünü perçinledi.
Özetle, Hitler’in seçimle işbaşına geldiği bilgisi doğru değildir.
Prof. Akçam, Ahmet Altan’ın unuttuğu bir hakikati hatırlatıyor:
“Hitler’in iktidara gelmesi ve kalmasının nedeni sandık değil aksine sandığı iptal etmiş olmasıdır.”
Sandık kalsaydı, Hitler belki de başbakan olamayacak ve iktidarda kalamayacaktı. Hitler 1934’te Hindenburg ölünce hem cumhurbaşkanı hem başbakan olarak bütün yetkileri eline aldı.
Taner Akçam “bu bir diktatörün organize ettiği seçimdi. Demokrasi değil, diktatörlük seçimiydi” diye yazıyor.
Anlayacağımız; Hitler sandıkla gelmemiş, sandığı iptal ederek kontrolü ele almıştır.
Bizim Hitler’in da yapacağı şey aynıdır…
‘Peki sonrası ne olacak?’ diye sorarsanız.
Onu da bir sonraki yazıda ele alalım…