Gece saat 9:00’da, evinde masasının başında çalışan bir adam, gaipten ‘’bu gece saat 12:00’de senin ruhunu kabzedeceğiz’’ diye bir ses duyar. Adam bu söze karşılık ‘’olamaz, ben sağlıklı bir insanım, hiçbir hastalığım yok’’ der. Biraz sonra aynı ses ‘’iki buçuk saatin kaldı’’ der. Adam ‘’niye ben? Sonra benim yapacak o kadar çok işim var ki, üstelik bu yıl terfi yılım’’ der. Biraz sonra ‘’iki saatin kaldı’’ sesini duyar. Bu sefer adam ‘’bu yaz kızımı evlendireceğim, onun hazırlıkları var, yarım kalan işlerim var’’ der. Bir süre sonra aynı ses, ‘’bir saatin kaldı’’ der. Adam ‘’hastanelerde o kadar hasta var, onlar ölebilirler, yollarda seyahat eden insanlar var, onlar ölebilir, tehlikeli işlerde çalışanlar var, onlar ölebilir. Çok önemli olmayan ve basit işlerde çalışanlar var, onlar ölebilirler’’ der. Nihayet saat 12:00 olunca, adamın o kadar sızlanması ve itirazlarına rağmen ruhu kabzedilir.
Muhsin Mahmelbaf adındaki yazar, ‘’Başkasının Ölümü’’ adlı bir roman yazar. Bunu da tiyatro sanatçısı Ulvi Alacakaptan, tek kişilik, tek perdelik bir tiyatro oyunu halinde oynar. Bu tiyatro oyununu yıllar önce izlemiştim. Değişik vesilelerle bu oyunu sık hatırlarım ve bana her seferinde farklı tedailer yani çağrışımlar yaptırır.
Burada da olduğu gibi, insan çoğu zaman hayat yolunda problemsiz, engelsiz yaşayıp gideceğini zanneder. Kazalar, hastalıklar ve benzeri durumları hiç kendi üstüne almak istemez, hep başkalarına verir. Bir araba kazası olacaksa başkası bu kazayı yapar, hasta olunacaksa başkası hasta olur, birisinin evi yanacaksa başkasının evi yanar, birisinin çocuğu ölecekse başkasının çocuğu ölür, birisi ölecekse başkası ölür. Bu tip insanlara ‘’realitelerden kopuk insanlar’’ da denilir. Hiç kendisinin de başına bunların gelebileceğini düşünmez, düşünmek istemez. Bunların benzerleri ile de karşılaşınca bunu bir türlü hazmedemez, ‘’niye ben’’ der.
İnsanın bu sarmaldan çıkması ve böyle bir fikir yürütme ve düşünce tarzından vazgeçmesi gerekir. Her şeyin, kendi başına da gelebileceğine de insan hazırlıklı olmalıdır. Tabii ki böyle bir yaklaşım, dua edip böyle bir durum istenilmesi anlamına gelmez. Yoksa, hep öbür türlü yaklaşım ve düşünce tarzı içinde kalınırsa, üzüntüden, sıkıntıdan, stresten insan hayattan zevk alamaz duruma gelir. Bu kadar stres, vücutta ruhi ve bedeni hastalıkları tetikler. Girdaba kendini kaptırmış insandan farkı kalmaz ve neticede de sıkıntılı bir hayatı sıkıntılı bir şekilde terk etmiş olur.
Başa gelebilecek hadiselere insanın önceden kendisini hazırlaması gerekir. Adeta, bir enfeksiyona yakalanmadan aşı olunması gibi, bu hazırlanma ile de insan başına gelebilecek hadiseleri kolaylıkla atlatabilir. İnsanoğlu var olduğu günden beri başına her türlü sıkıntı gelmiştir, gelmektedir, bundan sonra da gelecektir. Onlardan kaçınmak mümkün değildir Nitekim bununla ilgili Kur’an’ı Kerim’de Bakara Suresi 214. ayette; ‘’ Yoksa sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden Cennet’e gireceğinizi mi sandınız?’’ buyrulmaktadır. Bu ve benzeri esaslar, yol işaretleri olarak ele alınırsa yollarda kalınmaz, hedefe ulaşılır.
‘’Tarihi tekerrürler devr-i daiminde, hadiseler birbirinin aynıyla değil, benzeri ile cereyan eder’’ prensibinde olduğu gibi, daha önce yaşanılanların benzerlerini biz şimdi, bizden sonrakiler da daha sonra yaşayacaklardır. Yunus Emre’nin şiirinde ‘’Gelen geçer, konan göçer...’’ dediği gibi, her bir insan için çizilen kader yaşanmaktadır. Tabii ki Allah cc, insana akıl, fikir, kabiliyetler vermiştir. Onları kullanarak, geçici dünya hayatında, karşılaşılan hadiseleri, problemleri, şikâyetçi olmadan ve kaderi tenkit etmeden çözmeye çalışıp, esas hedef olan Allah’ın rızasını kazanmaya odaklanmalıdır.
İnsan, o zaman ölümü hep başkasına layık görmez, kendi üstüne de alır. Böylece hem bu dünyada, hem de kalıcı öbür alemde, bu şekildeki müstakim düşünce ve davranışlarının karşılığını görür.