Reza Zarrab New-york’ta ki davada sarsıcı itiraflarına ara vermeden devam ediyor.
Anlattığına göre önceleri altın ticaretiyle İran’a uygulanan para transferi yasağını aşmaya çalışıyorlarken bu ticaret de ambargo kapsamına sokulunca bu sefer yasağı; tavuk, zeytinyağı, buğday gibi gıda ürünleri sanki İran’a satıyor gibi hazırlanan sahte faturalarla yani hayali ihraç yaparak deliyorlar.
İran'ın petrol ve doğal gazının karşılığı olarak Türk bankalarında bloke halinde bulunan paraları, Türk yöneticilerinin işbirliğiyle sahte faturaları sunarak alıyorlar ve sonrasında bavullarla İran'a taşıyorlar.
Bu itiraflar, "Milli bir dava mı, yoksa kişisel vurgun mu?" polemiğini tamamen vuzuha kavuşturuyor.
Türkiye, zaten aldığı ve sürekli de almak zorunda olduğu enerjinin karşılığını ambargo nedeniyle para olarak değil; tüccarının, çiftçisinin, inşaatçısının emekleriyle İran'a ödüyordu. Bu, Türkiye için halihazırda devam etmekte olan epey bir avantajlı durumdu.
İran devleti, aleyhlerinde olan bu mevzuyu aşmak adına Zarrab ve onun gibi isimlerle irtibata geçiyor. Birlikte yaptıkları toplantılar sonucunda, İranlı yöneticiler bunlara %5-7 arası bir komisyon kullandırma yetkisi vererek,"Gidin, ne şekilde olursa olsun, petrol ve doğal gazımızın karşılığını para olarak bize getirin.” talimatını veriyorlar. Bu işin özel anlamını, İran'ın dini lideri Hamaney'in "Yapacağınız ticari bir cihattır." sözüyle açıklıyorlar.
Ee, zor durumda olan Suriye'deki rejime de acilen para ve silah yardımı yapmaları gerekiyordu.
Zarrab ve diğerleri, İran istihbaratının desteği ile Yunanistan, Çin, Hindistan, Güney Kore gibi ülkelerin siyasetçilerini ve finans yöneticilerini ayarlamaya çalışsalar da bir türlü başaramıyorlar. Ama maalesef Türkiye’de bunu başarıyorlar. İktidar üyelerinden bürokratına, bankacısından iş adamlarına kadar birçok insanın ihtiras ve zaaflarından kolayca istifade ediyorlar.
İran devletinin verdiği imkanları kullanarak, Zarrab’ın çekinceli adamlarına öğrettiği "Herkesin bir fiyatı var.” takdiği ile birçok devlet görevlisini "yemliyorlar!”. Her biri, insanlarının gıpta ettikleri makamlara sahip olmalarına rağmen, malesef ortadaki tablo içler acısı. Mahkemede dinletilen bir tapede geçen, Zarrab'a bir adamının söylediği : "Neredeyse kabinenin yarısını ayarlamışsın yahu!” lafı da bu acı gerçekle bizi yüzleştiriyor.
Anlayacağınız, ülkenin umumunun faydalanacağı imkanlar, devlet erkanının kişisel hırs ve çıkar hesaplarına kurban ediliyor.
2012'de bu büyük rüşvet çarkının farkedilmesiyle, daha öncesinde ülkenin kronik sorunu olan, darbeci ve faili meçhulcü derin yapıları, bir ilk olarak, adaletin önüne çıkartan emniyet ve yargı mensupları, bu sefer, devlet imkanlarını istismar eden siyasiler ve bürokratlarla hatır gönül işine girmeyip, yine hukuk neyi emrediyorsa onu uyguluyorlar.
2012'de açılan dava dosyası için yargının emriyle emniyet mensupları bildiğiniz üzere 17 Aralık 2013'te harekete geçiyorlar.
Ama sonrasındaki gelişmeler de malumunuz işte.
O günlerde yayınlandığında inkar edilen bütün rüşvet tapelerini, bugün hem Zarrab hem de Türkiye hükümetinin masraflarını karşıladığı HalkBank Genel Müdür Yardımcısı'nın avukatları ABD' de sürmekte olan davada doğruladılar.
Dönemin Başbakanına 17-25 Aralık operasyonlarından 9 ay evvel, Zarrab ve ekibinin çevirdikleri işlerin istihbarat raporları bildiriliyor. Ama ilginç bir şekilde başbakan uluslararası yasalara aykırı bu olayın üzerine gitmiyor. Bilakis tapelerden de anlaşıldığı üzere Zarrab'ı ve adamlarını takip eden emniyet ekiplerinin peşlerine İçişleri Bakanlığı özel birimleri takılıyor. Ama her şeye rağmen rüşvet çarkıyla dönen dalavereli işler konusunda yeterli delili toplamış olan güvenlik güçleri, artık müdahaleye hazırlanıyorlar. Lakin operasyonların başlamasına az bir zaman kala, hükümet başının manipülasyonu "dershanelerin kapatılması” konusu birden gündeme getiriliyor. Ve böylece iki yılı aşkın süren bir takiple elde edilen delillere dayanılarak yapılan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, cemaate mensup bürokratların dershane kapatılmasının intikamı olarak kamuoyu nezdinde bir algıya dönüştürülüyor.
Bu nedenle rüşvet operasyonu , halkın nazarında “dış mihrakların ve içerisindeki uzantısı olan cemaatin”, hükümete olan husumeti olarak görülüyor.
Ve buna kamuoyu büyük bir tepki vererek hükümete ve başındaki zata büyük destek veriyor. Ve bu sayede Zarrab ile birlikte epey bir yolsuzluğa bulaşmış başta başbakan, bakanlar ve onların yakınları, kirlenmiş yakalarını adaletin pençesinden bugüne kadar kurtarıyorlar.
Yargılanma ve cezalandırılma korkusuyla yeni suçlu muktedirler, eski katiller ve suçlularla işbirliğine gitmek zorunda kalıyorlar..İçeri girmeleriyle birlikte, ülkede, faili meçhul cinayetlerin işlenmediği ve hatta bir maytabın dahi patlamadığı o eski suçlular, Türkiye'nin kronikleşmiş gladyo geçmişi inkar edilircesine, kendilerine kumpas kurulduğu iddiasıyla serbest bırakıldılar.
Artık bundan sonra ülkenin eski ve yeni suçlularının ortak düşmanları belli idi. O günden sonra, suçluluk psikolojisinin birer yansıması olan dezenformasyon, karalama, farklı sesleri susturma, karanlık tertipler gibi her şeye şahit olduk. Allah sonumuzu hayreylesin!
Salih Yusuf