Ruhu’l-Kudüs isimli eserinde anlattığı gibi yatsıdan sonra eğlencelere giden İbn-i Arabî diyor ki, “Gece bittiğinde, kötü arkadaşlarım da ben de yatmaya gidiyorduk. Çünkü çok raks etmekten dolayı yorgun düşmüş oluyorduk. Sabah namazının vakti girerken biz yatmaya hazırlanıyorduk. O yüzden mümkün olan en hafif abdesti alıyor, sadece mecbur kalırsak mescide gidiyorduk. Diğer zamanlarda ise evde en kısa surelerle (Kevser, İhlas, Fatiha) namazı kılmaya çalışıyorduk. Bazen de diğerlerinden daha dinç olunca abdest alır mescide giderdim. Ama mescide vardığımda namazın bittiğini öğrenirsem cemaati kaçırdığım için hiç üzülmez, hatta belki de sevinirdim. Şayet cemaate katılabilmişsem, iki halden bir gerçekleşirdi. Ya harikulâde mısralar okuyan yetenekli müzisyeni dinleyerek geçirdiğim güzel geceyi düşünür, imamın ne okuduğunu bile fark etmeyecek derecede bu hatıralarla meşgul olur ve bir rükünden diğerine geçen cemaati taklit ede ede namaz tamamlardım. Yahut üzerime uyku bastırır ve imamın namazı bitirmesi için sabırsızlanır, uzun kıraatlere dayanamaz, ‘Hazreti Peygamber namazı uzatmamayı emretmemiş midir?’ diyerek imama kızardım.”
Muhyiddin İbn-i Arabî, Kibrit-i Ahmer’in Peşinde isimli kitabın yazarı, Claude Addas, diyor ki, “Akdeniz’de Şeyh-i Ekber (İbn-i Arabî)’den on küsur yıl önce ölmüş bir Hıristiyan Azizi olan Frencesco, tevbe etmeden önceki fırtınalı ve taşkın hayatı için ‘Günahkar gençlik zamanımda’ ifadesini kullanır. Bu ifadenin neye işaret ettiğini bilmekteyiz. Ama İbn-i Arabî kendi gençliği için ‘câhiliye zamanımda’ diyor.” (Asr-ı Saadeten önceki câhiliyet dönemi gibi kötü)
İbn-i Arabî’nin gözünde Kâbe yaşayan, konuşan ve işiten bir varlıktır. Kâbe’nin bir gün kendisine seslendiğini, tavaf etmesini istediğini, Zemzem’in bile İbn-i Arabi'ye suyundan içmesi için ısrar ettiğini söylüyor. Hem de Kâbe ve Zemzem’in bu talepleri kulakla işiten bir telaffuzla ifade edilmiştir.
Bütün bunlara rağmen İbn-i Arabi’ye göre ârifler, hakikatlerin tecellileri açısından Kâbe’den derece olarak daha yüksektir. Bu anlayışını nazik bir dille hem de özür dileyerek beyitlerle söyleyince bundan Kâbe incinir. Kâbe’de tek başına tavaf ederken, onu ezmekle tehdit eder… Kendi ifadeleriyle: “Hacer-i Esved’in önünde Kâbe’ye bakıyordum. Örtülerini sıyırdığını ve temellerinden yukarı doğru yükseldiğini gördüm. Şam rüknüne geldiğimde beni fırlatıp atmak üzere hazırlanmaktaydı. (...) Öfkesini yatıştırmak için irticalen şiir okudum. Ben onun şerefini yüce tutan övgüler yağdırınca yavaş yavaş o da yatıştı ve yeniden temelleri üzerine döndü. Söylediklerimden memnun olduğu görünüyordu.” (Mecmuu’r-Resâil)
M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin de Kâbe ile Peygamber Efendimizin (S.A.S.) varlığın dölyatağında ikiz olarak bulunduklarını ifade eden beyanları mevcuttur.
Claude Addas’ın anlatımıyla İbn-i Arabî varlığın kalbi olan Kâbe’nin yanında Allah’ın sağ elini temsil eden Hacer-i Esved’in önünde esrarengiz bir şeyle karşılaşır. Şöyle ki: Tekbir, tahmid ve tehlil getiriyor, kâh Hacer-i Esved’e istilam ediyor, kâh Rukn-ü Yemaiye dokunuyor, kâh Mültezem duvarına yaklaşıyordu. Hacer-i Esved’in önünde bir vecd hali hâsıl oldu ve bir fetâ (genç) gördü konuşmuyordu. Bir kitap gibi duruyordu. Onu sayfa sayfa okudu. Sonra o okudukları, Fütuhat-ı Mekkiye isimli kitabı oldu.