Gavs-ı Âzam Abdülkâdir Geylanî Hazretleri’nin kerâmetli ihbarlarından bahseden Sekizinci Lem’a Üstad Bediüzzaman Hazretleri Tefânî sırrını anlatırken diyor ki:
“İkinci Nokta: Ehl-i tarikat ve hakikatçe üzerinde ittifak edilen bir esas vardır ki, hak tarikatta sülük eden (yol alıp ilerleyen) bir insan, nefs-i emaresinin enâniyetini ve serkeşliğini kırmak için, lâzım gelir ki, nazarını nefsinden kaldırıp şeyhine hasr-ı nazar ede ede tâ fenâ fi’ş-şeyh (şeyhinde fâni olmak) hükmüne gelir. ‘Ben’ dediği vakit, şeyhinin hissiyatı ile konuşur. Ve hâkezâ… Fenâ fi’r-Resûl, fenâ fillah’a kadar gider. Mesela, nasıl ki, gayet fedâkâr ve sâdık bir hizmetkâr, bir yâver, efendisinin hissiyatıyla güyâ kendisi kendisinin efendisidir ve padişahıdır gibi konuşur. ‘Ben böyle istiyorum’ der; yani ‘Benim seyyidim üstadım, sultanım böyle istiyor.’ Çünkü kendini unutmuş, yalnız onu düşünüyor. ‘Böyle emrediyor’ der.”
Üstad Hazretleri Yirmi Birinci Lem’a’nın Dördüncü Düsturu’nda da şöyle demektedir: “Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirane ifthar etmektir.
“Ehl-i tasavvufun arasında, fenâ fi’ş-şeyh, fenâ fi’r-Resûl ıstılâhatı var. Ben sofî değilim. Fakat onların bu düsturuna, bizim mesleğimizde fenâ fi’l-ihvân (kardeşlerde fâni olmak) suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna tefânî (birbirinde fâni olmak) denilir. Yani birbirinde fani olmaktır. Yani kendi şahsî hissiyatını unutup kardeşlerinin meziyetleriyle ve hissiyatı ile fikren yaşamaktır. “Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir (kardeşlik). Peder ile evlât, şeyh ile mürid arasındaki vasıta değildir. Belki hakiki kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstatlık ortaya girer. Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedâkâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü’l-esası samimi ihlastır. Samimi ihlası kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var. Ortada tutunacak yer bulamaz.
“Evet yol iki görünüyor: Kur’an’ın büyük ana caddesi olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İnşaallah, Risale-i Nur yoluyla Kur’an-Mucizü’l-Beyanın kudsî dairesine girenler, nura, ihlasa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut edip düşmeyecekler.”
Kastamonu Lahikasında da bu hususta şu ifadeler var: “Hafız Ali ile Hüsrev’in birbirleriyle ciddi bir mahviyet içinde kardeşlik irtibatları, İhlas Risalesi’nin tam sırrına mazhar olduğunuzu bana hissettirdi, ümitlerimi fevkalâde kuvvetlendirdi.”
“Nur ve gül fabrikalarının (Hafız Ali ve Hüsrev Ağabeylerin dairelerinin) hademe ve sahipleri, insanın başında iki göz gibidir; zâhiren ikidir, fakat bir görürler. Ahval (şaşı) gözlü, iki görür. Allah’a hamdolsun ki, bu iki cereyan-ı nûrânî, tam bir ittihad, birlik ve beraberlik içindedirler.”
“Hafız Ali kardeş! Senin mektubundaki tevazuun, ihlasın ve Husrev’e ait medhin ve Risale-i Nur talebeleri bir tek vücud hükmündeki kanaatin, senin hakkında büyük bir ümidimi ve hüsn-ü zannımı tam kuvvetlendirdi.”
Hafız Ali Ağabeyin müsellem tevazuu ve ihlası bilhassa tefânî noktasındaki üstünlüğü Üstad Hazretlerinin hep takdirini celbetmiştir.
Üstad Hazretleri Eskişehir Mahkemesinden sonra mecburî ikamet olarak Kastamonu’ya sürülünce Isparta iki başlı gibi kalmıştı. Isparta Sav civarında Hüsrev Ağabeyimizin, İslam Köy ve Kuleönü civarı ise Hafız Ali Ağabeyimizin mânevî rehberliği altında bulunuyordu. Maalesef sanki bir ayrılık-gayrılık varmış gibi bir hava meydana gelince, bunu fark eden Hafız Ali Ağabeyimiz Risalelerden yazdıklarını, hokka, divit ve kağıt nâmına ne varsa hepsini alıp İslamköy’den Isparta’ya vardı, Hüsrev Ağabeyin huzuruna çıkıp onların hepsini onun önüne bıraktı ve “Sen bizim Ağabeyimizsiniz. Biz sana teslimiz. Yaz dersen, yazarız yazma dersen yazmayız!” meâlinde bir konuşma yaptı. Böyle bir şey karşısında ihtilaf ve iki başlılık gibi şeylerin elbette sözü olmaz.
Zaten daha önce de Üstad Hazretleri’nin Hüsrev Ağabeyin yazısının kendi yazısından daha güzel olduğunu söylemesi üzerine Hafız Ali Ağabeyin bundan kalben de memnun olması ve onun üstünlüğü ise iftihar etmesi hizmette kardeşler arasında tefânî sırrının gelişmiş olduğuna bir misal olması açısından Üstad’ın memnuniyetini ve takdirlerini izhar etmesine vesile olmuştur…