Ali Ulvî Kurucu Ağabeyimizin Hatıralarından öğrendiğimize göre:
Son Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ilk defa yurt dışına çıkmak zorunda kalınca önce Romanya’ya gidiyor. İttihatçılar oradan yakalayıp getiriyorlar. Fakat idamı müzakere edilirken Enver Paşa, “Bu adamı idam etmeye kıyamam. Mücadelesini inancı, fikri uğruna yapıyor. Yalnız bu günlerde, buralarda durmasın. Bir yerlere sürelim. Sorun bakalım: Sinop’a mı yoksa Gemlik’e mi gider?” diyor. Kendi isteğiyle Gemlik’e gidiyor.
Cumhuriyet döneminde Mustafa Sabri Efendi Yunanistan’a gitmiş. Müslüman nüfusun yoğun olduğu Batı Trakya’da Gümülcine’ye “Yarın” gazetesini çıkarmış. Türk hükümeti bundan rahatsız olunca, Yunan hükümetiyle anlaşıp oradan uzaklaştırdılar. En sonunda Mısır’a gelip yerleşiyor.
Mustafa Sabri Efendinin bir oğlu iki kızı vardı. Damatlar vefat etmiş. 1939’da Yeni Mısır denilen Heliopolis denilen yerde yerleşiyorlar. Oğlu İbrahim Bey yanında… İbrahim Beyin bir oğlu üç kızı olmuş. İbrahim Bey Hukuk Fakültesi mezunu… Ama hicretlerde hep babasının yanında… Çok sıkıntılar çekmiş babasıyla beraber…
1944 yıllarında İkinci Dünya Savaşı sıkıntıları iyice artmış. Fırınlar çalışmıyor. Çalışanlardan ekmek almak için sabahları erkenden sıraya girmek gerekiyor. Uzun uzun kuyruklar var.
Zaten ilk geldikleri günler para ve imkân olmadığı için en ucuz şey kuru fasulye olduğu için bir çuval kuru fasulye almışlar. Tencere de yok. Bir çaydanlıkları varmış. Fasulyeyi bu çaydanlıkta kaynatıp pişirip yiyorlar. Sonra yıkayıp çay yapıyorlarmış. Birkaç ay böyle geçirmişler. Sonra İbrahim Bey, bir Ermeni kunduracıya çırak olmuş. O mahallede bulunan Kirkor adında bir Ermeni kunduracı varmış. Türkiye’den göç etmiş. İbrahim Beyle ahbab olmuşlar. İbrahim Bey, sabah akşam, sık sık gidip dükkanında otururmuş. Kirkor bir gün şöyle demiş: “İbrahim Bey, bir vatandaş olarak, size bir iyilik yapamadığımdan dolayı üzgünüm. Gel sana şu sanatı öğreteyim de bir faydam olsun. Sen de bizimle birlikte çalışırsın.” Usta Ermeni ile kalfaları çalışıyorlar; İbrahim Bey de onlara çırak olmuş, haftalık almaya başlamış. İbrahim Bey bu hususta şunları söylemiş: “Açız, başka çare yok. Kunduracıya çırak oldum. Birkaç ay çalıştım. İyi öğrendim. Bir gün kunduraya pençe vuruyorum. Islanmış köseleyi çiviyle çaktım. Bıçakla kenarlarını kesip alacağım. Kunduracı bıçakları, çok keskin olur. Ustura gibidir. Keseceğim derken elime kaçmasın mı? Sol elimde büyük bir yara açıldı. Tekrar işsiz kaldım. Yara geçecek de çıraklığa başlayacağım.”
Şu yaşadığımız süreçte yaşanan zulüm ve gadirden dolayı yurt dışına çıkmak zorunda kalan çok değerli vatan evlatlarının çok zor işlerde çalıştıklarını biliyoruz. Hatta bir lokantada bulaşıkçılık yapan bir profesör de varmış. Devirler değişse de cevirler işte böyle şekil değiştirerek devam ediyor. Ama, siz zâlim mi, yoksa mazlum mu olmak istersiniz?
Şunu çok iyi bilelim ki, İslâm tarihinde en çok zulme, sürgüne ve katliama maruz kalanlar Efendimizin (S.A.S.) yakınları, Ehl-i Beytin erkek ve kadınlarıdır. Bu süreçte de en çok Hocaefendi ve yakınları sıkıntı çektiler, hem de ağır cenderelerden geçtiler… Kendisine ağır bir hizmet yükü yüklendiği gibi, kardeşleri de o “mukaddes hamuleyi” omuzlayacak kıvamda çıktılar Elhamdülillah… Onlardan birisi de Saime Gülen… Beş evladından, biri Van, biri Erzurum, biri de Gebze cezaevinde… Yani beşten üçü tutuklu… Diyor ki: “Ben tabii ki, üç gencecik çocuğu suçsuz yere içeride olan bir anne olarak üzülüyorum ama inanın ki, şu yurtlar, yuvalar kapandı ya, onlara daha çok üzülüyorum." Bizden öncekiler daha kötülerini yaşadılar. Bize ne oluyor ki, hâlimizden şikayet edelim…’ Şühedâ cezaevine alınıp konulduğunda, bir ay yalvardım, evladımla görüştürün, diye ağladım. “Bakanlıktan emir var; sizinle görüştüremeyiz’ dediler. Cezaevine gelenlere tek tek soruyorum. Soyadını sorunca söylemiyorum; linç ederler diye… Sonra geçenlerde (merhum Sıbgatullah Gülen’in eşi) yengemin ziyaretine gittim. O bana “Üzülme yine de yanında iki evladın var. Benim dokuz çocuğumdan hiçbiri burada değil.’ (Sadece engelli bir evladı var. Yengemin kendisi hasta olduğu için bakabilecek tek kimse kızı… Bu kızını da, eşini bulamadıkları için tutukladılar.) Bunları anlatırken yengem ağladı, teselli ettim. En çok içim Salih Ağabeyime yandı!..”
Asr-ı Saadetten sonraki dönemdeki zalimler, gaddarlar ne oldu? Mazlumlar mağdurlar ne oldu? Bir bakalım: Hepsi de âhirete göç etti? Kim kârlı? Kim zararlı? Kim kimin yanında haşrolacak? Zâlim ve gaddar Nemrudlar, Firavunlar, Şeddatlar kafilesinin yanında acaba kimler olacak?..
Safvet Senih