Hatıratını anlatırken Ali Ulvi Kurucu Ağabeyimiz diyor ki: “1942 yılında, Mısırlı yazar Sâdıku’r-Râfi’inin bir yazısını okumuştum: “Ateşler İçinde Fakat Yanmıyor” diye bir takım dindar gençleri anlatıyordu: ‘Allah’ım, bu çocuklar, aristokrat ailelerin çocukları, üniversitede kızlarla birlikte okuyorlar… Fakat bunlar nasıl bu kadar temiz kalmışlar ki, yüzlerindeki nur kalbimi yaktı!..’ Bunları okuyunca, ağladım, abdest alıp iki rekat namaz kıldım ve ‘Allah’ım, Mustafa Sâdıku’r-Râfiî’nin anlattığı böyle bir gençlik benim milletimde de yetişsin” diye dua ettim.
“O günler çok feyizli günlerdi. O günlerde bir rüya gördüm. Peygamber Efendimiz (S.A.S.) bir köşke ziyarete geleceklermiş. O köşke gittim. Bahçe içinde tek katlı bir köşk… Bahçe, köşkün duvarları, her taraf yeşil çimen… Gönül alıcı, fevkalâde güzel, tatlı, tarifi zor bir yeşillik… Tavustüyü gibi, ördek başı gibi, ömrümde görmediğim bir yeşillik… Baktım Osmanlı sarığı ve cübbesiyle, üç tane âlim zât, nöbet bekliyorlar. Peygamber Efendimizi (S.A.S.) onlar karşılayacakmış… Bu üç zâtın birisi Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, birisi Zeynelâbidîn Efendi, ortalarındaki de dedem Hacı Veyis Efendi idi.
“Peygamber-i Zîşan geliyor!.’ Dediler “Efendimiz (S.A.S.) teşrif etmişler. Başlarında altın sarısı bir kumaş üzerine sarılmış nurdan bir sarık vardı. Bu sarıktan, simalarına ve simalarından siyah cübbeleri üzerine, âdeta sağanak hâlinde nur akıyordu. Kendilerini karşılayan üç âlim, sırayla ellerini öptüler. Efendimiz (S.A.S.) köşke girdi… Ben dayanamadım, rüyamda bayıldım. Bu rüyayı, talebe yurdunda, yani Muhammed Bey Ebuzzeheb Yurdundaki yatağımda görmüştüm. Günlerce tesirinde kaldım. Uzun müddeti riya olmasın diye, kimseye söylemedim.
“Peygamber Efendimiz'i (S.A.S.) görebildiğim üçüncü rüyam da ikinciyi gördüğüm günlerde, Medine-i Münevvere’de tecelli etmişti. Rüyada, o sırada oturduğumuz eski evimize geldim. Vâlidem beni karşılayarak: ‘Oğlum, senin Kütüphaneyi, Peygamber-i Zîşan (S.A.S.) teşrif etmişler. Fakat şimdi uyuyorlar.’ dedi. Sokak kapısından yavaşça girdim. Efendimiz (S.A.S.) Hz. Osman İbn-i Afvan (R.A.) nöbet bekliyordu… Odamda bir kanepe vardı. Kapıdan içeri baktım. Efendimiz (S.A.S.) kanepenin üzerine uzanmış dinleniyorlardı… Seyrine daldım. Cemâlini görüyorum, ağlıyorum… O sırada hafif bir ses oldu. Efendimiz (S.A.S.) hemen gülümseyerek kalktılar… Bunu gören Hz. Osman telâş içinde koştu. Yavrusunun rahatsızlığını gören bir anne kuş gibi çırpınıyordu: ‘Rahatsız mı oldunuz yâ Resulullah, uyuyamadınız mı?’ dedi. Efendimiz (S.A.S.) gülümsediler. Mübarek yüzünde sanki mehtaplar doğuyor; dişlerinde inciler parıldıyordu. ‘Hayır Osman, çok rahat etmişim; çok dinlemişim.’ buyurdular.
“Bu iki rüyayı gördüğüm günlerde, Dr. Abdurrahim ile ‘Sahih-i Buhariyi okuyorduk…
Ali Ulvi Ağabey Hatıratında Üstad Hazretlerinden ve Hizmet’ten de söz ediyor; bilhassa “Nuruyla bütün gönlümü fetheyleyen Üstad’” diye başlayan şiirinde şu ifadeler de var: “İlhamını mest etti tecellâ-i cemâlin; / ‘Fatih’ gibi rehberleri andırmada hâlin. Derya gibi nurlar taşıyor her eserinden; / ‘Allah’a giden nurcuların rehberisin sen! Milyonları derya gibi çoşturmada ‘Sözler’; / Cennetteki âlemleri seyretmede gözler. Hikmet dolu her cümlede, Kur’andaki nur var; / Her Lem’ada binbir güneşin hüzmesi çağlar. ‘Nur Yolcusu’ insanlığa örnek olacaktır. / Kudsî heyecanlarla, gönüller dolacaktır. Azadedir İslamı saran tehlikelerden; / Davası temiz çünkü siyasî lekelerden. Bir ülkeyi baştan başa fetheyledin ey Nûr! / Nur’un olacaktır, bütün insanlığa düstur! İmanlı nesiller, seni takip edecektir; / Yıllarca, asırlarca peşinden gidecektir. Târihi aşarken sen, o iman dolu hızla, / Milyonları aşmış bütün evlâtlarınızla; Birden açılır ruhuma esrarlı bir âlem / Vasfeylemez aşkımı, şi’rimdeki nâlem…”
“Risale-i Nur talebesi kardeşlerimle çok yakın alâka ve münasebetlerimiz oldu ve hâlen devam ediyor. Türkiye’ye gidip geldikçe Risale-i Nur talebeleri camiasıyla çok görüşmelerim oldu. Fakiri alıp toplantılarına götürdüler. Son yıllarda hem genç, hem de yüksek tahsilli arkadaşların, ekseriyeti teşkil ettiklerine şâhid oldum. İnsanı hayretle sevinçlere gark edecek şekilde, hepsi musalli, dürüst, faziletli, birlik, beraberlik, tesanüd ve muhabbet içinde, iman ve İslam davasını yaymaya kararlı gençlerdi.”
O dönem merhum Ali Ulvi Kurucu Ağabeye, toplantılarda bizim gazetede görevli olan Mehdi Bey refakat ederdi. Ağabeyimiz bu gençleri görünce hep ‘Sizler benim kabul olmuş dualarımız!” dermiş…
Safvet Senih