Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Van’daki Horhor Medresesi'nde yetiştirdiği talebeleri çok sâdıktı. “Hakkımı helâl ettim” demesine rağmen Birinci Dünya Savaşında, Üstadlarıyla beraber harbe katılmışlardı. Bunlardan Çoranivisli Ali Çavuş, Üstad, Ankara’dan Van’a döndükten, oradan da Erek Dağı'na çıktıktan sonra da hep irtibatta kaldı. Her birkaç günde bir Erek Dağı'na gidiyor. Bir ihtiyacı olup olmadığını soruyordu. Bir gün İran’da bir ticari işi çıkmıştı. En fazla üç günde dönerim diye düşünmüştü. Fakat işleri uzayınca bir haftadan fazla kalmak mecburiyeti hasıl oldu. Döndü bu sefer utancından ziyaretine gidemedi. Ara epeyce açıldı. Bir gün baktı, köyün koyun sürüsünün içinden sadece onun bir koyununu kurt kapmıştı. Neyse… Birkaç gün sonra yine bunun ikinci koyununu da kurt kapmıştı. Bunda bir iş var diye Üstad’ın yanına gitti. Üstad dargın gibi davranıyordu. Ali Çavuş koyunlar meselesini sorunca “Sizin köpekleriniz olur da benim kurdum olamaz mı?” deyince mazeretini ileri sürdü. O sırada Üstadın ziyaretine gelen Şeyh Eşref de bunları dinliyordu. Şeyh hemen devreye girdi. “Üstadım bunlar köylü insanlar… Bunları fazla sıkmamak lâzım. Koyunların birisinin parasını ben vereyim, öbürünün parasını da sen ver de sulhu temin edelim.” dedi. Üstad, “Ali Çavuş avukatın da çok kuvvetliymiş, öbürünün ücretini de ben vereyim” dedi…
M. Fethullah Gülen Hocaefendi bir soru üzerine “Şefkat tokadı; sevenin, sevdiğine, sevgi eksenli, onu doğru yola getirmek için kulağını çekme, azarlama mânasına gelen tatlı bir ikazıdır. (…) Böyle bir tokat, o insanın ders almasına ve istikamet kazanmasına vesile olabilir. Bu zaviyeden meseleye bakıldığında buna her ne kadar şefkat tokadı adı verilse de, bunun bir lütuf ve ihsan olduğunda şüphe yoktur. (…)
“Kutlu Nebî’nin (S.A.S.) davasına gönül vermiş zamanımızdaki hakikat yolcuları için de şefkat tokatları her zaman söz konusudur. Zira bu yol şerefli bir yoldur. Evet bu yolda olma, Allah’ın yer yüzünde en ehemmiyet meselelerden biri veya daha doğru bir tabirle en birincisidir. Şayet bundan daha önemli bir şey olsaydı, Allah, Peygamberlerini onunla vazifelendirirdi. Hatta diyebilirim ki, Hz. Cebrail’i bile şerefli kılan, başını arş-ı kemâlata ulaştıran, böyle bir işte vazifeli olmasıdır. Bu açıdan küçük de olsa, ona zarar verecek her bir davranış, o şahsın Allah yanındaki derecesi ve sorumluluk şuuruna göre tokat yemesine vesile olabilir.” (Din Ekseni Etrafında)
Erek Dağına mazeret anlatmaya gelen Çoranovisli Ali Çavuş’a Üstad “Ben büyük âlimleri bırakıp sizleri muhatap aldığım ve büyük değer verdiğim halde sizin bu meselede gevşek davranmanız söz konusu olamaz” meâlinde kulak çekmesi oluyor.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri ta baştan medresesine talebe olmak için gelenlere “Birkaç gün bizim yanımızda kalın, bizleri iyice tanıyın sonra karar verin. Sizi talebeliğe kabul etmem için benim de bir şartım var. O da şu: “Benim talebem benden hiç ayrılmaz. Hiç ayrılmamaya söz veriyor musunuz?” diye kabul ederlerse, Üstad da onları talebe olarak medresesine alırdı. Hatta Birinci Dünya Savaşı'nda talebeleri “Biz de Seninle gelmek istiyoruz” diyorlar. Küçüklere, “Hakkımı helâl ettim!” demesine rağmen 13 yaşındaki yeğeni Ubeyd bile “Hayır söz verdim, dayı senden ayrılamam!” diyecektir.