Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, işte onlar, Allah’ın nimetlerine mazhar ettiği Nebiler Sıddîklar, şehidler, sâlih kişilerle beraber olacaklardır. Bunlar ne güzel yoldaşlardır! Bu, Allah’tan bir lütuftur. Bu lütfa lâyık olanların kadrini Allah’ın bilmesi yeter de artar! Ey iman edenler! Düşmanlarınıza karşı korunma tedbirinizi alın. Duruma göre küçük kıtalar halinde veya toptan seferber olun. Aranızda öyleleri vardır ki, işi ağırdan alır. Başınıza bir felâket gelirse der ki: ‘Neyse ki, Allah bana lütfetti de onlarla beraber çıkmadım.” Ama Allah’tan size nimet ve inayet erişirse-sanki daha önce kendisiyle sizin aranızda hiç tanışıklık yokmuş gibi –‘Ah! Ne olurdu, der, ben de onlarla beraber olaydım da büyük ganimete konaydım!’ O halde, dünya hayatına değil, âhirete tâlip ve müşteri olanlar Allah yolunda savaşsınlar. (…)
Öyle ise ey müminler haydi, şeytanın taraftarlarıyla muhabere edin. ŞEYTANIN HİLESİ, CİDDEN ZAYIFTIR.” (Nisa Suresi, 4/69-76)
Şeytanın zayıf hileleri ile ilgili Üstad Hazretleri “Cenab-ı Hak, semâvî kitaplarda insanlara karşı Cennet gibi muazzam mükâfât ve Cehennem gibi dehşetli cezâ göstermekle beraber çok irşad, ikaz, ihtâr, tehdit ve teşvik ettiği halde, ehl-i iman bu kadar hidayet ve istikamet sebepler varken, şeytan taraftarlarının mükâfatsız çirkin, zayıf olan sinsi hilelerine karşı mağlup olmaları, bir zaman beni çok düşündürüyordu. Acaba iman varken Cenab-ı Hakkın o kadar şiddetli tehditlerine ehemmiyet vermemek nasıl oluyor? Nasıl iman gitmiyor? ŞEYTAN’IN HİLESİ, CİDDEN ZAYIFTIR (4/76) sırrıyla şeytanın gayet zayıf desise ve sinsi hilelerine kapılıp Allah’a isyan ediyor? Hatta benim arkadaşlarımdan bazıları, yüz hakikat dersini kalben tasdik ile beraber benden işittiği ve bana karşı da fazla hüsn-ü zannı ve irtibâtı varken, kalbsiz ve bozuk bir adamın ehemmiyetsiz ve riyâkârâne iltifatına kapıldı, onun lehinde, benim aleyhimde bir vazifeye geldi. ‘Fe sübhânallah!’ dedim, insanda bu derece düşüş olabilir mi? Ne kadar hakikatsız bir insan idi, diye o biçareyi gıybet ettim, günaha girdim. Sonra geçmiş işaretlerdeki hakikat inkişaf etti, karanlık çok noktaları aydınlattı. O nur ile, Allah’a hamdolsun, hem Kur’an-ı Hakîm’in azîm terğibatı, teşvik ve imrendirmeleri tam yerinde olduğunu, hem ehl-i imanın şeytanın sinsi hilelerine kapılmaları imansızlıktan ve imanın zayıflığından olmadığını, hem büyükleri işleyen küfre girmediğini, hem Mutezile mezhebi ve bir kısım Hâriciye mezhebi ‘Günah-ı kebâiri irtikâp eden kâfir olur veya iman ve küfür ortasında kalır.’ diye hükümlerinde, hatâ ettiklerini, hem benim o bîçâre arkadaşım da yüz hakikat dersini bir herifin iltifatına fedâ etmesi, düşündüğüm gibi çok düşüş ve dehşetli alçaklık olmadığını anladım. Cenab-ı Hakk’a şükrettim, o vartadan (tehlikeden) kurtuldum. Çünkü daha önce dediğimiz gibi, şeytan cüz’î bir yokluğa vesile şeyle insanı mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise her vakit şeytanı dinler. Şehevî ve gazabî duygular ise, şeytanın sinsi hilelerine hem alıcı hem verici iki cihaz hükmündedirler.
“İşte bunun içindir ki Cenab-ı Hakkın Ğafur ve Rahîm gibi iki ismi, en büyük tecelli ile ehl-i imana teveccüh edip yöneliyor. Ve Kur’an-ı Hakîm’de peygamberlere en mühim ihsan, MAĞFİRET olduğunu gösteriyor ve onları İSTİĞFAR etmeye davet ediyor. Mübarek BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM kudsî sözünü her surenin başında tekrar ederek, bütün mübarek işlerde söylenmesini emretmekle, kâinatı kuşatan geniş rahmetini sığınak ve koruyucu kâle gösteriyor. Ayrıca ‘Allah’a sığın’ (41/36) emriyle ‘Eûzübillahimine’ş-şeytanirracîm’ (Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.) sözünü siper yapıyor.” buyuruyor.
Sığınacak güçlü kalelerimizi iyi bilelim ve iltica edelim.