Önceki Rehberler Hakkında Verilen Haberler

Safvet Senih

Safvet Senih

16 Eyl 2021 02:15
  • Geçmiş, Peygamberlerin hallerinden ve başlarından geçen hâdiselerden verdiği haberler, Hz. Muhammed (s.a.) Peygamberliğine kesin birer delildir.

    a) İnsan bir fennin esaslarını ve o fennin en mühim noktalarını bilmekle, yerli yerince kullanmasını öğrendikten sonra davasını o esaslara oturtması o fende mâhir olduğuna delildir. Geçmişteki hâdiseleri tarihî gerçeklere uygun olarak bütün teferruatı ile, konuşmalarına, hattâ içlerinde besledikleri duygularına varıncaya kadar dosdoğru tesbit etmek tarih otoriteleri için bile imkânsızdır. Bir de bunları hayat düğümlerinden, bel kemiklerinden yakalarcasına veciz ifadelerle her şeyi aydınlatarak ortaya koymak tarihçileri de aşan edebî bir meseledir. Ayrıca "Hâdise tekrarlanırsa, kaideleşir" esasına göre tekrar tekrar yaşanarak kanun haline gelen noktaları tesbit edip değişmez yaradılış düsturları ve kıyamete kadar yaşanacak ibret sahneleri olarak gözler önüne sermek ise, psikolog ve sosyologların en dâhilerine bile nasip olmamış  ulaşılmaz bir seviyedir.

    Yakın birkaç asrın hâdiseleri; kitaplar, gazeteler, hatıralar ve vak'anüvistlerin günlük notları ile elimizdedir. Tarih tekerrürden ibarettir. Psikoloji ve sosyoloji bu kadar gelişmiş olduğu halde, yığın yığın insan topluluklarının buhranları, problemleri dünyada büyük sarsıntılara sebep olmaktadır; haydi bunlara çare bulsunlar bakalım. Okuması yazması olmayan Hz. Muhammed (s.a.)'in, Kur'ân-ı Kerim diliyle bahsettiği, yani bize Allah'tan getirdiği geçmişle ilgili hakikatlar ve Peygamber kıssaları ise hep böyle her yönden gerçek hayatı kavramış, kucaklamış, hâdiselerdir. Bizi îkaz eden, bize ibret veren, buhranlara göre gösteren, cemiyeti huzura, güvene götüren hakikatler...

    Hz. Yusuf (s.a.) ve Hz. Musa (s.a.) kıssaları, derinliğine incelendiği zaman bu mesele çok güzel anlaşılacaktır.

    Efendimiz (s.a.) devrindeki, kan davaları ve tefecilik ve sâir çözüm isteyen meselelerin halli kâfi birer delildir.

    b) Yaradılışı icâbı insan, âdî bir kimse, hatta çocuk bile olsa, küçük bir topluluk içinde, pek kıymetsiz bir davada herkese muhalefet edip yalan söylemeye cesaret edemez. Acaba  güvenilir, itimat  edilir kişi manasına "EMiN" lâkabıyla anılan pek büyük bir haysiyet sahibi; kıyamete kadar bütün insanlığa Peygamber olma gibi' bütün dünyayı icjne alan bir davada; pek inatçı ve büyük bir kavim içjnde; kendisi okur-yazar sınıfından olmadığı halde, aklın tek başına anlamaktan âciz olduğu hakikatlardan bahsedip, tam bir ciddiyetle ilân ederek yayması; O'nun doğruluğuna delil olduğu gibi, o meselenin Allah'tan olduğuna da kesin bir delil olmaz mı?
    Çünkü: bir taraftan Yahudiler Tevrat bilgileriyle ortaya çıkarak Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn meseleleri gibi tarihle ilgili sorular sorup O'nu gözden düşürmek isterlerken; diğer taraftan da ticaret münasebetiyle Hıristiyanlarla alâka kuran Kureyş'li inatçı düşmanları, O’nun yanlışını bulmak için eksik gedik araştırıyorlardı. Halbuki gelişmiş imkânlara sahip tarih araştırmaları, bugün bile, Kur'ân'da gerçeğe uymayan bir şey bulamıyor.

    Hz. Musa'yı takip ettiği Kızıldeniz'de boğulan Firavun için o anda iman ettiği; fakat öyle azap başa gelince getirilen iman makbul olmadığından imanının kabul olunmadığı; ama buna rağmen imanın mâhiyetine hürmeten; "Biz bugün senin canız bedenini kurtaracağız, tâ ki arkadan gelenlere bir ibret, bir mucize olasın. Bununla beraber insanların çoğu bizim âyetlerimizden cidden gafildirler" (Yunus/92) buyurulmaktadır. Halbuki Yahudilerin mukaddes kitabının Huruç bölümünde firavunun boğulduğu yazılmakla beraber bedeninin kurtulacağından hiçbir bahis yoktur. Prof. Muhammed Hamidullah'ın "İslam Peygamberleri" isimli eserinde yazdığı gibi, tâ 1881 de krallar mezarının  keşfedilip incelenmesiyle Hz. Musa'nın devrindeki firavunun denizden çıkan cesedinin mumyası teşhis edilerek  Kur'ân-ı Kerim’in bu mucizesi de böylece anlaşılmış oldu. Bu mevzuda geniş inceleme, Prof. Maurice Bucaille'in KİTAB-I  MUKADDES, KUR'ÂN VE BİLİM isimli eserinde vardır.

    c) Asırların birbirinden farklı tarafı olduğu gibi, medenî ve bedevî  toplulukları birbirinden ayıran çok noktalar vardır. Buna göre geçmiş  zamanlardaki çeşitli milletlerin hallerini, durumlarını ezbere, onları görmeden yalnız düşünmekle kimse ortaya koyamaz. Halbuki âyet ve hadislerde çok teferruatlara inilmiştir. Asırlar geçtiği halde bir tek araştırma ve inceleme onların aksine bir şey ortaya koyamamıştır.

    Kur'ân-ı  Kerim buna işaret için: "Bunlar, sana vahyetmekte olduğumuz bilinmeyen haberlerdir. Meryem'i onlardan hangisi himayesine alacak diye (kur'a çekmek için) kalemleri atarlarken, sen onların yanlarında değildin. Bu hususta çekişirlerken de sen yine onların yanında değildin" demekle (Âli- İmran /44); Nuh Tufanını, o anda Hz. Nuh'un inanmayan oğlu ile son görüşmelerini, babalık hissiyle ettiği duasını ve ilâhî îkazı anlattıktan sonra: "Ey Resulüm işte bunlar gaybî haberlerdendir. Sana bundan vahiy ile bildiriyoruz. Bundan önce, onları ne sen bilirdin, ne de kavmin.." (Hüd/49) "Resulüm, biz Musa'ya firavuna gitmesine dair o emri vahyettiğimiz zaman sen, Tur Dağında batı yakasında değildin.” Şâhidlerinden de değildin" (Ka-sas/44) ve "Sen, bundan önce hiçbir kitap okur değildin. Ve elinle de O'nu yazmıyordun" (Ankebut/48) buyurmaktadır.

    Safvet  Senih 

    16 Eyl 2021 02:15
    YAZARIN SON YAZILARI