Prof. Dr. Muhsin Abdülhamid, 1937 Kerkük doğumlu, Kürt kökenli. Bağdat Üniversitesinde Arap Dili ve Edebiyatı üzerine lisans yaptı. Master ve doktorasını Tefsir ve Kur’an ilimleri üzerine el-Ezher Üniversitesinde yaptı. Irak ve Fas’ta olmak üzere 36 sene farklı üniversitelerde öğretim görevliliğinde bulundu. Saddam döneminde bir çok defa yargılandı. Sahasıyla ilgili 30’dan fazla eser yazmış ve çok sayıda yüksek lisans ve doktora tezine danışmanlık yaptı. Asya, Afrika ve Avrupa’da yüzlerce sempozyumda bulundu.
İhsan Kasım anlatıyor: “Bağdat Üniversitesi Profesörlerinden Muhsinbdülhamid, Risaleleri tercüme etmeye başladığımız ilk zamanlarda beni teşvik ederdi ama derdi ki; ‘İhsan, Said Nursi’nin aklı bir köy hocası kadardır!’ Ben ses çıkarmazdım, bir şey demezdim. Kendisi de âlim bir insan… Uzmanlık sahası tefsir.
“O, 1983-1985 arası Fas’a öğretim üyesi olarak gitti. Gitmeden evvel ben, Usûl-i Hadisilmine dair Yirmi Dördüncü Söz’ün Üçüncü Dalının tercümesini verdim. ‘Oku, tercümemde bir hatâ varsa, düzeltirsin.’ dedim. Defteri okudu, getirdi. ‘Ya, meğersem bu zât âlimmiş’ dedi.
Eh, Elhamdülillah, köy hocalığından âlimliğe çıktı. Şimdi o Fas’a gittiği zaman ben yet’ül-Kübra’yı tercüme etmiştim. yetü’l-Kübrâ’nın müsveddesini ona postayla gönderdim. ‘Oku, Arapçasında düzeltme gerekiyorsa, yap’ dedim. Allah râzı olsun, o bir düzeltme yapmadı, ama çok güzel bir önsöz yazdı. Orada önsözünde diyor: ‘Said Nursi’nin bu asrın müceddidi olmasında hiç şek şüphe yok, kendi başına bir ümmettir.’ Allah Allah, âlimlikten müceddetliğe çıktı Elhamdülillah! Hatta Üstad’ın hayatını yazdığımızda o önsözünden bir parça alıntı aldım, koydum, çünkü değerli bir şey o…
“Zaman geçti, ben Üstad’ın İşârâtü’l-İ’caz tefsirini tahkik ettim, ona verdim. Aldı, gece geldi yanıma, dedi ki: ‘İhsan kardeş sen zamanın niye bu işe harcadın? Bunun yerine onu tercüme etseydin daha iyi değil miydi?
Zaten Arapça tefsirler çok. Bu ne yani?
Dedim, ‘Sen okudun mu?’
-Yok okumadım, dedi.
-O zaman hükmün bâtıldır.
-Eee, içinde ne var ki?
O esnada hatırıma bu geldi. Dedim: ‘Mesela Allahü Teâlâ, Bakara Suresindeki 29. yette önce yeri yaratmış, sonra gökleri yaratmış olduğu anlaşılıyor. Ama Naziat Suresinin 27-32. Ayetlerinden de önce göklerin yaratılmış olduğu akla geliyor. Enbiya Suresinin 30. yetinde ise “Yer ve gök beraberdi, bitişikti. Biz onları ayırdık” buyuruluyor. Bu üç âyet nasıl Tevfik edilerek bu müşkilat çözülebilir?”
Düşündü, taşındı. Başını sağa sola çevirdi, öne eğdi, işin içinden çıkamadı. “Bunu nasıl çözmüş?” dedi.
-Ben söylemem… Oku gör…’ dedim. Onu öyle hayrette koydum. Kerkük’e döndüm. Bir hafta sonra bir telefon açtım. Bana hayranlıkla dedi ki: “Bu nasıl bir denizdir, bu nasıl bir ummandır, bu nasıl bir tefsirdir?!..” Sonra da anlatmaya başladı…
Daha sonra da bu Muhsin Abdülhamid, Üstad hakkında birkaç kitap yazdı, önsözler yazdı. Fasta iken 1983-1985 sıralarında orada çıkan “Davetü’l-Hak” isimli bir mecmuada Üstad’ın hayatını özel olarak yazdı. Böylece Üstad’ı Fas’ta ilk defa tanıtan o oldu. Bütün Arap lemine Üstadı bizzat tanıtan o oldu. Öncülük yaptı.
Şöyle diyordu: “Arapçaya tercüme edilen eserlerini bizzat Arapça telif ettiği eserleri okuduğumda bende şu kanaatler uyanmıştı; Bediüzzaman büyük bir mücâhitti. Fırtınalar karşısında sarsılmayıp dininde sebat etti. İslâmın usûl ve füruunu gayet iyi biliyordu. Asrındaki ilmi gelişmelere gayet derece vâkıftı. Zamanındaki gelişmeleri çok iyi biliyordu. Son derece kuvvetli bir şuurlu İslâm âleminin, hususan Türk cemiyetinin yaralarına parmak bastı. Çok güzel bir üslupla, en güzel tedavi yollarını sundu.
“Bu Risalenin üslubuna gelince, bu yer yer değişiklik gösterir. Binaenaleyh, bazen üslubu, neredeyse bir kalbin fısıltıları gibi ince ve canlı nefesler hâlinde hissedilecek şekilde yumuşak ve okşayıcı olarak görürsün. İlmi üslubunu da aklı ve fikri dikkate davet eden dakik, mantık ve düşündürücü bir tarzda bulursun. Özellikle müdafaalarda ise üslubu deniz dalgaları gibi, bastırıcı, karşısındakilerin hamlelerini boşa çıkarıcı ve sanki bir orduyu baskınla korkutuyor gibi müşâhede edersin.”
(Salih Okur, Ulemanın Gözüyle Bediüzzaman)